O’nunla Şahsiyet Bulmak
İslâm dini bir taraftan insanları tevhit inancının tabiî bir tezahürü olarak, birlik, bütünlük ve dayanışmaya sevk ederken, diğer yandan kişisel farklılıkları ve eğilimleri kabul etmekte, fakat bu farklılıkların hiçbir zaman toplumsal ayrılıklara dönüşmesine onay vermemektedir. İnsana, hem maddî hem manevî boyutta en üstün varlık olduğu fikrini aşılayan İslâm, ona diğer canlılardan farklı olarak birtakım sorumluluklar yüklemiştir. Yanlışı doğrudan ayırt eden ve ilâhî esintilere muhatap olan aklı, merhamet duygusunu ilham eden gönlü ile insan, kâinatta eşsiz bir varlıktır.
İlâhî kurtuluşa götürecek olan iyilik yolundan ayrılarak, maddî değerleri önceleyen toplumlarda dayanışmanın temel dinamiği olan fedakârlık ve diğerkâmlık gibi değerlerin unutulduğu, bunun yerini daha çok kazanmak, daha çok tüketmek gibi dünyevî hazza dayalı fiillerin aldığı görülmektedir. Hâlbuki toplumsal yapı, kuralların ruh ve maneviyattan uzak şekilde alelusul uygulandığı ve ahlâkî değerlerin ancak müeyyidelere bağlı olarak sergilendiği bir alan değil, sevgi ve muhabbet hislerinin, merhamet ve hürmet tezahürleriyle insanî ilişkilere yansıdığı yer olarak gönül dünyamızın bir aynasıdır.
Sınır tanımayan hazların, insanlığı çepeçevre kuşattığı bir ortamda, “kişi kendisi için istediğini, kardeşi için istemedikçe iman etmiş olmaz” diyen bir din anlayışının söyleyecek çok şeyi vardır. Bu anlayış “insanların en faydalısının başkalarına faydası dokunanlar” olduğunu söyleyerek, dimağlara, nefsin esiri olan eğilimlerin yerine akıl ve gönlün ahenginden doğan sağduyuyu; vicdanlara da sınırsız özgürlüğün yerine ötekinin hukukuna saygılı hürriyet anlayışını yerleştirmektedir.
Hayatı, nefsî arzuları tatmin etmekten ibaret olarak görmek, kalabalıklar içinde yalnızlaşmış, yalnızlıkları içinde umudunu yitirmiş bireyler doğurmaktadır. Böylesi bir anlayışta öğrenilen her bilgi ve yapılan her iş insanı biraz daha mekanikleştirmekte ve kırılgan hayatlara yol açmaktadır. Oysa Kur’an, gerçek zenginliğin insanın dünya hayatındaki konumunu ve gayesini bilmesi olduğunu hatırlatmaktadır. Böyle olduğu takdirde insan, Allah’ın sonsuz hikmet hazinesiyle gönül dünyasını besler ve toplum içinde, şahsiyetiyle belirginleşir. İslâm medeniyeti insana şahsiyet kazandıran bu derunî yönüyle, onu uzak ufuklardan beslenen akıl ve gönül insanına dönüştürür.
Bu düşüncelerle, tüm farklılıklarımızı bir zenginlik olarak gören ve tevhit idealinde bütünleştiren İslâm dininin mensubu bireyler olarak, insanlığa örnek olma sorumluluğumuzu bir an olsun unutmama arzumuzu belirtiyor ve insanlık için daha güzel günler temenni ediyorum.