İslam’da Çevre ve Ekolojik Denge
Abdullah bin Mesûd radıyallâhu anh anlatıyor: “Biz bir yolculukta Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdik. Efendimiz yanımızdan ayrıldığı sırada bir kuş yuvası gördük. Yuvada iki tane kuş yavrusu vardı. Biz yavrularını alınca anne kuş üstümüzde çırpınarak uçmaya başladı. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam Efendimiz geldiğinde bu hâli gördü ve şöyle buyurdu:
“–Kim bu zavallının yavrusunu alarak ona eziyet etti, çabuk yavrusunu geri verin!” (Ebû Dâvûd, Cihâd 112/2675, Edeb 163-164)
Bizim dinimiz, insana büyük bir değer verir ve onun eşref-i mahlukat olduğunu bildirir. Ancak insanın mümtaz bir kul olması, ona, yeryüzündeki mahlukata karşı şefkatli davranma sorumluluğu yüklemektedir.
Yeryüzünde gördüğümüz canlılar, her ne kadar akıldan ve iradeden mahrum olsalar da can sahibidirler. Onlar da acı çekerler, üzülürler, incinirler. Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz, suçsuz yere hiçbir canlının acı çekmesini istemez.
Bütün bu mahlukatın yaratıcısı olan Rabbimiz, onlara karşı çok şefkatlidir ve insanoğlundan da bütün bu mahlukata karşı merhametli olmalarını emretmiştir.
19. yüzyılda Batı'da ortaya çıkan sanayi ve teknoloji devrimi, hızlı bir şehirleşme, sanayileşme ve çevre kirliliği ve katliamını ortaya çıkarmıştır. Şu anda her yıl birçok canlının nesli tükenmektedir. Oysa Rabbimiz bir ayet-i kerimede o canlıların da insan toplulukları gibi bir ümmet olduğunu bildirmektedir:
“Yerde yürüyen hayvan ve iki kanadı ile uçan kuşlardan hepsi, ancak sizin gibi ümmetlerdir. Biz o Kitap’ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra ancak Rab’lerine toplanıp getirilirler. (Enam, 38)
İnsanoğlu, teknik imkânların verdiği şımarıklıkla azgınlaşmış, kendinden başkasını düşünmez olmuştur. Hâlbuki insan da diğer canlılar gibi Allah'ın bir kuludur. Üstelik Rabbinden en fazla gafil kalan mahlûk da insandır.
Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem yolda giderken bir grup insana rastladı. Binek hayvanlarının üzerinde durmuş (sohbet ediyorlardı.) Onlara şöyle buyurdu:
“Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde bırakın, dinlendirin. Onları yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin. Nice binilen hayvan vardır ki sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Teâlâ’yı ondan daha çok zikretmektedir.” (Ahmed, III, 439)
Rabbimiz bildiriyor ki, bütün bir kainat, devasa bir zikir meclisidir. Allah-u Zülcelal “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız…” (İsrâ, 44)
Eğer insan da gafletten uyanır, kalbini nefsaniyetin karanlığından arındırıp, Allah'ın marifet ve muhabbet nurlarıyla doldurursa onların zikrini duyar hale gelir.
Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“…Kuşları ve tesbih eden dağları da Dâvud’a boyun eğdirdik. (Bunları) Biz yapmaktayız.” (Enbiyâ, 79)
İşte bir mümin, mahlûkata bu nazarla bakmalı, bütün canlıların yaşama hakkına saygı duymalıdır.
Dengeyi Bozmayın!
Son zamanlarda gündemimize giren popüler bir kelime, ekolojidir. Ekoloji, dünyadaki bütün canlıların birbirine muhtaç olduğunu ortaya koyan bir bilim dalıdır. Mesela birçoğumuza göre arıların hayatı çok da önemli bir konu gibi görünmeyebilir. Oysa arılar bitkilerin tozlaşmasını yani döllenip ürün vermesini sağladıkları için çok önemlidir. Eğer arıların nesli tükenirse insanoğlunun gıda üretmesi mümkün olmayacaktır. Yani eğer canlıların nesli bu şekilde tükenirse insan da hayatta kalamayacaktır. Üstelik insanlar ahiret gününde bu zulüm ve eziyetlerinden ötürü Allah'a hesap vereceklerdir.
Son zamanlarda canlıların yaşama alanlarının istila edilişi, sanayi atıklarının tabiata bırakılışı, hava kirliliği ve plansız şehirleşme gibi gelişmelerin olumsuz neticeleri, ilim adamlarını kaygılandırmaktadır. Batı alemi çevre sorunları hakkında ancak tabiat alarm vermeye başlayınca düşünür olmuşlardır. Oysa Yüce Rabbimiz bizi yüce kitabı Kur'an-ı Kerim’de on dört asır öncesinden ikaz etmiştir:
“Rahman Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti. Güneş ve Ay bir hesap ile hareket ederler. Yıldızlar ve bitkiler hep secdededirler. Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı (ölçüyü, dengeyi) koydu ki. Öyleyse siz de dengeyi bozmayın!” (Rahman, 1-9)
Allah'ın yarattığı âlemde her şey düzen içinde işleyip gitmektedir. İnsana düşen, bu düzen ve ahengi bozmamak, ona uyumlu ve saygılı olmaktır.
Batı alemi ekolojik denge kavramını henüz yeni keşfederken İslam alimleri Kur'an-ı Kerim’den aldıkları ilhamla çok daha erken devirlerde “şehirleri kurarken çevreyi tahrip etmemek gerektiğini” bildirmişlerdir. Mehmet Bayraktar, İslam ve Ekoloji adlı çalışmasında İslam bilginlerinin henüz sanayileşmenin getirdiği çevre sorunlarından çok önce tabiattaki dengeye dikkat çektiğini anlatmaktadır.
Elbette şehirleşme bir ihtiyacın neticesidir. İnsanların nüfusu çoğaldıkça büyük şehirler kurulmuş, bunca insanın ihtiyacı için bol ürün alma yöntemleri geliştirilmiştir. İlk insan topluluklarına ziraat, el sanatları öğretenlerin çoğu Peygamberlerdir. İlk yerleşim yerlerini de Peygamberler ve onlara iman edenler kurmuşlardır. Kur'an-ı Kerim’de Salih Peygamberin kavmine hitap ederken şöyle dediği bildirilir:
“Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.” (Hud; 61)
Allah-u Zülcelâl bizi yeryüzünde yerleşip nimetlerden faydalanacak şekilde akıl ve becerilerle donatmıştır. Bir ayette Rabbimiz:
“…Sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma var” (Bakara; 36) buyurur.
Fakat insanoğlu bu nimetlere şükür etmeli, onlardan yararlanırken ölçülü olmalı, israf, taşkınlık ve gösterişten uzak durmalıdır. Bunlara dikkat etmeden, açgözlülükle tabiatı istila etmek, nimetleri israf etmek, atıkları sorumsuzca çevreye bırakmak, yeryüzünü yaşanmaz hale getirmektedir.
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır.” (Rum, 41)
Gerçekten de bugün insanların açgözlülüğünün neticeleri adeta dünyadaki hayatın sonunu getirecek noktaya ulaşmıştır. Aşırı fosil yakıt tüketimi sebebiyle atmosferde karbon dioksitin oranı artmış ve bunun sonun küresel ısınma ve iklim değişiklikleri dünyayı tehdit eder hale gelmiştir. Bütün bunların sebebi “ekonomik büyüme hedefleri” adı altında sürekli israfın körüklenmesidir.
Sebep, İsraf ve Taşkınlık
Bugün insanlar gıda, giyecek, barınak, yakacak ve ilaç gibi gerçek ihtiyaç maddelerinin dışında pek çok maddeyi gereksiz yere tüketmeye alışmıştır. Mesela her yıl modaya, kozmetik ürünlerine, eğlence sektörüne, türlü türlü kimyasal maddelere, sarhoşluk ve zevk için tüketilen içki ve uyuşturuculara çok büyük kaynak aktarmaktadır. Bunların yanı sıra dünyaya hükmetmek için silahlanma yarışı, insanları tesir altına almak için medya ağı ve daha birçok sömürü vasıtası da yine çok büyük bir kaynak ve enerji israfını beraberinde getirmektedir. Oysa bu kaynaklar boşu boşuna tüketim yerine çevreyi eski haline getirmek için harcansa bu korkunç gidişattan geri dönmek hala mümkündür. Ancak bunun için güçlü bir irade bulunmamaktadır.
Bilindiği gibi Amerikan başkanı Trump, çevre kirliliğinin azaltılmasına yönelik tedbirler alınması için düzenlenen Paris iklim değişikliği anlaşmasından çekildi. Zaten ABD başkanı, seçim çalışmaları sırasında da halkına, ekonomik kalkınma için çevre sorunlarına aldırış etmeyeceğini vaad etmişti.
Bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri, tüketim alışkanlıklarını diğer ülkelerin halklarına da benimseterek dünyadaki israf ve çevre sorunlarını hızla ağırlaştırıyorlar. Bunların hali Rabbimizin Kur'an-ı Kerim’de on dört asır önce mucize eseri olarak beyan ettiği şu ayete ne kadar da uyuyor:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, canlıları tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez." (Bakara, 204-205)
İşte batı aleminin gerçek yüzü budur. Zaman zaman birkaç kaplumbağa veya kelaynak kuşunu kurtarma gösterileri düzenleyerek benliklerini tatmin etseler de dünyada alışkın oldukları keyifleri bozulmasına razı olmazlar.
İslam dini ise, israfı yasaklayıp, sade ve temiz bir hayatla yetinmeyi emrederek gerçek ekoloji bilincini yerleştirir. Rabbimiz bize bu dünyanın geçiciliğini hatırlatarak açgözlülüğe kapılmamayı, azla yetinmeyi, hesabını veremeyeceğimiz aşırı tüketimlerden kaçınmayı öğütler.
Öyleyse, batının israfçı hayat tarzı bir Müslümana yakışan hayat değildir. Eğer bizler sade ve maneviyatlı bir hayat ile dünyaya örnek olursak dünyadaki hayatı kurtarmak mümkün olabilir.
Mehmet Ergin