İnsan ve Vatan Sevdası
İnsan, genel olarak bir yerde yerleşik olarak yaşamayı kendisine ilke edinmiş bir varlıktır. Çünkü bu, ona beslenme, barınma, tanışma, dayanışma, yardımlaşma, inandığı gibi yaşama başta olmak üzere pek çok alanda bir takım kolaylıklar sağlamıştır. İnsandaki bu tutku ‘vatan/yurt’ olgusunu doğurmuştur. İnsanın ilk ve asıl yurdu cennettir. İkinci ve geçici yurdu ise yeryüzüdür. İnsan, yeryüzüne sınav için gönderilmiştir. O, yeryüzünü imar ile görevlendirilmiş ve buradaki hedefi, bu imar faaliyetiyle asıl ve kalıcı yurdu olan cenneti kazanmak olarak belirlenmiştir. “Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur.”1
Yeryüzü insan için yaratıldı. Yüce Yaratıcı, pek çok âyetinde yeryüzünün insan için yaratıldığını ve onun emrine müsahhar kılındığını açıklar: “O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir binâ kıldı.”2
“Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O’dur.”3
“Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir.”4
Kutsal kitapların verdiği bir ilâhî müjdeye göre yeryüzünün asıl sahipleri Yüce Allah’ın sâlih kullarıdır, bu ilahî müjde bu şekilde Kur’ân’da da tekrarlanmıştır.: “And olsun ki, Tevrat’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık.”5
İlim adamları âyette geçen arz/yeryüzü kelimesi ile kasdedilenin cennet yurdu yahut dünya yurdu olabileceğini söylemişlerdir.6
Bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Yeryüzü bana mescid kılındı.”7
Hadisi şu şekilde anlamamız mümkündür: Bütün yeryüzünün temiz yerlerinde ben secdemi/ibadetimi yapabilirim. Bütün yeryüzünü mescid gibi görüp maddî ve manevî kirlerden arındırmalıyım. Yeryüzünün her yerinde, mecidde imişim gibi Müslümanca bir tavır sergilemeliyim. Hadis, yeryüzünün bu ümmet için bir emânet ve nimet olduğuna dikkat çeker.
Vatan (vatan-evtân, mevtın-mevâtın) kavramı, sözlükte, yerleşmek, bir yeri yurt edinmek, kendini bir şeye alıştırmak anlamına gelir. İnsanın doğduğu, yerleşip yaşadığı ve defnedildiği yer, insanın yaşadığı, nasiplendiği, huzur bulduğu yer. İnsanın bir amaçla yerleştiği yer için bu kavram kullanılmıştır.8
Çoğu zaman insanlar, doğdukları yahut yaşadıkları yere nisbet edilmiş, vatan insan için ayırt edici bir alâmet olmuştur:
Mekkî, Medenî, Bağdâdî, Dımeşkî, Mısrî, Konevî gibi. Kur’ân, toplumları bir kısım yerlere nisbet ederek anmış ve onları yaşadıkları yerlerin dostu olarak nitelemiştir: Ashâb-ı Medyen (Medyenliler), Ashâb-ı Eyke (Eykeliler), Ashâb-ı Hıcr (Hıcırliler), Ashâb-ı Kehf, Ashâb-ı Rakîm, Ashâb-ı Rass, Ashâb-ı Uhdûd, ashâb-ı karye gibi. İslâm fıkhında, kişinin doğup büyüdüğü ve üzerinde yaşadığı yer vatan-ı aslî, geçici olarak kaldığı yer ise vatan-ı ikâme yahut vatan-ı süknâ olarak nitelenmiş ve buna göre seferîlik hükümleri konulmuştur. Yine hukukta, İslâm’ın yaşanılıp yaşanılmaması ve üzerinde Müslümanların yaşayıp yaşamamasına göre yerler Dâru’l-İslâm ve Dâru’l-Harb olarak tanımlanmıştır.
İnsan, âidiyet duyduğu yerde huzur ve güven içerisinde yaşar. Vatansız insan, ruhsuz cesettir. Onun için Hz. Ömer, “Allah ülkeleri, vatan sevgisiyle mamur etti.”9 diyerek bu gerçeğe işaret etmiştir.
Vatan sevgisi insanda bir tutkudur. Bunun üzerine ne şiirler yazılmış, ne sözler söylenmiştir! Vatanından uzakta olmak gurbet; yolculuk ise bir sıkıntı sebebi sayılmıştır. Mısır’da vefat eden Hz. Yûsuf’un cesedinin kendi memleketi el-Halil’e getirilmesini vasiyet etmesi, insandaki bu tutkuya en güzel örnektir.
Tarih boyunca yurdundan edilmek/sürgün insan için en büyük cezâ sayılmış, insanlar vatanlarından ayrı düşme yahut vatanlarında özgürce yaşama haklarının ellerinden alınma endişeleriyle yaşamışlar, yurtlarını kaybetmemek için her şeylerini ortaya koymuşlardır.
“Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmayalım?”10
“Şâyet onlara ‘Kendinizi öldürün.’ yahut ‘Memleketinizden çıkın.’ diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı.”11
Âyette can ve vatan sevgisi birlikte zikredilmiştir. Onun için insanlar, vatanları uğruna canlarından vazgeçmekten geri durmamışlardır. Şair bunu ne güzel ifade etmiştir:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ.
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ;
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
İnsanın yaşadığı yer, onun iyi yahut kötülerden olmasına etki eder. Onun için hadiste, sürekli kötülük işleyen kimsenin bulunduğu yeri terk etmesi özellikle istenmiştir. İnandığı gibi yaşamanın engellendiği yerden inandığı gibi yaşayabileceği yere göç etme demek olan hicret bir ibadet olarak görülmüştür.12
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’de Yurt Sevgisi/ Mekke-Medine Sevdası
Peygamberimiz, Mekke doğumludur ve elli üç yıl orada yaşamıştır. O, elli üç yıllık yurdu Mekke’den çıkarılmak zorunda bırakıldığında, hicret ederken Mekke’ye dönüp şunları söylemiştir:
“Vallahi, ey Mekke! Biliyorum ki sen, Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Allah’a en sevgili olanısın! Eğer senin halkın beni, senden çıkarmamış olsaydı, senden çıkmazdım!”13
Bir başka rivâyette de Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle duâ etmiştir: “Allah’ım! Doğrusu Sen, beni, benim en sevdiğim yerlerin birinden çıkarıyorsun. Öyleyse Sen, beni, Sana en sevimli gelen bir yere yerleştir!”14
Onun için de hicret yolunda inen şu âyetle, ona, Mekke’ye döneceği müjdesi verilmiştir: “Kur’ân’ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni döndürülecek yere döndürecektir.”15
O, Medine’de yaşadığı sürece de Mekke’yi unutmamış ve hatta Mekke rüyaları görmüş, sonuçta da Mekke’yi fethetmiştir:
“And olsun ki Allah, Peygamber’inin rüyasının gerçek olduğunu tasdîk eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.”16
Ancak Hicret’in sekizinci yılında Mekke’yi fetheden Peygamberimiz, Mekke’ye yerleşmemiş ve Medine’ye dönmüş, iki yıl kadar sonra da orada vefat etmiştir. Mekke doğumlu olan Peygamberimiz (s.a.v.)’in kabri Medine’dedir. Onun bu uygulamasından da mü’min için asıl ve kalıcı yurdun inandığı gibi yaşadığı yer olduğunu çıkarabiliriz. Onun için Bayrak Şairi Arif Nihat Asya şunları söyler:
Ezanımdan alışıp tekbire
Buldunuz mutluluk, imanımla…
Vatan ettim sizi ey topraklar
Beş vakit damgalayıp alnımla.
Yahya Kemal de insanın kökleriyle diri kalabileceğini şöyle haykırır:
Derler; insanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.
Sızlatır bazı saatler dayanılmaz bir acı
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Ruh arar başka tesellî her esen rüzgârda
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
Uğruna verdikleri canları ve döktükleri kanlarıyla bu toprakları cennet vatana dönüştüren ve her karışını şehit kanlarıyla yoğuran şühedâmıza rahmet ve cennet diliyoruz.
-------------------------------------------------------------
1. 11/Hûd, 61.
2. 2/Bakara, 22.
3. 2/Bakara, 29.
4. 45/Câsiye, 13.
5. 21/Enbiyâ, 105.
6. Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân; Mâturîdî, Te’vilât; Mâverdî, el-Uyûn..
7. Buharî, Müslim, Nesâî, Dârimî, Ahmed.
8. Bkz. DİA, Vatan md.
9. Bkz. DİA, Vatan md.
10. 2/Bakara, 246.
11. 4/Nisâ, 66
12. Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 46, İbnu Mâce, Diyât 2.
13. Ahmed, IV, 305; Tirmizî, Manâkıb 68.
14. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 213-214.
15. 28/Kasas, 85.
16. 48/Fetih, 27.