Borçlu Darlık İçinde Olursa
«Borçlu sıkıntı içindeyse, ona genişlik zamanına kadar mühlet verilir. Sadaka olarak bağışlamanız ise sizin için eğer bilirseniz hayırlı olur.» [1]
İslâm, bilhassa kendi müntesipleri arasında, gerçek mânada cemaatleşme şuurunu yerleştirmek için şeklî bağlanıştan ziyâde gönül, vicdan ve ruhî sıcaklıkla kenetlenmeyi hedef tutar. Bunun için de ahlâkî, içtimaî, iktisadî ve hukukî bir takım esas ve prensipler koymuştur. Öyle ki bütün bunlar şekille, ruh,, maddî kazançla manevî kazanç, diğer bir tâbirle dünya ile .âhiret arasında dengeyi kurmaya, milleti bir bütün olarak ayakta tutup gönül rahatlığiyle birbirine bağlamaya matuftur..
Yukarıdaki âyetle, faizsiz ödünç vermenin, sadece faizsiz değil borçlu sıkıntı içindeyse, ona, genişlik zamanına kadar mühlet verilmesinin, daha da âlicenap davranıp borcu ona bağışlamanın manevî değeri belirtilirken,
«Ahmak ol'dur, mal'm verir veresiye Kafesteki kuşu salıverir gelesiye!.»
fikri reddediliyor. Çünkü İslâm, bunun dünya ve âhiret huzur ve nizamiyle ilgili portresini çizerken, karşılıklı emniyetin su'-i isti'mâl edilmemesi için de borç karşılığında rehin alınması, kefîl tâyin edilmesi v.s. gibi bir takım yollar göstermiştir.
Câhiliyye devrinde, alacaklı borçluya, borç Ödeme zamanı gelince ya şimdi ödersiniz veya «ilâve fazlalık» yaparsınız, teklifinde bulunurdu. Bu yüzden aile yuvası yıkılanlar, fakr u zarurete dûçâr olanlar eksik değildi. Allahü Teâlâ bu gaddarca muameleyi men'edip sıkıntı içinde olan borçluya mühlet verilmesini emretti.
Allah'ın Resulü Hz. Muhammed (S.A.V.) bunun en güzeî örneğini vermekle beraber tatbik sahasını açar mâhiyette en uygun ve o nisebte işlek yolu küşâdc etmiştir.
Taberânî'nin Ebû Ümâme Es'ad b. Zürâre'den yaptığı rivayette, Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki:
«Kim, Allah'ın gölgesinden başka gölge bulunmadığı günde kendisini gölgelendirmesini istiyorsa, sıkıntıda olan borçlusuna kolaylık göstersin (mühlet versin) veyahut borcunu sadaka olarak bağışlasın!.»
İmanı Ahmed b. Hanbel, Büreyde'den yaptığı rivayette ise şoyîe buyuruluyor:
«Kim sıkıntıda olan borçlusunu, (mühlet vermek suretiyle) gözetirse, onun için mühlet verdiği her güne karşılık o borç miktarı sadaka sevabı vardır.»
Yine İmâm Ahmed'in Ebû Katâde'den yaptığı rivayete göre: Ebû Katâde'nin bir adamda alacağı vardı. Ne kadar istemeye gelse, borçlu saklanırdı; yine bir gün alacağını tahsil için geldiğinde kapıyı çalıyor, bir çocuk çıkıp ne istediğini soruyor. Borçlusunun içeride olup olmadığını öğrenmek istediğini söylüyor. Çocuk onun evde olduğunu ve un çorbası yediğini haber veriyor. Bunun üzerine Ebû Katâde yüksek sesle: «Ey falan, evde olduğunu haber aldım, dışarı çık!» diyor.
Adam mecbur kalıp dışarı çıkıyor. Ebû Katâde, ona:
— Neden gizleniyorsun? diye soruyor.
— Çok sıkıntıdayım da ondanı Yanımda size verecek bir şey'im yoktur..
— Allah için söyle, sıkıntıda mısın?
— Evet, vallahi sıkıntıdayım..
Bunun üzerine Ebû Katâde dayanamıyarak ağlıyor ve ben Resûlüllah (S.A.V.)m şöyle buyurduğunu duydum diyor:
«Borçlusuna mühlet veren veya borcunu ondan silen (bağışlayan) kimse, kıyamet günü arşın gölgesinde olur..»
Ebû Ya'lâ el-Mûsılî'nin Hazret-i Huzeyfe'den yaptığı rivayette, Resûlüllah (S.A.V.) buyurdular ki:
«Kıyamet günü kullardan birini Allah huzuruna getirip ona sorar: :
— «Dünyada benim için ne yaptın?»
— Ya Rabbî! Ben senin için bir miskal kadar olsun amel etmedim ki onu senden umayım..
Kul bunu üç defa tekrarladıktan sonra:
— Ya Rabbî! der, sen bana fazla mal verdin, ben halk ile alım satım yapan bir kimse idim. Bu husustaki ahlâk ve âdetim, müsamahakâr davranmaktı. Darlıkta oîmıyana kolaylık gösterir, müsamaha ederdim. Sıkıntıda olana mühlet verirdim.
Bunun üzerine Azız ve Celîl olan Allah buyurur ki:
— «Kolaylık gösteren kimseyi cennete sokmaya ben daha haklıyım.» [2]
Bu hususta daha 8-9 kadar sahîh hadîs vardır. Biz birkaç tanesini teberrüken yazdık.
Bu âyeti müteakip, Cenâb-ı Allah, tâyin ettiği yolun dünyayla âhireti birbirine nasıl bağladığını, ikisi arasında nasıl sağlam bir köprü kurduğunu beyânla buyuruyor ki:
«Öyle bir günden sakının ki, (hepiniz) o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek,, onlara haksızlık edilmiyecektir.»
Bu âyetin, Cenâb-ı Peygamber'in vefatından dokuz gün önce indiğini, Saîd b. Cübeyr rivayet etmiştir. İbnü Ebî Hatim i!e İbnü Merdveyh'den de aynı rivayet gelmiştir. İbnü Abbas (R.A.)dan yapılan rivayetten ise, 31 gün Önce indiği anlaşılıyor. [3]
BELİRLİ BÎR SÜRE İÇİN BORÇLANMAK
«Ey îmân edenler! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızda bir kâtip doğru olarak yazsın; kâtip onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu aptal (beyinsiz) veya âciz, ya da yazdırmıyacak durumda ise, velîsi, doğru olarak yazdırsın. Erkeklerinizde? iki şâhid tutun; eğer o iki erkek bulunmazsa şâhidlerden razı olacağınız bir erkek biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadm olabilir.
Şâhidler çağrıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin; bu, Allah katında en doğru, şâhidler için en sağlam ve şüphelenme nizden en uzak olanıdır. Ancak aranızdaki peşin alış-veriş olursa onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur. Alış-veriş yaptığınızda da şâhid tutun (hakkınızı belgeleyin, ahş-verişi gizli yapmayın, göz önünde yapılmasına dikkat edin). Kâtibe de şahide de zarar verilmesin. Eğer zarar yapacak olursanız, O Zâmaiî doğru yoldan çıkmış olursunuz. Allah'tan sakının, Allah size öğretiyor; Allah her şey'i hakkıyle bilir.
Eğer yolculuk üzere iseniz, bir kâtip de bulamazsanız, o vakit alınan rehin yeter. Şayet birbirinize güvenirseniz, güvenilen kimse Rabbi olan Allah'dan sakınsın da emânetini tastamam ödesin. Şâhidliği gizlemeyin, onu kim gizlerse, şüphesiz kalbi günahkârdır, (vicdan azabı içindedir). Allah işlediklerinizi gereği gibi bilendir.» [4]
Şahide büyük mes'uliyet düşer. Şâhid olduğu hâdiseye çok dikkat etmeli, gördüğünü hafızasında iyice tutmalı, sorulduğu zaman görüp bildiğini, duyup bellediğini olduğu gibi ifâde etmelidir. Aksi halde haklar zayi olabilir.
Ünlü Alman Ceza Hukuk Profesörü Lîszt, Berlin Üniversitesi Kriminoloji (cinayet konularım inceleyen bilim) seminerinde, birkaç öğrencisiyle birlikte, bir şey'i anlatırken bilinmeden yakılan yanlışlıkları, (dikkat edilmeden meydana gelen şâhidlikleri çok iyi belirten bir deneme yapmıştır:
Seminerin elbise askıları tıklım tıklım doludur, birdenbire kapı açılır, geç kalmış bir öğrenci gelir. Hızla elbise askısına gidip şapkasını asacak bir yer arar, ama hiç boş yer yok. Sabrı tükenip oradaki iki şapkayı yere atar ve kendi şapkasını asar. Yere atılan şapkanın sahibi bunu görünce hemen oraya koşup arkadaşına çıkışır. Önce bir ağız kavgası, sonra da döğüş başlar.
Bunun üzerine Profesör ayağa kalkıp şunları söyledi: «Efendiler, hemen yerinize oturunuz. Bu İş galiba mahkemelik olacak, ben de böyle olmasını istiyorum zaten. Bütün öğrencilerin, birbirlerine bakmadan, ne gördüler, ne işittilerse bir kâğıda yazmalarını rica ederim. Yazdıklarınız içinde mahkemede yemin edip tekrarlıyabileceğiniz kısımların altım kırmızı kalemle çiziniz.» Sonra birkaç kâğıt okundu, herkes hayretler içinde kaldı, çünkü yazılanlar hiçbirini tutmuyordu. Profesör yine ayağa kalktı: «Efendiler bu olayı biz daha önceden hazırladık. Ben ve iki arkadaşınız neler olduğunu, söylenen sözleri tamamiyle biliyoruz. Hepiniz hiç olnuyan şeyleri yazarak yalan yere yemin etmeyi kabul etmiş duruma düştünüz. Teşekkür edin ki bu olayı biz hazırladık. Yoksa yalan yere yemin edecektiniz.»
Bir şey'i doğru anlatmanın güçlüğünü göstermek için ara-sıra böyle dramatik denemeler yapılması çok faydalı olur.
Bir mes'eleyi, bir olayı doğru anlatmak için iyi niyet yetmez, olaya şâhid olurken çok dikkat etmek, konuşurken kendini kontrol etmek, sözlerini tartmak, fazlalık ve eksiklik varsa çıkarmak gerekir.
Bir düşünürün dediği gibi: «Bugün en önemli şey'in hiç kimse tarafından aldatılmamak olduğunu sanırsın. Ama ha-yatının güneşi asıl senin hiç kimesyi aldatmamağa çalıştığın gün doğacaktır.»
Diğer bir sosyolog da şöyle der: «İçimizde mes'uliyet duygularının yeniden canlanması kütlenen bir ateşin yemden yan-masidır. Mes'uliyet duygusunun ölmesi, her şey'e boş vermek, vazifelere yan çizmek, anlaşmaları bozmak, bozduğu bir işi düzeltmeğe aldırmamak ise ruhen çökmek, ihtiyarlamak demektir. Rahatlığı böyle yan çizmede, boş vermede bulan (başkasının kâr ve zararını, hak ve hukukunu düşünmeyen) bir insan, kendi kuyusunu kendi kazdığını, boş verdiği şeylerle Allah ve kullar nazarında neler kaybettiğinin farkında bile değildir!»
İşte İslâm, her ferde mes'uliyet duygusunun yerini, Önemini hatırlatmakta ve buna yan çizmenin doğuracağı ferdî ve içtimaî zararları ve bu zararların meydana getireceği îtimadsız-hğı belîğ bir ifadeyle dimağlara zerketmeğe çalışmaktadır.
Yukarıdaki âyet-i kerîmeyle borç konusunda bâzı önemli hususlara işaret ediliyor, bir takım hususlara da riayet etmemiz emrediliyor:
a) Ödünç verirken Ödeme zamanını tâyin etmekte fayda vardır.
b) Borcun va'desi belli olmakla beraber onu deftere kaydettirmek lâzımdır.
c) Alacaklı ile borçlu, borç miktarını ve va'desini kendi hususî defterlerine kaydettirmekle beraber aralarında adaletten ayrılmayan bir kâtibe yazdırmak gerekir.
Kur'ân-i kerîm'de buna «Kâtib-i adi» deniliyor. Bu tâbir asırlarca kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu devrinde buna «Mukavelât muharriri» de denilmiştir. Bugün yine maksada uygun olarak hukukî muamelelere muteberlik ve kuvvet kazandırmak, hazırlanmış olanları tescil etmek için «Noter» bunun yerini almıştır.
d) Borçlu olan taraf borç miktar ve va'desini imlâ veya takrir eder.
e) Buna iki mü'min erkek, yoksa bir erkek iki kadın şâ-hid tutmak gerektir, tâ ki birisi unutursa diğeri ona hatırlatsın.
Bütün bunlar şehâdette kuvvetli birer dayanak, şüphe ve kuşkuyu bertaraf etmekte âdilâne sebeplerdir.
Buhârî ve Müslim'de Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.den yapılan «Bizler ümmî bir ümmetiz; ne yazar ne de hesap biliriz» rivayetle bu âyeti bağdaştırmaya çalışanlar, «Allah'ın kitabetle emrettiği cüz'î şeylerdir. Bu husustaki emirler ise, «emri irşâd» olup, «emri vücûb» değildir,» demişlerse de bu hadîsin, İslâmın ilk kuruluş devreleriyle alâkalı olduğuna, Kur'ân ile Hadîsin birbirine karıştırılmamasına matuf bulunduğu ve kitabetten önce sağlam bir îmânın, sarsılmaz bir tevhîd akidesinin gerçekleşmesinin lüzumuna işaret edildiği ve buna muvazi olarak hafızaya geniş yer verildiği sanılmaktadır. Nitekim Katâde'nin yaptığı rivayette Ebû Süley-mân-ı Mar'aşî şöyle nakletmiştir: Kâ'bül-Ahbar bir gün arkadaşlarına demiş ki:
— Rabbisine duâ edip de duası kabul olmayan bir mazlum bilir misiniz?
— Bu nasıl olur? demişler..
— Bir adam va'deli borç vermiş, fakat buna ne şâhid tutmuş, ne de kâtib-i adl'e yazdırmış.. Va'de bitince borçlusu borcu inkâr etmiş. Bunun üzerine alacaklı Rabbisine duâ etmiş, ama o, Allah'ın «Aranızda bir kâtip doğru olarak yazsın» emrine uymadığı için duası kabul olunmamıştır.
Ebû Saîd, Şa'bî, Rabi' b. Enes, el-Hasan, İbni Cüreyc, İbnü Zeyd ve diğer birkaç âlime göre, vadeli borcu kâtib-i adle yazdırmak vâcib idi. Sonra ;
Ayetiyle bu hüküm kaldırılmıştır. Süfyân Sevrî'nin sened-i sa-hîhle îbmü Afobas (R.A.)dan yaptığı rivayette: «Bu âyet belli vadeli selem muamelesi hakkında nazil olmuştur.» Nitekim Buhârî ve Müslim'in Süfyân b, Uyeyne tarikiyle İbnü Abbas (R.A.)dan yaptıkları rivayette, Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) Medine'yi teşriflerinde onların hurmayı selem olarak bir, iki ve üç yıl va'deli verdiklerini ve fakat belli bir zaman kesin olarak tâyin etmediklerini görünce:
«Kim selem olarak vermek isterse belli bir ölçü, belli bir tartı ile ve belli bir vakte dek (va'deli olarak) versin,» buyurdular.
âyetinin delâlet ettiği emir, cumhura göre irşâd ve mendubiyete mahmuldür; vücûba değil...
«Eğer yolculuk üzere iseniz, bîr kâtip de bulamazsanız, o vakit alman rehin yeter.»
Rehinin alınmış olması yâni hak sahibinin eline verilmiş olması gerektir. Şafiî ve Cumhurun mezhebi de böyledir. Seleften bâzısı bu âyetle rehinin ancak seferde meşru' olduğunu istidlal etmişlerse de Buharı ve Müslim'in Enes b. Mâlik (R.A.) den yaptıkları rivayet bu istidlalin uygun olmadığını göstermektedir Şöyle ki: Resûlüllah (S.A.V.) vefat ettiklerinde zırhları bir yahudinin yanında merhun olarak bulunuyordu.
Rehin hususunda ziyâde bilgi için kütüb-i fıkhiyeye müracaat edilmesi tavsiye olunur. [5]
Çıkarılan Hükümler :
1- Ödünç verirken ödeme süresini ve vaktini tâyin etmek..
2 - Ödünç muamelesini bir kâtib-i adl'e (bugün için noterlikte) tevsik ettirmek, mukavele hazırlatmak..
3- Ödünç muamelesine iki mü'min erkek, yoksa bir erkek, iki kadın şâhid tutmak, mukaveleyi onlara imzalatmak..
4 - Selemde satışı kararlaştırılan malın ölçü ve tartısını, zamanı cins ve nev'ini, evsaf ve kalitesini tâyin etmek..
5- Bu sırada kâtib-i adî bulmak mümkün olmadığında rehin almak.. [6]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bakare sûresi, âyet: 280.
[2] Veya: «Kolaylık gösteren kimseden —kolaylık göstermede— ben daha haklıyım; (kulumu) cennete sokuyorum!»
[3] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/75-78.
[4] Bakare sûresi, âyet: 282.
[5] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/79-84.
[6] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/84