* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İnsan Zayıf Yaratılmıştır  (Okunma sayısı 1241 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 813
    • www.fanidunya.net
İnsan Zayıf Yaratılmıştır
« : Ekim 07, 2024, 07:16:10 ÖS »


İnsan Zayıf Yaratılmıştır

Allah sizden yükü hafifletmek ister,
Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
(Nisa Sr: 28)

Dünya üzerinde çok farklı coğrafyalarda yaşayan insanların, şaşılacak bir şekilde bazı ortak doğru ve ortak yanlış bilgisine sahip oldukları görülür. Ör: Zina, yalan, hırsızlık, faiz, zulüm ve doğru sözlülük, dürüstlük, yardımseverlik, sözünde durma, adalet ve nihayetinde Tek İlah inancı.

Bu durum –aşağı yukarı- tahrif edilmiş semavî kitaplar ve muhtemeldir ki, insanlığın bilgisine sahip olmadığı peygamberlere gelen vahiylerin, insanlık arasından çekilişinden sonra, ilerleyen asırlardaki o vahye dayanan yorumları/öğretiler sebebiyle böyledir.

“Hiçbir millet yoktur ki içinde bir uyarıcı geçmiş olmasın.” (Fatır Sr: 24), “Biz, her topluma bir elçi gönderdik, Allah’a kulluk edin, Tâğut’tan sakının diye.”(Nahl Sr: 36) ayetleri; bu yorumu yaparak bu sonuca ulaşmamızı mümkün kılıyor.

Bazı insanların, bu ortak doğru ve yanlışlara ‘evrensel akıl’ veya ‘insanlığın bu çağ itibariyle ulaştığı nihai merhale’ adını vermeleri, asırlardır devam eden bu durumu, ulaşılmış bir merhale gibi görmeye/göstermeye çalışmaları doğru değildir.

Her zemine ve zamana gönderilen tüm vahiylerin ortak omurgası sayılabilecek bu evrensel doğrulara göre yaşayan da var yaşamayan da. Bunlara ‘ilahi emirlerdir’ diyerek teslimiyet arz eden de var, etmeyen de. Hatta bunları, yalnızca kendi adına ‘iyi ve temiz bir insan olmak’ arzusu ve gayesiyle benimseyen de var.

Fakat sonuç itibariyle bilinen bir husus var ki insanlığın kahir ekseriyeti bunları ‘hak ve hakikat’ olarak kabul ediyor. Yaşantıları bunlara uygun olmayanların bazıları bile, bu ölçülerin doğruluğunu ve yaşanması gerektiğini söyleyebiliyor.

Öte yandan, insanlığın evrensel kabulleri olarak da adlandırılan bu ölçülerin; ilahî korumada bulunan en sonuncusunun mensuplarının, (‘sahiplerinin’ diyemeyiz çünkü sahibi Allah cc. dür.) kişisel bir düşüncelerini; sanki bir ‘ilahî ölçüden’, vahyin/dinin (Âl-i İmran Sr: 19) yani İslam’ın bir sabitesinden söz eder gibi, rahat bir şekilde söyleyiverdiklerini görüyoruz.

Son zamanlarda, bunlardan sıkça dillendirilen bir tanesi de şudur:

‘Müslüman, bunalıma girmez.’ (‘Bunalım’ kelimesi, ‘şiddetli iç sıkıntısı, buhran, kriz, darboğaz, daralma, çaresizlik, imkânsızlık, depresyon, ruhsal hastalıklar vs.’ yerine kullanılmaktadır.)

Acaba gerçekten öyle mi? Bu görüş sahipleri nasıl bir hayat yaşadılar, yaşıyorlar? Toplumla ilgileri ne düzeyde? ‘Müslüman’ kelimesinin sınırları içinde kimleri görüyor, kimleri bulunduruyorlar. Ümmetin sorunları konusunda ne kadar bilgiye sahipler?

Bir an için varsayalım ki ‘Müslüman bunalıma girmez.’görüşü doğru olsun.

Öyleyse;

* Kendi coğrafyamızda, başörtülü oluşu gerekçesiyle yani yalnızca inançları sebebiyle, türlü zorlukları aşarak geldikleri okullarından atılan kızların yaşadıklarına ve bunların tedavi gerektirecek hale gelen durumlarına ne ad verilecek?

* Aynı sebeple işlerinden atılan kız ve kadınların, bedensel hastalık olarak da patlak vermeye kadar giden durumlarına, gözyaşlarıyla susmalarına, yaşadıkları ‘hakiki yalnızlık’ sonucu, gözlerini ve gönüllerini semadan başka çevirecek yer bulamayıp içlerine kapanmalarına ne ad verilecek?

* Başarılı olduğu halde senelerce devam eden katsayı zulmü sebebiyle istediği okula bir türlü giremeyen ve yine inançları sebebiyle başarılı olsa bile istediği sahada, istediği kariyeri yapamayan kişilerin yaşadıkları yarım kalmışlık veya gönüllerinde hissettikleri engellenmişlik duygusunun oluşturduğu tatminsizliğe ne ad verilecek?

* Haçlı Savaşlarının gerçek bir uzantısı olan Bosna Savaşı esnasında, Haçlı güçlerin sessiz ittifakı ve sessiz izni; Müslümanların parçalanmışlıklarının ve her türlü zafiyetlerinin, en çok da iman zafiyetlerinin gölgesinde; eşleri-evlatları katledilen, defalarca ve aylarca tecavüze uğrayan; bazıları, -Âkif üstadımızın Safahat’ındaki tabiriyle- bu ‘Sırp eşeklerinden’ hamile kalan elli bin çocuk-kız ve kadının, daha sonra yaşadıklarına -ki bunlar: ‘sürekli ağlama, sürekli sallanma, sürekli susma, korku, intihar arzusu, hafızanın silinmesi, yemek yiyememe, daimi kusma isteği…’-ne ad verilecek?

* Kadın, erkek olarak çalışanların ve tüm öğrencilerin, yönetici elitin seneler süren zulüm ve baskıları sonucu yaşadığı, kendi olamama ya da inandığı gibi yaşayamama sonucu ortaya çıkan bir durum var. Bunlar, inandıkları gibi yaşayamama ve yaşadıklarının doğruluğuna da inanmamanın sonucu olarak ciddi ve ağır sıkıntılar yaşadılar, yaşıyorlar. Yani yaşarken bunların doğruları başka, yaşadıkları başka oldu. Bu duruma ne ad verilecek?

* En son olarak Tunus’ta, yaşadığı yoksulluğa tahammül eden ancak gördüğü şiddet ve aşağılamaya tahammül edemeyerek kendini ateşe veren Ebu Azizi’nin durumuna ne ad konulacak?

‘Müslüman, bunalıma girmez.’diyenler bu sorulara cevap vermeli değiller mi? Ya yeni kelimeler bulmalılar ya da susmanın da bir erdem olduğunu hatırlamalılar.

Söylenecek söz çok. Mehteran bölüğü gibi iki adım attıktan sonra, lütfen bir kere durup düşünülsün. Vücut salgılarına, ilaçlarla müdahale edildiğinde dahi neler ortaya çıkabildiği biliniyor. Her insan, hayata ve her şeye, doğaldır ki bulunduğu yerden bakar. Doğru olmayan ve vaz geçilmesi gereken; bulunmadığı yerden de bakabil(ir)miş ve görebil(ir)miş gibi sözler söylemesinin yanlışlığı… Çünkü bu mümkün olmaz. Geriye kalansa bakamadığını, göremediğini, bilemediğini, tarife-tanımlamaya kalkmak çabasıdır ki doğru sonuç alınmaz.

Sağlık Bakanlığının verisine göre Türkiye’de yalnızca ‘şizofren’ teşhisiyle tedavi gören ve kontrol altında tutulmaya çalışılan 250.000 (rakam doğru: iki yüz elli bin) kişi varken, insanlar en azından bilmedikleri, uzmanı olmadıkları konularda susma bilgeliğini göstermelidirler. Bu insanlar da hayatlarının başlarında, bugün kendisine ‘iyiyim, sağlıklıyım’ diyen herhangi bir kişi gibiydiler. Sonra ne olmuşsa olmuş işte. (Bu konuda, ‘Biz Siz Onlar’ adlı belgesel izlenebilir.)

‘Bu hastalardan Konya’da yaşayan biri, gece vardiyasından çıkarak eve gelip uyuyan erkek kardeşini, mutfaktan aldığı bıçakla otuza yakın darbeyle öldürüp kümese girip saklanmıştı.’ Bu durumun değerlendirmesini kim yapabilir? Hele de ekranda gözyaşları içindeki babayı seyrederken.

Fark edilen veya fark edilemeden toplum arasında yaşayan, tedavi edilebilen veya edilemeyen bu tür hastalardan bazıları, hastalığın atak döneminde, korkunç harcamalarda bulunuyor, bazıları ister kadın ister erkek olsun karşı cinse kontrol edemedikleri bir cinsel ihtiyaç duyuyor, bazıları şiddete yöneliyor anne-babasını bile dövebiliyor, bazıları içine kapanıyor evde bir odada günlerce, aylarca dışarı çıkmadan yaşayabiliyorlar. Dahası bunlardan bazıları hastalıklarını kabul ederken bazıları da kabul etmiyor.

Her çağın, kendine özgü sınanma şartları söz konusu olduğu gibi bu çağın da var. 20. ve 21. yüzyılın sınanma sebeplerinden en önemli bir tanesi de ‘çok küçük yaşlardan itibaren başlayan uzun süreli yoğun stres ve bunun getirdiği sorunlar, bunalımlar, hastalıklar, depresyonlar…’

Müslümanlar da etten, kemikten yaratılan, zayıflıkları (Enfal Sr: 66) bulunan insanlardır. Ayete belirtildiği gibi:

“Allah, din hususundaki ağır teklifleri sizden hafifletmek istiyor. Çünkü insan sabır ve tahammül bakımından zayıf yaratılmıştır”(Nisa : 28)

İnsan hem bedenen hem ruhen çok hassas bir varlıktır. Her bakımdan dengeli hayat şartlarına ihtiyaç duyar. Üzüntüleri ve endişeleri bitmez.

İnsanda bulunan tüm arazlar, iyi ve kötü yanlar Müslümanlarda da vardır. Ancak onlar, hayatlarını –güçleri nispetinde- vahiy rehberliğinde yaşamaya çalışırlar. Elbette bu süreçte küçüklü büyüklü hataları, eksiklikleri de olur/bulunur.

Müslümanların diğer insanlardan farkı, yaptıkları bir şeyin yanlış olduğunu fark ettikleri anda, bunlarda ısrar etmemeleridir. ‘Afüv, Gafur, Gaffar’ olan Rabbin, bu sıfatlarının tecellileri, bu Müslümanlar için değil de kâfirler için midir? Günde yetmiş kere -ki çoğula kinayedir- tövbe ettiğini, ümmetine ilan eden bir Peygamberin ümmeti, insanı ne olarak görüyor? Bozulması mümkün olmayan bir makine mi?

Belki şöyle demek daha doğru olurdu: Müslümanlar eğer Kuran’ı daha iyi anlasalar ve yaşasalardı, bireysel bunalımlar daha alt seviyede ve daha az olurdu; toplumsal bunalımlardan ise daha kolay ve çabuk çıkabilirlerdi çünkü çözümün yol ve yöntemini toplumun geneli bilir ve uygulayabilirdi.

Şöyle bir Temel fıkrası var: ‘ Araçların direksiyonlarının sağda ve yolun solundan gittikleri İngiltere’de, Temel arabasıyla trafiğe çıkmış. Türk usulü olarak yolun sağından giderken yukarıdan bir helikopterden anons gelmeye başlamış: ‘Bir araç yola ters girdi, trafiği aksatıyor.’ Bunu duyan Temel, kendinden emin, yukarıya doğru seslenmiş: ‘Ne birisi hemşerum, hepisi ters cideyi hepisi.’

İşin gerçeği bu… Başsız kalan, yetimliği iliklerine kadar yaşayan, inançları sürekli saldırıya uğrayan, bunlar karşısında sessiz kalırsa Peygamberinin ‘dilsiz şeytan’ ithamına maruz kalacağı için Allah’tan korkan, ses çıkarırsa fanatizmle-radikalizmle suçlanan, Yezit karşısında bir Müslüman gibi ‘Ya dinden ya candan’ sınavını yaşayıp duran dünya Müslümanlarının çoğu, gerçek bir çaresizlik yaşıyor. Bu çaresizliğin (yazının yazıldığı tarih itibariyle) -mesela İsrail’in 14 Kasım/dünden beri Gazze’yi bombalaması karşısında- yaşattığı duygusal durumun adı nedir? Acaba Temel bu duruma ne diyordur.

Kişi, aile, millet, devlet, ümmet olarak yaşanan tüm bu durumlara rağmen, hali aşağıdaki gibi değerlendirmek, bu çaresizliği derinden yaşayanların ‘fecr-i sadık’ı gördüklerinin ilanıdır. Selam ve dualarımla…

‘Şu halimize bakıp çıldırmak noktasında

Olsam da umut kesmem okyanus ortasında

Karanlığı kaplayan kopkoyu bir siyah var

Gemi yok, kılavuz yok ama olsun, Allah var.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]