* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Şahit Ol Ya Rab Diyebilmek  (Okunma sayısı 162 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı webtasarim

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 298
Şahit Ol Ya Rab Diyebilmek
« : Şubat 21, 2025, 07:19:31 ÖS »


Şahit Ol Ya Rab Diyebilmek
 
Bir ömür süren mücadelenin neticesidir, Rabbi kendine şahit tutabilmek. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gibi…

O’nun mücadelesi aslında yirmi üç seneye değil, bir ömre tekabül etmektedir. Hayatının her bir anı kendisine düşmanlık güden kişilerce dahi takdir edilircesine “el-Emîn” sıfatıyla mevsuf hale gelmişse, bu ahval Peygamber Efendimiz’in bir ömür boyu İslâm mücadelesi verdiğinin kanıtı değil midir? Nübüvvet vazifesi verilmeden önce bile peygamberliğe hazırlanırcasına bir hayat sürerek Peygamberlik vazifesiyle birlikte bu birikimin üzerine inşa ettiği tebliğ görevini hakkıyla ifa etmenin neticesinde ümmetine verdiği Veda Hutbesini “Şahit ol Ya Rab!” duasıyla nihayete erdirmişti.

Kolayına kaçıyoruz bazen Alem-i İslâm olarak. “O bir peygamberdi, çağ farkı var, şartlar ve zemin aynı değil” gibi bahanelerin arkasına saklanıyoruz. Halbuki değişen tek şey takvimde gördüğümüz rakamlardan ibaret. Değişmeyen yegâne şey ise hak ve batılın mücadelesi. Zina, faiz, alkol gibi kebâir melanetler; zulüm, isyan gibi yaratıcının ve yaratılanların hukukunun çiğnendiği bir ortam varlığını korudu, Ademoğlunun dünyaya ayak bastığı günden beri. Peygamber Efendimiz de bu mücadeleyi, tarih kitaplarına Cahiliye dönemi olarak geçecek rezilliklerle yaşanan bir dönemde verdi. Yaşadığı yılların evvelinde daha temiz bir ortam vardı belki de. Ama O bunların hiç birine aldırmadı. Bir an bile bıkkınlık göstermedi, İslâm’ın mücadelesini yürütürken. "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!"[1] ikazı ile ruh tazelerken, "Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin"[2] taltifleriyle ahlakı, iffeti ve imanın kalitesini gösterdi ümmetine. Ve nihayetinde Yüce Allah’ın izniyle Cahiliye dönemini Asr-ı Saadet dönemine tebdil etti.

O halde hangi mazeret, hangi bahane ya da hakikaten bir etken olarak hangi sebep bizi bu iman mücadelesinden alıkoyabilir? Alkolün su gibi tüketildiği, zina etmenin normal bir eylem gibi görüldüğü, faize ticaretin bir parçası olarak bakıldığı, cinayetin rutin bir faaliyet, kan davasıyla insan katletmenin şeref addedildiği, kız çocuğunun utanç vesikası görülerek yerin dibine geçirilip itibarın kurtarıldığı bir çağda gökteki yıldızlara[3] emsal olacak bir nesil yetiştiren Peygamber Efendimizin bu mücadelesi O’nun bize bıraktığı en büyük sünneti değil midir?

Namazlarımızdaki sünneti terk etmekten imtina ettiğimiz gibi mücahede ve mücadele sünnetini terk etmekten de korkmamız gerekmez mi? Bugün bizlere düşen vazife, Peygamber Efendimiz gibi aynı şevk ile nihayeti kıyamet olacak dünya hayatında hak-batıl savaşının kaim olduğunu unutmadan bu mücadeleyi devam ettirmektir.

Yaşadığımız coğrafyadaki insanların Müslümanlığına ya da Müslümanlık kalitesinin artmasına vesile olabilme gayretinin yanı sıra, diğer coğrafyalarda da İslâm’ın hayat nizamı olmasının heyecanı ile yaşamalıyız. Mus’ab bin Umeyr’i Mekke’den Medine’ye sürükleyen bu heyecan değil miydi? Rahmet elçisinin verdiği tebliğ vazifesini hayatı pahasına yerine getirmeye çalışan bu kutlu sahabî, memleketini ve yaşadığı müreffeh hayatı terk etti. O’na bunu yaptıran, İslâm’ı yaşama ve İslâm’ın gönüllere yerleşmesi mefkuresiydi. Bu vazifesinin altından nusret-i ilâhî ile kalkarak aslında yıllar sonra nasip olacak mukaddes belde Mekke’nin fethinin ilk adımlarını atmış oldu. Zira fetih yalnızca kılıçla, silahla değil yüreklere dokunarak, İslâm’ın sinelerde yer tutmasına vesile olarak da yapılır. Ve esasen fethedilen beldenin İslâm yurdu olması toprakla birlikte o toprağın üzerindekilerin gönüllerini fethetmeye bağlıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz kılıçla fethettiği Mekke’yi, ezanla dalga geçen gençlerin başını okşayıp kalplerine İslâm’ın güneşinin doğmasına vesile olarak tam bir İslâm yurdu kılmıştı. Öyle ki o gençlerin arasında olup da imanın nuru ile Peygamber Efendimizin müezzini olma bahtiyarlığına eren Ebû Mahzûre gibi mukaddes şahsiyetler zuhur etmiştir.[4]

21. yüzyılda yaşıyor olmak bizler için bir mazeret değil bilakis bizi şevk ile gayrete teşvik edecek bir sebep değil midir? Mesuliyetlerimiz ve zorluklarımız, Cahiliye dönemi gibi bir dönemde mücadelesini sürdüren Peygamber Efendimizden, eşine ve evladına rağmen mücadelesini sürdüren ve bu mücadeleden bir an dahi vazgeçmeyen Nuh Aleyhisselam’dan, karşısına çıkan engel Kızıdeniz dahi olsa tevekkülüyle Rabb’e yönelip mücadelesinden asla yüz çevirmeyen Musa Aleyhisselam’dan daha büyük ve daha çetin değildir. Vazifemiz ilk günkü gibi, İslâm’ın hayat nizamı olması için her şeyini feda etmekten bir an dahi tereddüt etmeyen Ashab-ı Kirâm’ın vazifesiyle aynıdır. İdam sehpasında dahi olsa, “Peygamberime zeval gelmesi şöyle dursun, ayağına bir diken batmasına dahi rızam yoktur” diye sadakatle gayretinden taviz vermeyen Zeyd bin Desinne gibi sarılmalıyız bu mücadeleye.

Ateş çukurunun dudağında şeytana yoldaş olan milyarlarca bedbahtın aksine, o uçurumun kıyısından bizi kurtaran Rabb'imize bir şükür nişanesi olarak ortaya koymalıyız bu gayreti. Yaşadığımız çağın tüm fitneleri karşısında Müslüman kimliğimizi muhafaza ederek, bizi içine çağıran tuğyan ateşine ve o ateşi harlayan iblislere aldanmadan ölüm gelinceye dek Müslümanca yaşamalıyız. Unutmayalım ki ancak emrolunduğumuz gibi dosdoğru yaşayarak yüce bir ahlakın sahibi olabiliriz. Ve yine unutmayalım ki Alemlere rahmet olarak gönderilen Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu mücadelesini bir ömür sürdürdüğü için ümmetine tebliğini ve Veda’sını “Şahit Ol Ya Rab!” diye nidada bulunarak tamamladı.

Ne mutlu; zaman ve mekân fark etmeksizin Rabbine itaat edebilene. Ne mutlu; yalnızca Rabbini razı etmek için, İslâm’ın gönüllere yerleşmesi gayretini gösterene. Ne mutlu haramlara bulaşmadan, fuhşiyyata meyletmeden, istiğfar ile ömrünü geçirip ruh emanetini “Şahit Ol Ya Rab!” diye teslim edebilene.

------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Hûd, 11/112.

[2] Kalem, 68/4.

[3] Beyhakî, el-Medhal, s.164

[4] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/409; Nesâî, Ezân, 5,6; İbn Mâce, Ezân, 2.

 


* BENZER KONULAR

Ramazan-ı Şerîfte Çok Dua ve İstiğfar Etmelidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:33:06 ÖÖ]


İç Sesi Dinlemek mi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:24:39 ÖÖ]


Kur’ân Günlüğü 19 Cüz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:31 ÖÖ]


Peygamberimizin Rüyası Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:21 ÖÖ]


İnsanları En Çok Cennete ve Cehenneme Götürecek İki Önemli Amel Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:18:44 ÖS]


Şefkat ve Merhamet Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:11:01 ÖS]


28 Şubat Post Modern Darbesi 11 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:03:28 ÖS]


Çanakkale Destanı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:55:28 ÖS]


Ramazan! İman Sohbetleri 5 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:45:44 ÖS]


Karia Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:36:57 ÖS]


Sadaka-i Fıtrın Önemi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:31:00 ÖÖ]


Kur’ân Günlüğü 18 Cüz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:20:55 ÖÖ]


Mahşer Alemi ve Şefaat Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:08:26 ÖÖ]


Gerçek Kardeşlik Gönderen: webtasarim
[Mart 17, 2025, 04:20:09 ÖS]


Zalimler Asla Kazanamazlar Gönderen: webtasarim
[Mart 17, 2025, 04:14:09 ÖS]


Üç Türlü Zulüm Gönderen: webtasarim
[Mart 17, 2025, 04:00:07 ÖS]


Hizmet Nimettir Gönderen: webtasarim
[Mart 17, 2025, 03:43:47 ÖS]


Tavsiyeler Gönderen: webtasarim
[Mart 17, 2025, 03:39:52 ÖS]


Kur’an-ı Kerim’in Lisanında - Aklı Kullanmak Gönderen: webtasarim
[Mart 17, 2025, 03:24:01 ÖS]


Gerçek İflas Eden Kimdir Bilirmisiniz Gönderen: fanidunya NET
[Mart 17, 2025, 09:12:31 ÖÖ]