Gülümsemek
Gülümsemek, rahmet busesi gibi dudaklarda ürperen iç huzurun, ilahi cömertliği andıran bir coşkuyla paylaşımı vakasıdır. O, kişinin önce kendisiyle sonra uzak-yakın çevresiyle, nihayet bütün varlıkla barışık olabilmesi; insani değerleri teker teker içselleştirerek hayat realitelerine yorumlayabilmesi; özüyle alakalılar da dahil her türlü kader macerasını dıştan bir gözlemci serin kanlılığı ile seyredebilmesi neticelerinde taçlanan fıtri olgunluk halidir. O, bazen “rıza” rengi, bazen hikmeti kavrama, algılama refleksi, bazen de hadiselerin çehresindeki ilahi lütfu idrak derinliğidir.
Gülümsemek, ontolojik neşideye iradi uyum, kozmik sürura aktif katılımdır. Sabır şarttır, sevgi kaçınılmazdır, şükür vecibedir, iyimserlik öncelikli ilkedir, önsezi elzemdir. Gülümsemek, muştuya talip, muştu ise kendini ifadede gülümsemeye muhtaçtır.
Gülümsemek, burukluğa reddiyedir. Gama, kasavete, karamsarlığa geçit yoktur. Yeis, ümitsizlik sürekli sürgündedir.
Bela ve musibetlerin gülümseyen yüzünde aksedenleri okumak gülümseme seçkinliğini elde etmiş bulunmakla yakından alakalıdır. Hayatı, ölüm tekdüzeliğinden kurtarıp canlı ve çekilebilir kılan inişler çıkışlar anaforunun munisleşerek yaşam sevgimizin ve masum tutkularımızın motive gücüne dönüşmesi hadisesi, ancak natürel gülümseme olgusunun bir temel disiplin, bir değişmez sabit tavır haline getirilmesiyle mümkündür.
Gülümsemek, barışa, uzlaşmaya hal diliyle yapılan önemli çağrıdır. Onun bulunduğu ortamda düşmanlığın kalması, onun korunduğu yerde dargınlığın barınması imkansızdır. O, kinin, nefretin, bağnazlığın kimyasını bozan gizemli terkiptir. Gülümsemek, dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği, yoldaşlığı pekiştiren güçlü iksirdir. O yerinde en beliğ beyan, yerinde en zarif nükte ve yerinde en ahenkli şiirdir…
Gülümsemek, ruhani yoğunluğu dengeleme, nefeslendirme ameliyesidir. O, ”Şathiye” türü taşkınlıklara götürücü tuzaklardan beri durma becerisidir. Nefis ve şeytanın gurur, kibir ve bencillik yönlü aldatıcı, saptırıcı, baştan çıkarıcı telkinlerine karşı içe dönük müstehzi tebessüm, oyun bozucu veli hamlesi, her iki hasma da kendi hiçliğini bildiğini bildirme göndermesidir.
Gülümsemek, kendi ifratı olan gülme ve kahkahayı biraz geri, tefriti bulunan somurtkanlığı ise biraz ileri çekerek ciddiyet, vakar ve tevazuu daim hal kılma gayretidir. Hayır, başka değil, o bir peygamber ahlakı, o bir nebi edebidir...
Peygamberimiz Efendimiz hayatının her anında boşalmaya hazır yağmur yüklü bulutlar gibi hep hüzünle yaşadı, bir iki istisna dışında onu kimse gülerken görmedi. Ne ki onun mübarek yüzünden tebessüm hiçbir zaman ve asla eksilmedi. Öyleydi.
Ve O’nun tebessümü, çevresine teselli, sekine, kendi çile ve ıstıraplarına ise bir sütre, bir perdeydi.
Rahmet, ezeli, ebedi tebessümdür. Tüm yaratılmışlar varlığını böylesi bir tebessüme borçludur. Beşerin dudaklarında açan tebessüm goncası rahmetin beşerdeki izdüşümüdür.
Tebessümün olmazı olduran, imkansızı mümkün kılan gücünün asıl kaynağı bu sırda saklıdır.
Hayrete, hayranlığa götürecek ölçüde rahmet dalgalanmasının nihai sonucu hep ilahi tebessümle mühürlüdür. Peygamberimiz Efendimizin anlattıkları şu gaybi müşahede konumuzla ilgili yönüyle de son derece önemlidir:
Mizan kurulmuş herkese dünyada işlediklerinin dökümü yapılmaktadır. Nihayet sıra bu kişiye gelir. Ona da işlediği hatalar, günahlar bir bir söylenir. Fakat kendisinin bildiği, hatırladığı pek çok günah nedense gizlenmiş, söylenmemiştir. Bu durum onu çok sevindirir. Nihayet Rab’ten ferman gelir. “Ben kulumun bütün günahlarını sevaba dönüştürdüm” buyrulur. Kul şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemez. Sadece, ama benim burada görülmeyen daha pek çok günahım var, der. Ve Rab, kulun bu haline tebessüm eder..
İnsanın “Rahman suretinde” yaratılması hakikatini tebessüm ne güzel, ne anlamlı ifade eder. Böylesi yüce gayeye yönelik tebessümün her biri, bazen tek başına bütün bir ömre değer…