Dindarlığımız Ne Kadar Samimi
Dinin en dikkat çeken tanımı hiç şüphesiz Hz. Peygamber’in: “Din nasihattir…” ifadesiyle içtenliği, samimiyeti işaret eden özlü sözüdür. Rahmet elçisi sözünün devamında ise: “Müslümanın Allah’a, Resulüne, kitabına, kendisini yöneten meşru idarecilere ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmasıdır” diye buyurmuştur.
Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına riayet hususunda titizlik gösteren, duyarlılık anlamında Kur’an’da çokça kullanılan takva ve müttaki kavramları da göz önüne alındığında dinde “samimiyet” vurgusu daha bir anlam kazanmaktadır. Samimiyetin hemen yanı sıra ahde vefa göstermek, hayırlı ve yararlı işler yapmak, anlaşmalara sadık kalmak, dürüst davranmak gibi temel ahlaki ilkelere işaret edilmesi de yine oldukça dikkat çeken hususlardır.
Zira samimiyetin bir gereği olarak ahlaki değerlere özen gösterilmesi arka plana atılmaması gereken bir diğer önemli husustur. Öfkeli, hesaplı ve sarsılıp savrulan bir kişilik yerine merhametli, şefkatli olmak, yalan söylememek, sözünde durmak, adil olmak, çalışkan olmak gibi erdemler hayatın her alanına hakim kılınması gereken değerlerdir. Öte yandan dindarlığın dar bir alana hapsedilmemesi, bunun yerine bilginin/düşüncenin geliştirilmesi; haklının-mağdurun yanında olma anlayışı ve iyiliği destekleyip kötülüğü önlemenin de ibadet olduğu unutulmamalıdır:
“Yetimin malına ancak (o malı koruyup çoğaltmak için) niyetlerin en güzeliyle yaklaşın. Ahde vefa gösterin (sözünüzü tutun ve yapılan sözleşmelere uyun). Çünkü (verdiğiniz sözlerden, yaptığınız sözleşmelerden ahirette) muhakkak sorguya çekileceksiniz.” (İsra,17/34)
Resul-i Ekrem’in; “Ameller sonuçlarına göre değerlendirilir…” prensibine rağmen dindarlığın çokça görünür olduğu, ahlakın ise sosyal ve ticari hayatta bir hayli irtifa kaybettiği gerçeği günümüzde ne yazık ki gözle görülür durumdadır. Bilinmelidir ki dinle ahlakın, hatta ahlakla hukukun birbirinden ayrılamayacağı gerçeği göz ardı edildiğinde ganimet gibi dünyevileşmenin artacağı söz konusu olacaktır. Eğer din sosyal hayatta, ticarette ve hayatımızın her alanında bizim ahlaklı, adaletli, merhametli, hakkaniyetli olmamızı sağlamıyorsa ahlaki erdemler de buharlaşmak suretiyle hayatımızdan çıkıp gidecektir. Adaletten kastımız elbette hakimler-savcılar, adliye binaları vesaire değil. Her şeyin yerli yerinde olmasıdır adalet…
“Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın ve doğru teraziyle tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.”
“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan (o peşine düştüğün şeyden) sorumludur.” (İsra,17/35-36)
Dinin özünün samimiyet olduğunu bildiğimizde, kiminle ve kime karşı hangi safta durduğumuzu da kontrol etme durumunda kalırız. Ayrıca sadelik, içtenlik ve olduğu gibi görünmek olan samimiyetin; kişinin kendisine, çevresine, inanç ve düşünce dünyasına karşı tutarlı olmasının en güzel göstergesi olduğu da unutulmamalıdır.
Bu yüzden samimiyet, gündelik hayatın her aşamasında ihtiyaç duyduğumuz temel değerlerin başında yer alır. İnsanlığın sahip olduğu ulvi değerlerin her gün biraz daha irtifa kaybettiği günümüzde, yokluğunu en çok hissettiğimiz değerlerin başında samimiyetin geldiğini ifade edebiliriz. Netice itibariyle insanın değeri onun samimiyet ve içtenliği ile doğru orantılıdır. Samimiyetin zıddı ise ibadet ve bütün güzel davranışları değersiz kılan riya ve ikiyüzlülüktür.
Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Oysa onlar, doğruya yönelerek dini yalnız Allah’a has kılmak, O’na kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. İşte en doğru olan din de budur.” (Beyyine,98/5)
Cuma hutbelerinde hep okunan ayet ise şöyledir: “Şüphesiz Allah adaleti, iyilik yapmayı, yakınlarına bakmayı emreder; ahlaksızlığı/hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. İyi anlayıp tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl,16/90)
Hayatımızın her alanında ve her anında bize düşen samimi bir kul olabilmek ve bunu başarmaya çalışmak başlıca hedefimiz olmalıdır:
“De ki benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir…” (Enam, 6/162)