Kalplerin Fethi
Feth; açmak, açılmak, ğaybe açılan pencereden gönle inen feyz, kalb gözünün açılması anlamlarına gelir.
Nefsin mertebelerini geçip emmareden (sufli, hayvani duygulardan), nefs-i kâmileye (zulmetten nura) geçiştir fetih. “Allah (cc)’tan bir zafer ve yakın bir fetih” nazm-ı celiliyle Saff Sûresinin 13. ayetinde ifade buyurulan hakikate erişir kul.
Esma-i İlahiyye’nin tecellilerine mazhar olup, velayet makamına eren arif de, “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.” hitab-ı ilahiyyesiyle Fetih suresinin 1. ayetinin sırrına nail olur.
Masiva’dan (Allah’tan gayriden) geçip, müşahede-i cemale (sevgiliyi temaşa etmeye) başlayan sâlik, “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman” Nasr suresinin 1. ayet-i celilesiyle fetihlerin en üstünü olan mutlak fethe kavuşur.
Fetih; kafa ve kalbi İslam’a açmak, daha sonra İslam’ın önündeki engelleri kaldırmaktır. Medine’ye, önce halkı Tevhid inancına davet için Kur’ân muallimlerinden Musab B. Umeyr (r.a) ve Esad B. Zurare (r.a) gönderildi. Daha sonra Medine kılıç ve darbesiz Rasûlullah (s.a.v)’a kapılarını açtı. “Ülkeler ve şehirler zorla alınır. Medine ise Kur’ân’la fethedilmiştir.” buyurdu Efendimiz (s.a.v).
Uhud harbinde yüzü demir zırh ile örtülü bir kişi geldi. “Hemen harp edeyim de sonra Müslüman mı olayım?” dedi. Efendimiz (s.a.v), Eşhel oğullarından Amir b. Sabit’e “Müslüman ol sonra harb et.” buyurdu.
Fethin evvela kafada batıl inanç ve düşünceleri yok edip, sonra da kalbi niyyet-i fasideden arındırması gerektiğini Peygamberimiz (s.a.v) şu hadisiyle bildirir. Ebu Musa (r.a)’den: “Peygamberimiz (s.a.v)’e şecaat için savaşan, hamiyyet (eşi, dostu) için savaşan ve gösteriş için savaşanlardan hangisinin Allah (c.c) yolunda olduğu soruldu. Şöyle buyurdular:” Allah’ın kelimesinin (dininin) yücelmesi için savaşan kimsenin cihadı Allah (c.c) yolundaki savaştır.
Süleyman Gazi Çanakkale boğazını geçip fethedecekleri kalenin önünde mücahitlere niçin geldiklerini sorar. Onlar da “Biz mal, mülk değil, İlây-ı Kelimetûllah için geldik.” derler. Kale kısa zamanda fethedilir. Rumeli kapısı açılarak fetihten fetihe koşulur.
Sa’d b. Ebi Vakkas’ın gönderdiği elçiye İran ordu komutanı Rüstem, İran’la savaşmalarının sebebini sorduğunda, Müslüman elçi şöyle cevap verir:” Bizim arzumuz dünya değil, Ahirettir.”
“Lâ ilâhe illallah deyin, İran ve Bizans sizin olacak.” buyuran Peygamberimiz (s.a.v) hayatının her safhasını emr-i ilahiye uygun geçiren mücahidin zafere ulaşacağını müjdeler. Tevhidle kafası ve gönlü arınan mücahitler Hz. Ömer (r.a) devrinde İran’ı 1453 yılında da Konstantiniyye’yi fethettiler.
1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya ruh ve şekil veren Ahmet Yesevi’nin dervişleri ve Horasan erleri, Kuzey Afrika’yı İslamlaştıran Senusi, Mergani ve Ticani tarikatlerinin mensupları, Uzakdoğu ve Güney Asya’ya ulaşan zahit ve sûfîler, “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel olan bir şekilde mücadele et.”1 ferman-ı ilahiyesiyle kalplerin fethini gerçekleştirdiler. Cava Ada’sını fetheden dokuz veli ve Kazeruniyye tarikının bağlıları da gönülleri fethettikten sonra ülkeleri ellerine geçirdiler.
Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye “Oğlum kuru kavga ile cihangir olma sevdası bize yaraşmaz. Bizim maksadımız Allah ve din yolunda mücahid olmaktır.” nasihatiyle Alpaslan’dan beri Anadolu’nun ve Osmanlı Medeniyetinin ruh köküne vücut veren zihniyete tercüman olmuştur.2
Fatih Sultan Mehmed’in “İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emirdir ve onu fetheden asker ne güzel askerdir.” şeklindeki Efendimiz (s.a.v)’in müjdesine ermesindeki sır, mürebbii, mürşidi Akşemseddin (k.s) ile olan kalbi irtibatı, Ricalûllahın ordusunda bulunması, ulemadan Molla Gürani ve Şeyh Sinan gibi Zevat-ı Kirâmla kurduğu münasebettir.
Osmanlı’yı ayakta tutan değerler; Nizam ve intizamı temin eden ordu, ilim ve irfanı aşılayan medrese, edep ve erkânı öğreten tekkedir.
Nefsinin esiri binlerce insanı ıslaha çalışan Meşayih-i Kirâmdan Es’ad-ı Erbili’ye “Dinsiz Kadir” lakâplı biri: “Herkesi ıslah ediyormuşsun haydi beni de ıslah et.” der. Es’ad-ı Erbili’nin: “Abdest al, gözünü yum, karşıma otur.” sözlerine, “Alayım, yumayım, oturalım bakalım.” şeklinde karşılık verir. Abdest alıp gözlerini kapayan zât, bir müddet sonra ateşli kalbi ve yaşlı gözleriyle “Allah” diye feryat eder ve “bu hâl ile canımı al yâ Râb. ” der.
Es’ad-ı Erbili’nin halifeleri şeyh Mustafa Hulusi (k.s)’nin sohbet halkasını dağıtmanın türlü planlarını kuran dağlarda eşkıya, bağlarda hırsız İpsiz Ahmet Ağa, isyanından nedametle “Onlar Hakk’ı ansın da ben onlara hile kurayım. Bu olacak iş değil.” deyip zikir halkasına yönelir. Dedem Şeyh Mustafa Hulusi (k.s) “İpsiz Ahmet Ağa ıslah oldu, kapıyı açın.” buyurur. Ahmet Ağa gözyaşlarıyla sohbete dahil olur. Çok geçmeden nefsin mertebelerini aşarak gönül fethine erişir. Ricalullah’tan olduğu da söylenir. Camilerde ara ara “Allah” diye cezbelenir. Bir seher vakti Mevlâ’yı zikr ede ede maşuk-i hakikisine kavuşur.
Oturup kalktığı her yerde Hakk’ın senâsıyla meşgul olan Üstaz-ı Âlimiz Hacı Hasan Efendi (ks), “Bize, isyanda olan kimseleri gönderin.” diyerek sayılamayacak insanın irşat ve ıslahını sağlamıştır, biiznillah-i Teala. Bir misal arz etmek gerekirse; on binlerin iştirak ettiği Adana’daki vaazlarında, isyana gitmekte olan bir kadın, zanilerin Allah (c.c) katındaki cezasını duyunca olduğu yere düşer. “Allah (c.c) beni bağışlar mı?” diye Adana’nın müftüsüne mektup yazar. Sonra günahlarından tevbe ederek Mevlâ’ya yönelir.
Kıyamete kadar mühlet isteyen şeytan ve avanelerine karşı mücadeleyi her an diri tutup, kafalardaki ve gönüllerdeki karanlıkları ilimle, irfanla, zikirle aydınlığa kavuşturmalı, “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.” gerçeğini kendimize şiar edinip her zaman yeni fetihlere yönelmemiz gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
--------------------------------------------------------------------------------------------------
1-Nahl Suresi 125
2-Mustafa Kara, “Tekkeler ve Zaviyeler” adlı eserinden yararlanılmıştır.