Bilip Bilmeden konuşmak
“Ey iman edenler! Zannın pek çoğundan ve çokça zannetmekten ayrıca her zannettiğine tabi olmaktan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.
Günah olan zan, asılsız tahminlere, evhamlara dayanarak insanları suçlamak veya cezalandırmaya kalkışmaktır. O halde ne kadar çok zanla hareket ederseniz, yanılıp günaha girme ihtimaliniz de o derece artacaktır.
Bir de evleneceği kişinin durumunu araştırma veya büyük suçları takip etme gibi meşru bir sebebe dayanmadıkça, birbirinizin mahrem yönlerini araştırmayın ve olası bir haksızlığı engellemek amacıyla evlilik, iş ortaklığı ve benzeri konularda taraflara ön bilgi vererek uyarma veya şahitlik yapma durumu hariç, lüzumsuz yere insanların kusurlarını sayıp dökerek birbirinizi arkadan çekiştirmeyin.
Hiçbiriniz bir başkasının arkasından onun hoşlanmayacağı sözler söylemesin. İçinizden hanginiz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır? İşte bundan tiksindiniz değil mi? Oysa gıybet bundan daha tiksinti verici bir günahtır! Öyleyse Allah’tan gelen ilkeleri çiğnememe konusunda son derece titiz ve dikkatli davranın, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden sakının! Allah’ın rahmetinden de hiçbir zaman ümidinizi kesmeyin! Doğrusu Allah, içtenlikle yapılan bütün tövbeleri kabul edendir, çok ama çok merhametlidir.”1
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gıybeti şöyle tarif eder: “Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyen vasıflarla anmandır.” (Tirmizi, Muvatta)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız. Noksanlarını araştırmayınız! Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa, durumlarını gözetlerse, Allah da onunkileri gözetler. Allah gözetlediği kimseyi evinin içinde olsa bile rezil ve rüsvay eder..” (Ebu Davud) buyurur.
“Söz Yangını” adlı eserin kırk ikinci sayfasında Senai Demirci şöyle bir hadis naklediyor:
“Üç gurup var ki gıybetlerini yapman sana haram değildir:
1- Günahı açıkça işlemekten sakınmayan kişi.
2- Zalim idareci ve dinde olmayanı dine sokan bidatçi.
3- Hayâ örtüsünü atan kimse.”
Kardeşim, ille de gıybet edilecekse bari bu üç maddede geçenlerin gıybetini yap. Hatta cesaretin varsa bunların gıybetin yapmaktan çekinme. Belki bu vesileyle Yanlışa sürüklenebileceklere engel olursun. Bidatçilere, zalimlere, hayâsızlara karşı bir mücadele gayretini kendi amel defterine eklersin.
Sosyologlar gıybeti “sosyal silah” olarak tanımlıyor. Başkalarına yöneltip ötekini yaraladığımız bir silah. Dr. Nigel Nicholson gıybet etmenin iki tarafına dikkat çeker. Birincisi, gıybeti dinleyerek paylaşan, bunun zevkini çıkaran. Diğer taraf ise, hakkında gıybet edilen, gıybetin etkilerini üzerinde taşıyan.
Gıybetin en sinsisi bir oyunla söyleneni “Yüzüne karşı da söylerim.” Aldatmacasıdır.
Yüzüne karşı söyleyebilecek olman işlediğin fiilin gıybet olmasını engellemez. Yine gıybettir yine gıybet. Ömür sermayesini faydasız şeylerle tüketmenin ötesine geçip, bir de gıybet gibi sosyal bir silahı eline alarak, yaylım ateşiyle çevresini yaralayan kişi, zamanını ve sıhhatini ne kadar faydalı bir işle değerlendirmiş oluyor ki?
“Sıhhat ve boş zaman hususunda insanlar aldanmıştır. Kıymet bilmezler.” Anlamında beyan edilen Nebevi uyarı bizleri ne kadar sarsıyor? Yunus: “Alçağa bak şarap içmez de gider gıybet eder.” diyerek gıybet gibi bir sâri hastalığın, günahın büyüklüğüne dikkat çekmiştir. Şarap şahsi bir günah iken, gıybet sosyal bir günahı direkt olarak irtikâp etmek oluyor. Tesir itibariyle çok daha şiddetli ve tehlikelidir.
Can sıkıntısı en büyük facia çünkü işi zamanından çok olanlar için asla olmaması gereken bir mefhum. Can sıkıntısından şikâyet, ömrü nasıl geçirdiğinin farkında olmamak demektir. Hâlbuki kendi nefsinin hatalarıyla meşgul olanlar başkalarıyla uğraşmaya fırsat bulamazlar. Biyografisini okuduğumuz bütün âlimlerimiz hataları kendi nefislerinden bilmişler. Başkalarının hatalarına dahi “iyi örnek olamadığım için bunlar böyle yapıyor “şeklinde yorum yapmışlar. Hacı Veyis Efendi gibi, Sami Efendi gibi.
Hayatlarını, başkalarının hatalarını seyrederek geçirenler, tükenen şeyin kendi ömür sermayeleri olduğunu bilmelidirler.
Mükremin Çelik