HATALARDAN DERS ÇIKARMAK
İnsan fıtratı hataları ölçüp tartabilen kabiliyettedir. Akıl ve vicdanıyla hatalarından ders çıkarabilir. Müslümana ‘Ölmeden önce ölünüz!’ öğüdüyle, amel ve geçmiş muhasebesinin amacı da budur.
Amerikalı Edward A. Murphy Jr. ABD Hava Kuvvetlerinde roketler ve insan üzerine ivmelenmenin etkilerini inceleyen bir mühendistir. Yaptığı deneylerdeki başarısızlıklar üzerine, modern teknikte analitik ölçüt olarak hataları önleme stratejisi olan bazı kurallar dizisi getirmiştir. Murpyh her iş, oluş ve durumu tersten okuma yeteneğine sahip biridir. Bazılarında ince nükteler olan sözleri, “Murphy Kanunları” adıyla mühendislik çalışanları arasında bilinir. Murphy Kanunları temelini sibernetik ve sistem kuramındaki fen bilimsel-matematiksel bir kanundan alır. Bu da demektir ki; bir olayda az/düzensiz bir organizasyon ve daha çok kaos ihtimalinde, sıkı organizasyona/ düzene göre çok daha baskındır.
Daha basit bir cümleyle söylemek gerekirse; düzensiz bir organizasyonun kaosla neticelenmesi kaçınılmazdır.
Murphy bir Müslüman değildir ve her sözü doğru da olamaz. Fakat tıpkı Müslümanlar gibi pek çok işlere kalkışan insanın hatalarını tersten okuyarak tespit etmiş ve sebeplerine inebilmiş bir mühendistir.
Bugün İslami çizgideki STK’larda ve küçük çaplı gruplardaki kaos, düzensiz bir organizasyonun eseridir. Burada organize olamamaktan bahsetmiyoruz. ‘Keşke öyle olsaydı!’ dedirten bu vahim durumu, temelindeki nedenleri irdelemeye çalışıyoruz ve hemen Murphy’nin bir sözünü hatırlıyoruz,
“1500 liralık ampul daha önce patlayarak 10 liralık sigortayı kurtarır.”
Düşünsel ve ilkesel olarak netleşememiş insanlar İslam(!) dünyasındaki seyri doğru okuyamadıkları için duygusal ve reaksiyoner tepkiler veriyorlar. Hepimizin bildiği gibi, İslam(!) ülkeleri bir bahar sendromuyla iç ve dış parçalanmaya sürüklendi. Çözüm sürecinde kendisine ılımlı laik başrol biçilen -aslında dağların taşların yüklenmeyeceği bir emaneti cahilce yükleniveren- ülke, Türkiye’ydi. Devlet desteksiz var olamayan STK, ‘Küfür tek millettir’ sloganına rağmen, o tek milletin omzuna baş dayadı ve boyundan büyük işlere kalkıştı. Resullerin mücadelelerini örnek aldıklarını söyleyenler, bu zamansız ve yersiz hareketlenmeden büyük sonuçlar umdu. Dış politikalarıyla aslında Türkiye’nin hiçbir yere gelemediği somut verilerle ortada iken; mesela insani yardım niyetiyle yola çıkıp insan muamelesi bile göremeyen ‘Mavi Marmara’ gibi baştan yanlış hareketlerin neticelerinden dolayı, iktidara sitem bile edildi. ‘Biz sizi boşuna mı destekledik?’ imajındaki bu serzenişler, elbette ki ne gidenleri geri getirdi, ne de Gazze’deki ablukanın kalkmasına zerre fayda sağladı. Bilakis işler daha da sarpa sardı. İsrail’den gelen (güya) bir özre öyle sevinildi ki, birkaç gün sonrasında Gazze sularındaki kısıtlamalar ve şiddetli hava saldırıları ve bugünlerdeki İsrail-Türkiye ilişkilerindeki kaynaşmalar ya görülmedi ya da görülmek istenmiyor! İsrail’i normal devlet haline getirme misyonunu üstlenen Türkiye’nin bugünlerde İsrail ile ilişkileri, duygu ve refleks bunalımlarından uzak bir şekilde değerlendirilebilmeli ki hakikat gün yüzüne çıksın. Ve yine hatırlıyoruz Murphy’i;
“Başa çıkamayacağınız bir hata durumunu asla test etmeyin. Düzeltemeyeceğiniz yanlışı bilin ama (güçsüzseniz) peşine düşmeyin!”
Mekke toplumunda Müslümanların birlikte hareket etmeleri, vahye ve Hz. Peygambere uymalarıyla mümkün olmuştu. İslam’ın temeli tevhit di ve tevhit ulaşılacak bir son değil, yolun başında ilan edilen yayılmacı bir hareketti. Bu yolda atılan her adım ve yapılan her iş, tevhide dayanmaktaydı. En önemlisi, yapılan işlerin önce tevhit inancı ile uyumlu olmasıydı. Asla batıdan esinlenerek, batılın yönlendirmeleriyle şekillenmiş değildi. Tabiri caiz ise, oyunun kendisi de kuralları da İslam’dı. Bir tek saha farklıydı, o da İslamlaşmayı bekleyen batıl düzen…
Günümüz Müslümanlarının amacı tevhit olsa bile, yapıla gelen bir hata artık fark edilmelidir. Oyunun da kurallarının da batıl güçler tarafından belirlendiği bir sahada, aşık atma metoduyla sonuca varılmaz. Hz. Peygamberin asla tevessül etmediği –etseydi yalnız bırakılacağı- böyle arayışlar, hem zaman hem enerji kaybı olduğu gibi; bir şeyler yapıyormuş rahatlığını Müslümanlara verir.
Görünen köyün kılavuzsuz tarifiyle bir ütopya olan vahdetin gerçekleşmesi; önce aynı İslam düşüncesinde toplanmayı gerektirir. İslam ve İslami mücadelenin temelinde, vahiy ve Hz. Peygamberin hayatıyla örneklediği bir hareket metodu vardır. Aynı anlayış aynı amele yöneltir. Algıdaki farklar muhakkak düşüncedeki farklılaşmaya ve oradan da amellerdeki ayrılığa neden olacaktır. Murphy’nin demesine göre;
“İnsanlar gerçekleri arar, fakat hep kendi görüşleri doğrultusunda ilerler.”
Bugün Müslümanların yönelişi de böyledir. Gerçekleri görebilmek, onu gören gözlerin ve gözlerin bulunduğu kafalara bağlıdır. Aynı vahye baktığı halde yüzlerce sesi çıkaran kafalar, bunun bir ispatıdır. O halde bir pratik timsali olan Hz. Peygamber bizi bir araya getirecek tek kişidir. O’nu ve izlediği metodu doğru anlamamız tek çıkar yoldur. Vahyin yönlendirdiği metodda birlik, aynı vücudun azaları olmamızı sağlayan tek çözümdür. Diğeri, şu toplama bilgisayarlar gibidir. Müntesiplerinin ayrı telden çaldığı STK’ların çatılarını; ‘Tevhid’ ya da ‘Kur’an’a Davet’ olarak belirlemeleri bile, birlikte hareket ettikleri manasına gelmiyor maalesef. Zira bu oluşumların düşünsel ve eylemsel kargaşalarını dışarıdan görebilmek, hiç de zor değildir.
İslam’ın hareket metodu, bireysel tebliğ ve eğitimle başlar. Tümdengelim değil tümevarım, bu metodunun en genel ifadesidir. Değişim ve dönüşümle değil; doğruyu doğru yöntemle inşa esasına dayanır. İslam’ı yaşayan ve yaşatan küçük bir öncü cemaat yerine, ümmet yaklaşımı güden kitlesel dönüşümü amaçlamak; gücünün üzerinde yüklenmek ve o yükün altında ezilmektir. Önce bu örnek öncü cemaat inşa edilmelidir.
Yine Murphy der ki,
“Bir işi tam yapmak için vakit bulunmaz, ama düzeltmek için daima zaman bırakılır.”
Düzeltmek, değiştirmek, dönüştürmek daha kolay gelir. Tıpkı bugünkü yanılsama gibi. Tevhid için uygun zaman ve zemini beklemenin, ne büyük bir hata olduğunun artık görülmesi lazım. Bir türlü ulaşılamayan emeller yerini boş ve derin bir bekleyişe bırakırken; olumlu serdedilen gelişmeler(!) boş avunmalardır. Nihayetinde istenen ortam oluşmaya başlayınca, batıla ayak uydurup bir ilkesi de amacı da kalmamış Müslüman için, şu sözüne kulak verelim Murphy’nin,
“İnsanlar diledikleri gibi davranabilecekleri özgür bir ortama kavuşunca, birbirlerini taklit ederler.”
İşte asıl tehlike budur. Bu bekleyiş sürecinde, İslami mücadelesini en asgariye çeken Müslümanın içine düşeceği en vahim durum dünyevileşmedir. Modernizmin kuşattığı hayatına sahip çıkamaz hale gelen Müslüman, bir süre sonra ipler eline geçse dahi geri dönemez. Şartları ve zemini beklerken, edindiği makam, mevki, para ve şöhretten vazgeçmesi zorlaşır. Bu durumda ya kendilerini bu yola sürükleyenleri taklit eder, ya da hayallerinde yaşattığı bir sahabedir artık o. Böylece her şey yoluna girmiş ve rahatlık dönemi başlamıştır. Bakalım Murphy şimdi ne diyor?
“Her şey yolunda gidiyor gibi görünüyorsa, senin dünyadan haberin yok.”
Müslüman için en sıkıntılı dönem budur. Bu dönemde, kendilerinden uzaklaşıp başkalarının derdiyle hemhal olur ve güya genel gidişattan rahatsızdır. Fakat ne hikmettir ki, konforundan ve kişisel zevklerinden bir türlü vazgeçemez. Bunun yanı sıra o hala bir İslamcı ya da bir Müslüman dır.
Görüldüğü üzere baştan yanlış başlayan ve yanlış istikamet tutturulan herhangi bir işin sonu da yanlıştır. Gelinen nokta çelişkili bir kaostan başkası değildir. Dünyevi hesaplı kayıplar telafi edilebilir, ancak ahiret riske atılmayacak kadar mühim ve değerlidir. Tabi Müslüman için.
Fıtratımızdan gelen ses, hatalarımızı bulabilmemizin yolunu kulağımıza fısıldıyor.
Fatma Ceren.