Dünyevileşme Yanılgısı
“Ahlakın zaafı imanın zaafındandır.”
Canlıların üzerinde yaşadığı gezegene dünya denir. Terim olarak; insanın ölmeden önceki hayatı, hayattayken ilişki içinde bulunduğu varlıklar ve bu varlıklar ile ilgili eğilimleri, tutum ve davranışları anlamına gelir dünya.
Kur’an’da yeryüzü için arz kelimesi kullanılırken, içinde yaşadığımız hayat el hayatüddünya diye adlandırılır. Böylece Kur’an da, arz coğrafi, dünya ise; dini ve ahlaki bir terim olarak yer almıştır. Bu yönü ile dünya kötülenir ve aşağılanırken, kötülenen üzerinde yaşamış oluğumuz yeryüzü değil, burada sürdürülen ve ahiret kaygısını geride tutan hayat tarzıdır.
Dünya bizim için ne ifade eder?
Kur’an a göre; ahiret için amelleri engellemeyen ve aksatmayan dünya hayatı meşru hatta saadettir. Nitekim Müslümanların "Rabbimiz bize dünyada da ahirette de iyilik ver"(1) diye dua etmeleri tavsiye edilmiştir. "Allah dünyadaki her şeyi sizin için yarattı"(2) denilmiştir. Peygamberler birçok kere müminlere hitap ederlerken dünya ve ahiret mutluluğunu beraber zikretmişlerdir. Çünkü dünya hayatı ve ahiret hayatı birbirine zıt iki şey değildir.
Peki, dünya aşağılanması gereken bir yer midir?
Bilinmelidir ki Kur’an da aşağılanan ve kötülenen dünyadan maksat; madde ve şahsi çıkardır. Mal, mevki, şehvet, lüks yaşam ve israf kınanırken, manevi değerlere ve uhrevi hayata bağlılık istenmiştir.
Dünyevileşme: Dini inanç ve ilkelerin fert ve toplum hayatından yol gösterici olarak görülen kurallar olmaktan uzaklaşması, insan eylemlerinin sebep ve sonuçları ile sadece bu dünyaya yönelik düzenlenmesi, öte dünya ile bu dünya arasındaki ilişkilerin zayıflatılması…
Bu tanım doğrultusunda baktığımızda şöyle bir soru sorulabilir; “ben kimim” bu soruya “ben Müslümanım” diye cevap veren “ben”in kim olduğunu, nasıl bir insana Müslüman dendiğini ve Müslümanın da nerden gelip nereye gittiğini bilen birisinin hayatında yukarıdaki tanım çerçevesinde bir dünyevileşmeden bahsedemeyiz diye düşünüyorum. O zaman sorun nedir? Sorun, insanın kendisini ait olarak gördüğü dinin emirlerini hayatına aktarmaktaki tutarsızlıktadır; yani hükümler ile muamelatlar arasında giderek açılan makasla ilgilidir. Günlük yaşantıya baktığımızda yapılan bu tespitin aslında ne kadar yerinde olduğu ortadadır, gerçekten de iman etmiş olduğumuz dinin öngörmüş olduğu formattan giderek uzaklaşıyor, sanki biz Müslüman olarak kalırken bir şeyler veya birileri amellerimizi kendisine göre şekillendiriyor.
Yaşadığımız hayat inancımıza uygun bir yaşantıyı (hem zihinsel olarak hem de pratik olarak) zorlaştırmaktadır. İşte bizim “dünyevileşme” olarak gördüğümüz şey de budur. Zira yaşadığımız hayat tarzı zihnimizi ve kimliğimizi şekillendirir bir hale gelmiştir. Bu durum Müslüman’ın kişiliğini kırılgan hale getirmiştir. Bu bağlamda “dünyevileşen” kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden, değişik konumlarda değişik davranışlar gösteren Müslüman şahıslar ortaya çıkıyor. Yani Müslüman bir şahsiyetin kendi tanımı gereği olması gereken tutarlı tavırları göstermesi giderek zorlaşıyor. Bu tutarsızlık dünyanın aşırı değer kazanarak hayatımızın merkezinde yer almasından ve haramların hiç olmayacak kadar bizlere yakınlaştığı bir zaman diliminde yaşıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Bu söylediklerimizi hayatın içerisinde birçok örnek ile desteklemek mümkündür. Aile hayatımızda, şirketlerimizde, bürokraside, özelliklide günlük yaşantımızda bunları görmek mümkündür.
Ülkemizde özelikle; ANAP ile başlayan ve Ak Parti ile devam eden süreçte Müslümanlar çok çeşitli maddi imkânlar ile karşılaşmış ve bunun sonucunda yeni bir zümre ortaya çıkmıştır. Bu yeni zümre bir yönü ile ”Müslüman sosyete” denen bir kesimi oluşturmuştur. Ekonomik imkânlarının artması sonucunda toplumsal statüsü değişen bu yeni kesimin pek çok alışkanlığı da hızlı bir şekilde değişti diyebiliriz. Burada suçlu aranacaksa elbette ki suçu kendimizde aramalıyız. Sadece mevcut siyasi partileri ve oluşan imkânları suçlamak ahlaki bir davranış olmasa gerek.
Sonuç olarak; Dünya ve üzeri cilalanmış bu hayat tarzı karşısında, kışkırtılmış nefislerimizin her şeyden evvel tezkiye ’ye ihtiyacı var. Müslüman kişiliğin günümüz eşya dünyası ile kurmuş olduğu ilişkinin niteliği aşırı sahiplenici bir özelik taşıyor. Sorun eşyaya sahip olmak veya olmamak değil, kurulmuş olan ilişkinin niteliğindedir. Bununla ilgili sürekli olarak başkalarını eleştiren; ama eleştirdiğinin yerine geçme arzusunu taşıyan kişilerin de mutlak şekilde “tezkiye”den geçmesi gerekiyor. Böylece yaşanan sapmanın önüne geçilir ve hayat yeniden anlamlı hale gelebilir.
Söz konusu tezkiye ve anlamlandırmanın olabilmesi için İslam ahlakının hayatımızın ve ilişkilerimizin düzenleyicisi olması gerekiyor. Yani başkasının taklitçisi olmayan bir kişiliğin inşası için yapılması gereken, Efendimizin sünnetini kitaplardan hayatımıza indirmektir. Çünkü vahyi hayatın içerisine taşıyacak olan yegâne yol sünnettir. Hayatı, amel ve kimliğimizi sünnettin kalıpları içerisinde anlamlandırmamız gerekiyor…
-------------------------------------------------------
1. Kur’an-ı Kerim 2/201
2. Kur’an-ı Kerim 2/29