Emek ve Rızık
Emek verme eylemi başlı başına övgüye değer bir olgudur. Emek mübarektir. Kişinin hem dünyasını hem de ahiretini kazanması emek ortaya koymasıyla mümkündür. Dinin kendisine yüklediği temel misyonları yerine getiren kişi helal rızık temini için verdiği emekle Allah yolundadır ve ibadet hâlindedir.
İnsanın dünya hayatında sağlıklı bir ruha ve bedene sahip olması esastır. Bu esasın gerçekleşmesi, insanın ruhunun ve bedeninin tatmin edilmesi ile yakından alakalıdır. Ruhumuzu mutmain kılacak olan başta kâmil iman, sahih dinî bilgi ve bunların gerektirdiği hususları yaşamak; bununla beraber helal doğrultuda emek sarf ederek rızkımızı aramak durumundayız. Barınma, mesken edinme, beslenme, giyinme, binek ve kazanç temin ederek kendini güvende hissetme, elde ettikleriyle hayır ve infakta bulunma tabii gereksinimlerimiz arasındadır. Meşru ölçüler içerisinde kalmak suretiyle kimseye el avuç açmadan hayatiyeti için gerekli olan dünyalıkları elde etmek her inanan insan için öncelikli vecibedir. Bu sayede kişi kendisinin ve varsa bakmakla yükümlü olduklarının hayatını güven ve huzurla devam ettirmeyi hedefler.
İslam dininde asıl ve tabii kazanç yolu olarak emek öngörülür. Emek bir işin yapılması için çalışmak, beden veya zihin gücü ortaya koymaktır.
Rızık ise yararlanılması için verilen bağış, nasip, gıda, yiyecek ve faydalanılan şey demektir. İnsanları yaratan ve onların rızıklarını veren ancak Allah’tır. Kur’an’da; "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın..." (Hud, 11/6.) buyrulmaktadır. Ancak Yüce Allah insanların rızıklarını temin etmeleri için belli bir emekte bulunmalarını ve çalışmalarını öngörmüştür. Yine Kur’an’da, "…Yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfunu isteyin." (Cuma, 62/10.) buyrularak, insanların çalışıp kazanç sağlayabileceği imkân ve ortamı araştırmaları gerektiğini bildirmektedir. Kur’an’da emek sarf etmeye ve çalışmaya yönelik olarak “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 27/39.) buyrulmaktadır.
Hz. Peygamber de; “Kişi kendi elinin emeğinden daha hayırlı ve temiz bir kazanç elde etmemiştir.” (İbn Mace, Ticaret, 1.) buyurmaktadır. Bir başka hadisinde emeğin değerine ilişkin olarak; “İşçinin ücretini teri kurumadan veriniz.” (İbn Mace, Rühun, 4.) buyurmaktadır. Dinimizde helal yoldan ve emek vererek kazanç sağlamak teşvik edilmiştir.
Emek verme eylemi başlı başına övgüye değer bir olgudur. Emek mübarektir. Kişinin hem dünyasını hem de ahiretini kazanması emek ortaya koymasıyla mümkündür. Dinin kendisine yüklediği temel misyonları yerine getiren kişi helal rızık temini için verdiği emekle Allah yolundadır ve ibadet hâlindedir. Maiyetinde emek vermek suretiyle geçimini temin edenlere karşı sorumluluklarını yerine getirmek her Müslüman için bir emanettir. Bu konuda karşılıklı kul haklarına riayet etme hassasiyeti içinde olmak öğütlenir. Hz. Peygamber bir hadislerinde; "Mahşer günü hesaplaşmada Allah şu üç kişinin karşısında olduğunu buyurur: Adıma söz veren ve sonra sözünde durmayan, hür bir kişiyi satan ve karşılığını yiyen, bir hizmetçi tutan ve emeğinden tam olarak yararlandığı hâlde karşılığını ödemeyen." (Buhari, Büyu, 106; İbn Mace, Rühun, 4.)
İslam dininde emek verenlerle bunları çalıştıranlara dair birtakım temel ölçüler getirilmiştir. İbn Mace’nin naklettiği bir hadiste de Hz. Peygamber Efendimiz, yine şöyle buyurur:
"İşçinin ücretini, alnının teri kurumadan ödeyin." (İbn Mace, Rühun, 4.) Bazı meşru gerekçelerle işverenin ücretleri ödeme imkânı yoksa ve bu ödeme süresi, işçinin yokluğu gibi bir sebeple uzayacak ve bu süre içinde işçinin ücreti hak ettiği andaki değerini de kaybedecekse, bu durumda işveren, işçinin ücretini onun adına önemli bir işe yatırabilir, belki yatırmalıdır. Bundan doğacak kârların tamamı işçinindir. Hadis-i şerifte çalıştırdığı işçisinin ücretini almadan gitmesi üzerine onun ücretini ticarete ortak eden ve kârını biriktiren kimsenin övüldüğü görülmektedir:
Hadise göre önceki ümmetlerden birisinde, üç kişilik bir grup sefere çıkarlar. Sefer sırasında yağmura tutulup bir mağaraya sığınmak zorunda kalırlar. Mağaraya girdikten sonra dağdan bir kaya parçası aşağı düşer, mağaranın ağzını kapatır. İçeride mahsur kalanlar, aralarında istişare ederler. Birisi, ’Bizi bu kayadan bir şey kurtaramaz. Ancak salih amellerimizi anarak Allah Teala’ya dua ve iltica kurtarır.’ der. Mağarada mahsur kalanlardan ikisi, sırasıyla Allah için işledikleri salih amellerini zikrederek Allah’a kurtuluş için niyaz ederler. Bunun üzerine kaya, mağaranın girişinde yerinden bir miktar oynar ama çıkmaları mümkün olmaz. Sıra üçüncüye geldiğinde; "Allah’ım! Sen her şeyi hakkıyla bilirsin. Ben, bir defasında birtakım işçiler tutmuştum. İçlerinden bir işçi müstesna olmak üzere, bunların ücretlerini verdim. Fakat o işçi, ücretini almadan gitti.
Bunun ücretini, ticaret yoluyla nemalandırdım. Hatta bunun bu ücretinden bir hayli servet meydana geldi. Aradan bir süre sonra bu işçi bana geldi ve: ’Ey Allah’ın kulu, ücretimi bana ver.’ dedi. Ben de ona, ’Şu gördüğün deve, koyun, sığır ve bunlara hizmet eden köle hep senin ücretinden meydana gelmiş bir servettir.’ dedim. İşçi, ’Ey Allah’ın kulu, benimle alay etme!’ dedi. Ben de, ’hayır, seninle alay etmiyorum. Bu bir gerçektir, malını al ve götür.’ dedim. O da bunların hepsini alıp götürdü. Ey Allah’ım, bu hayır ve sadakatimi sırf senin rızan ve muhabbetin için yaptıysam, şu kaya parçasıyla mahsur kaldığımız darlıktan bizi kurtar, der ve kaya tamamen açılarak mağaradan çıkıp giderler." (Buhari, İcare, 12.)
İslam, işçinin ücretini tam ve zamanında verme üzerinde önemle durduğu gibi, işçi haklarına ve sağlığına da önem verir. İslam; korunmasını esas aldığı beş temel değerin yani akıl, din, can, ırz ve malın korunmasını, insanların genel ve özel yararını bir denge içinde gözetmeyi hedef alır. İnsanın canı, sağlığı ve hayatı muhteremdir. Bu nedenle işveren, işçiden ancak çok zorlanmadan yapabileceği bir işi istemeli; işçinin sağlığına zarar verecek işi çalıştırdığı kimselere yüklememelidir. Ne işveren ne de emek veren biri diğerine karşı ezdirilmemelidir.
İşveren ve işçinin üzerinde anlaştığı işin meşru/helal olması gereklilik arz eder. İslam dininin haram kıldığı herhangi bir hususta iş anlaşması yapılmamalıdır. İş ve karşılığındaki ücret için işveren ve işçinin rızası gereklidir. Yine, sırf ucuz emek elde etmek için küçük çocukların çalıştırılması da caiz değildir. Hz. Peygamber; "Çocukları kazanç için çalışmaya zorlamayın. Çünkü bunu yaptığınız takdirde hırsızlığa alışırlar." (Muvatta, İsti’zan, 42.) buyurmaktadır.
İslam, "ne zarar verin ne de zarara uğratın" ilkesi gereği toplum refahına olumlu katkılarda bulunan işverenin haklarına karşı da hassasiyet gösterir. İşçinin haklarında olduğu gibi, işverenin ve bütün toplumun hak, hukuk ve menfaatlerinde de hassasiyet gösterilmeli, bunlar da muhafaza edilmelidir. Dinde ne zulmetme ne de zulüm görme yoktur. Bunun için de, işçiler ellerinden geldiği kadar samimiyetle ve doğrulukla hareket edecek, keyfî bir aksatmaya gitmeden işlerini yapacaklardır. Çağın insanı manevi ve ruhi değerleri bir yana iterek dünyevileşmeye yöneldiğinden, kanaat, tok gözlülük, vakar duyguları göz ardı edilir hâle gelmektedir. İnsanları bu yöne sevk etmek güçleşmektedir. Bugünkü toplumlarda sınıflar arasında uzlaşmaz bir çıkar çatışması görülebilmektedir. Dinde toplumun dengeli kalkınması esas olup bunun için işverenle işçi arasında iyi ilişkiler kurulması matluptur. Yine dinimiz çalışanların, işlerine sarılarak, doğruluk ve kemali ciddiyet içinde hareket etmelerini öngörür.
İşverenin işçiye karşı iyi davranması, işçinin temel hak ve özgürlüklerini tanıması ve ona göre davranmasına imkân vermesi de temel ödevleri arasındadır. Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber işçilere de işaretle, "Onlar sizin kardeşleriniz olup Allah onları sizin sorumluluğunuz altında kılmıştır. Böyle din kardeşini elinin altında bulunduran kimse ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerinin yetmeyeceği işleri yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz onlara yardımcı olunuz." (Buhari, Itk, 16.) buyurarak, bu konuda temel insani ve ahlaki yükümlülükleri hatırlatmaktadır.
İslam, işine özen gösteren ve işverene saygı ile bakan işçinin elde ettiği kazancı en iyi kazançlardan biri olarak değerlendirir. İşinde çalıştığı kişinin emirlerini sadakatle yerine getiren bir işçiyi, sadaka verenlerle ve yoksullara yardım edenlerle aynı bağlamda değerlendirir. Ebu Humeyd es-Saidi’nin rivayetine göre Hz. Peygamber, İbn Utbiyye’yi Süleymoğulları’nın zekâtını toplamakla görevlendirdi. İbn Utbiyye döndüğü zaman Allah’ın elçisine, ’Bu, sizin payınızdır. Bu da, benim payımdır, bunlar bana hediye edildi’ dedi. Hz. Peygamber de, "Annesinin babasının evinde otursaydı, o hediyeler kendisine gelir miydi?" (Müslim, İmaret, 26.) buyurdu.
Yüce Allah, kerim kıldığı insana yeryüzünün bütün imkânlarını sunarken, ona emek ortaya koyarak bu imkânlardan ve nimetlerden yararlanmayı da emretmektedir. Nimetlerden yararlanmak, rızkını aramak, çalışmak, yararlı iş ve eylemlerde bulunmak teşvik ve terviç edilmekte, mülkiyet edinmek, sermaye biriktirmek de mubah kılınmaktadır. Kur’an’da, "Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini ötekine derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır." (Zuhruf, 43/32.) buyrularak emek-sermaye; emek ve rızık olguları arasındaki münasebete ve bunun manevi boyutuna da dikkat çekilmektedir.