Hastalıklı ve Gafil Kalpler
Bunlar, sıhhatli ve ölü olan kalpler arasında mutavassıt bir mevkîdedirler. Böylelerinin hâli, bedenen hasta insanların muzdarip hayâtına benzer. Ne dünyevî hayatlarında bir âhenk, ne de içlerinde bir huzur vardır. İç âlemlerindeki belirsizlik dış âlemlerini, dış âlemlerindeki düzensizlik de iç âlemlerini menfî tesir altında bırakır. Dimağlarındaki karmaşa, tüm hâl ve hareketlerine sirâyet eder. Şüphe, kararsızlık ve tutarsızlık girdaplarında bocalayan bu tip hasta ve gâfil kalpler; cehâlet, şehevât ve ihtirasları sebebiyle bilumum ahlâksızlıklara düşme ihtimâliyle her an karşı karşıya bulunmak gibi mânevî illetlere müpteladırlar.
Ayet-i kerimede bu zümre hakkında Cenâb-ı Hak: "Onların kalplerinde hastalık vardır, Allâh da onların hastalıklarını artırmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle, onlar için elîm bir azap vardır." (el-Bakara, 10) buyurmuştur. Şüphe; bir hakikat dalına konamamak sûretiyle, feyizli bir rûhânî hayattan mahrûm kalma hastalığıdır ki, kalplere mânen ölüm sancıları getirir. Yine kalbi tatmîn edecek îmânî istikrardan mahrûmiyet, onları dâimî bir huzursuzluk hastalığına müptela kılar.
Cehalet; hakikatten mahrumiyetin ızdırabını dahî bilemeyecek derecede körlük, zavallılık, acı ve karanlık dolu bir yoldur. Bu hâl kendilerini istîlâ ederek, onları sonu mutlak hüsrân ve felâket olan bir yolda yürütür. Şehevât ve ihtiraslar; kalbin rikkatini kaybederek duyarsızlaşması netîcesinde, doymak bilmeyen arzuların tahakkümü altında bulunması hastalığıdır. Bir nevî emel çılgınlığıdır ki, sükûnet bulacağı ve karar kılacağı yegâne yer, selvilerin koyu gölgeleri altındaki kabristanların kara toprağıdır.
Ahlâksızlık; kalbin manevi kanseridir. Vaktinde tedâvî görürse Allâh'ın izniyle şifâ bulunabilir.
Kalbin korkunç bir hastalığı da katılıktır ki, zarîf ve latîf neşvelerin, insânî duyguların ve rûhânî akislerin nârin temaslarını duyamamak mahrûmiyetidir. Böyle kalpler, itaat tanımaz, irşat sesi dinlemez, inilti feryat duymaz, merhamet ve şefkat nedir bilmezler. Taşlar bile bu kalplere nazaran daha yumuşak, daha sıcak ve sevimli kalır. Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'de bu hakikati şöyle ifade buyurmuştur: "...(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allâh korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allâh yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir." (el-Bakara, 74)
Ayet-i kerimeden anlaşılacağı üzere kalbin katılığı, Allâh'ı hatırlamamak ve ilâhî hakîkatlerle uzun bir süre ünsiyetten mahrûm kalmanın tabiî bir netîcesidir. Diğer bir âyet-i kerîmede de Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: "Allah’ı zikretmek hususunda kalpleri katılaşmış kimselere yazıklar olsun. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler." (ez-Zümer, 22)
Hasta ve gafil kalplerle yapılan ameller, Hak katında kıymetini kaybeder. Kalpler, Hak nûruyla aydınlanmadıkça körleşir ve hissizleşir. Kâinattaki ilâhî esrârı fâş eden bin bir nakışı ve kevnî âyetleri göremez hâle gelir. Ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak: "(Ey Habîbim! Sana karşı gelenler) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? (Şayet ibret nazarıyla dolaşmış olsalardı), düşünebilecekleri (hissedebilecekleri) kalpleri, işitebilecekleri kulakları olurdu. Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur." (el-Hacc, 46) buyurmakla ibret nazarlarının kalpler için ihyâ edici bir uyarıcı mevkiinde bulunduğunu beyân etmektedir. Kalbin nûruyla bakmadıkça, göz penceresi bir işe yaramaz. Zîrâ buğulu bir camın arkasından net bir manzara seyretmek mümkün değildir.
Kalbin ihmal edilen küçük hastalıkları dahî, telâfîsi mümkün olmayan büyük kayıplara ve hattâ onun mânen ölümüne sebebiyet verebilir. Bu sebeple kalplerin, büyük bir îmân titizliği içinde muhâfaza edilerek, Allâh'ın irâdesine teslîm olması zarûrîdir. Cenâb-ı Hakk'a tam mânâsıyla teslîm olmuş bir insanı, Yaratan'ından başka sevk ve idâre edecek hiçbir güç yoktur. Şu hadîs-i şerîf, kalbi muhâfazanın zarûretini ne güzel ifâde eder: "Haberiniz olsun ki, insanda bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi olur; o bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İşte o, kalptir." (Buhârî, Îmân, 39)
Bu dünya, Cenâb-ı Hakk'ın imtihan ve teklîf sahrâsıdır. Üzerinde türlü türlü imtihan rüzgârları esmekte ve insan kalbini çeşitli tesirler altında tutarak, bir o yana bir bu yana sürüklemektedir.
Dünyanın imtihan mekânı olarak takdîr edilmesinin tabiî bir netîcesi olarak cereyân eden birbirine zıt vukûat fırtınalarının, kalbi, bir kuru yaprak gibi önüne katıp sürüklememesi için, onun bu tesirlerden muhâfaza edilmesi zarûrîdir. Bu itibarla da kalbi, Cenâb-ı Hakk'ın ilâhî nusret ve muâveneti cihetinden esen tatlı meltemlere teslîm etmek icap eder. Bu da ancak Allâh'a ilticâ etmek, O'nun emir ve nehiylerine itaat ve teslimiyet göstermekle mümkündür.