Çevremize Şöyle Bir Bakalım
Allah boşuna mı aile olmanın önemini vurgu¬luyor Kur’an’da. Sağlam ailelerden oluşan toplum¬ların huzur içinde yaşadıklarını, ruh sağlığı yerin¬de bireyler yetiştirdiklerini inkar edebilir miyiz?
Oluruyla olmazıyla koca bir kışı daha geride bıraktık. Kışa merhaba diyenlerin sayısı pek çok olmasa da, bahara hoşgeldin demeyen, baharla bir¬likte içine neşe dolmayan yok gibidir inanın. Bu¬radaki bahar, yazın habercisi olan ilk bahar. Bütün canlıların uykudan uyanıp yeniden hayata merha¬ba dedikleri günlerin başlangıcı. Cansız diye bildi¬ğimiz toprak ısınır, bağrındaki onca canlıya renk verir, hayat verir. Bu nasıl bir cansızlıktır ki onca canlıya can suyu olur!.. Onca renge, onca çeşide analık eder de kainatı insanoğlunun bütün kıyımı¬na rağmen hâlâ renklere boyar!.. Burada çok dü¬şünmek ve bütün bunların kendiliğinden olamayacağını görebilmek o gücün sahibini biz kullarına anlatmaya yetmez mi?
“Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları sapsarı kesilmiş görü¬yorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp haline getirir. Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.” Zümer/21
Bizler için bu kadar güzellikleri yaratan Rabbimiz verdiği nimetler için şükür bekliyor bizler¬den. Şükür hem dilimiz ile, hem elimiz ile, hemde davranışlarımız ile olmalı. Dilimiz ile şükre¬derken bunu çevremize gösterdiğimiz ilgi ve sevgi ile de ispat etmeliyiz. Müslümanın yaratılmış olan her şeye karşı merhametli olması sahip olduğu inancın gereğidir.
Çevremizdeki bitkilerden tutun da canlı cansız her türlü varlığa karşı olan hassasi¬yetimiz bizim inancımızın gereği aslında. Ama ne yazık ki temizliği düzeni ve daha pek çok şeyi müslümanlardan öğrenen Batı, şimdi bunları bize satar oldu. Onlar yıkanmayı bilmezken İspanya’ya giden müslümanlar mimarileri, hanları-hamamları ile Avrupa’nın batı ucuna medeniyetlerini taşıdı¬lar. Su kullanmayı, temizliği, Avrupa bir sürü şeyi müslümanlardan öğrendi. Adı medeniyet olan bu yaşam tarzını da içini boşaltarak kendilerine has kıldılar zamanla. Yani, Mehmed Akif in deyimiyle; tek dişi kalmış canavara çevirdiler sahiplendikleri her şeyi. Biz, batılılaşmak uğruna o medeniyeti onlardan geri almaya kalktığımızda da kalan tek dişi de düşerek geri geldi. Şu anda sadece bir cana¬var olarak yiyip bitiriyor toplumumuzu!..
Merhametli olmamız gereken yerde acımasız, çalışmamız gereken yerde tembel, çevremize say¬gı konusunda son derece duyarsız, dinimizi yaşar¬ken iç güdüsel olmak gibi bir çıkmaza girdik.
Davranışları ile örnek olması gereken müslümanların etraflarına zarar verirken, çevrelerini kir¬letirken vicdanları titremez oldu. Bir durgunluk, bir atalet sarmış her yanımızı.
Geçenlerde özel bir piknik alanında olan bi¬tenler aslında benim bu konudaki yaramı depreş¬tirdi ve bu yazıyı yazmama sebep oldu. Benim orada olmamdan bir gün önce, bu alanı kalabalık bir grup bir günlüğüne kiralamış. Yemiş içmişler, eğlenmişler. Piknikçiler ilahi sesleriyle duygulanmış, mescitte namazlar kılınmış. Çarşaflı kardeşle¬rimiz aralarında sohbet etmişler. Ne güzel. Keşke bir de çöplerini ortalığa atmasalardı da arkalarında onca şikayet yerine övgü bıraksalardı. Etrafını kı¬rıp dökmek, arkada bir harabe bırakıp gitmek hiç kimseye yakışmadığı gibi müslümana ayrıca bir sorumluluk da yüklüyor. Doğru ve güzel davranış ile Müslüman hem örnek olur, hem de tebliğin en güzelini yapar.
‘Banane’cilik müslümanlara göre bir davranış biçimi asla olmamalıdır.
“Temizlik imandan gelir” sözü bana bir gerçe¬ği düşündürdü. Üç yıl kadar önce Endonezya’ya yaptığım bir seyahat sırasında öğrendiğim bu ola¬yın, temizliğin öneminin insan hayatında ne dere¬ce anlam taşıdığını anlatmaya yeter mi bilmem. Ben duyduğumda çok etkilenmiştim.
O bölgelerde hâlâ vahşi kabilelerin yaşadığı adalar, orman bölgeleri var. Misyonerler boş dur¬muyor, bu insanlara ulaşıp onları dinleri ile tanış¬tırıyorlar. Hatta bir beyaz misyoner kadın onlara daha yakın olabilmek için o kabilenin başkanı ile evlenip onların arasında yaşamayı bile göze almış.
Bir Müslüman da kendi dinini onlara anlata¬bilmek için böyle bir kabileye uğrar. Kendilerini temizlemek için domuz yağı ile yağlandıklarını görünce onlara sabun verip, bununla temizlenme¬lerini öğütler. Bu arada da oraya bolca sabun geti¬rir. Kabilenin tümü bu tertemiz olmanın ferahlığı ile bunu kendilerine öneren dine teslim olmuşlar.
Pek çok aklını kullanmasını bilen kişi de bu konuda Hz. Muhammed’in o koskoca susuz çölde temizliğe verdiği önemi gördükten sonra İslam’a ilgi duyduğunu söyler.
Bu dini tanımayan insanlar sırf temizliğe ve çevreye karşı yapılan uyarılar dinimize ilgi duyar¬ken kimilerimiz neden bu konuda duyarsızız acaba?
NEDEN BU HALDEYİZ?
Allah bizleri bunca nimete mahzar ederken karşılığında kul olmaktan başka bir istekte bulun¬madı. Onun çağırdığı yolda olmak, ona kul olmak, onun değil, bizim yararımıza. O’nun bizim yapa¬cağımız hiçbir şeye ihtiyacı yok. Bizim O’na ihtiyacımız var. Yaradan’ın bizden istediği her şey bi¬zim yararımıza. O’na kul olmak ile, O’nun buy¬ruklarına boyun eğmek ile hem bu alemde hem de ahirette huzur bulmak ödüllerin en büyüğü iken, direnmek niye!..
Bugünkü halleri ile sadece müslümanlar değil insanlık huzursuzluğun içinde debelenip duruyor. Hâlâ içinde yaşadığımız şu olumsuz ortamı savun¬mak niye!.. Bugün geldiğimiz noktada kim neden memnun acaba, tuzu kuru olanların dışında. Tuzu kuru olanlar da öyle bir gözlük takmışlar ki sadece kendilerini görebiliyorlar, mutlu olduklarını san¬dıkları kendi sanal dünyalarında yaşayıp gidiyorlar. Ben inanıyorum ki onların da içlerinde bir yerler¬de sık sık huzurlarını kaçıran kabuslar saklı. Bir kızılderili atasözü bunu ne kadar güzel anlatıyor;
“İnsanın en rahat ettiği yastık vicdanıdır.”
Şurada iki ay ya oldu ya olmadı, dört tane genç insan anne katili oldu. Üstelik iki tanesi de sadece öldürmekle kalmayıp cesetleri parçalara böldüler.
Bir bakıyorsunuz bir aile reisi çoluk çocuğu¬nu kurşun yağmuruna tutmuş. Bir bakıyorsunuz bir anne daha ana kuzusu olan çocuklarını, evini terk edip kayıplara karışmş. Bir bakıyorsunuz, ba¬ba ailesini terk edip ortadan yok olmuş. Şiddet adeta toplumu esir aldı. Olumsuzluklar dilimin varamayacağı boyutlarda.
Bazılarımız bunlara çare olarak hâlâ kadın sı¬ğınma evleri ile kadını koruma altına alarak olayla¬rı çözmek gibi sığ bir çaba içinde. Toplumda cani¬ler hızla artarken kimi kimden koruyabileceğiz dersiniz! Toplumun bir kısmını sığınma evlerine, diğer kısmını da akıl hastanelerine koymak bazıla¬rına göre çıkar yol gibi görünmeye başladı.
İnsanların ceplerinde akıl almaz sayıda kredi kartları. Borç çoğunun boyunu aşmış, çaresizlik¬ten ne yapacağını bilmez halde ya intihar ediyor, ya alıp başını gidiyor. Çocuklarının yaptıkları kre¬di kartı borçlarını ödemekten aileler perişan du¬rumda. Çok kimse asıl borcu bir kenara bırakıp, onun yerine faizleri ödemeye çalışarak zaman ka¬zanmaya uğraşıyor.
Bütün bunların sorumlusu Allah’ın yasak et¬tiği faizcilik mi, yoksa bugünkü faiz temelleri üze¬rine oturtulmuş kapitalist sistem mi? Daha nereye kadar varacağız, bu çarkı çevirenlerin menfaatleri uğruna tükenenleri daha ne kadar görmezden gele¬ceğiz. Sömürenler bilmiyorlar mı ki sömürdükleri kaynaklar tükendiğinde kendileri de tükenecek.
Sorun çok derinde. Hiç bir şeyi bu kadar sığ çareler ile çözmek mümkün değil. Bu yolla sadece ayakta kalmaya çalışan evlilikleri de bitirme nokta¬sına getirmekten korkalım.
Görmüyor muyuz ki caniler, hep ayrılmış ve savrulmuş ailelerin çocukları.
Allah boşuna mı aile olmanın önemini vurgu¬luyor Kur’an’da. Sağlam ailelerden oluşan toplum¬ların huzur içinde yaşadıklarını, ruh sağlığı yerin¬de bireyler yetiştirdiklerini inkar edebilir miyiz?
“Onurlu kadın katlanmaz boşanır!..” sloganı medya sayesinde dillerde dolaşır oldu. Peki nine¬lerimiz, analarımız bir sürü sıkıntıya katlanıp evli kaldılarsa onursuz oldukları için mi!.. Hayır haya¬tın zor yanını göğüsleyip, yuvalarını korudukları için gerçek onur sahipleri onlardı. Ne yazık ki bı¬rakıp kaçmayı yeğleyenler değil.