Gönül Almak
Âl-i İmran suresi 159. ayeti kerimede şöyle buyrulur: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”
Bu ayeti kerime bizlere hem insanlarla olacak muaşeret adabımızı hem de kalplerin fethi için icra etmemiz gereken tebliğ metodunu öğretmektedir. Evveliyatla insanlarla olan muaşeretimizde yumuşaklık tavsiye edilmektedir. Atalarımız “Bıçak yarası onulur (geçer), dil yarası onulmaz (geçmez).” demişler. Öfke ve şiddet hem muhataplarımıza hem de bize zarar vermektedir. Yine atalarımız “Keskin sirke küpüne zarar.” diyerek öfkenin ve kırıcı olmanın en başta insanın kendisine zarar vereceğini bildirmişlerdir. Ehli hikmetten bir zat; “Dişlerim sertti, yıllar içinde kırılıp döküldü; ama dilim yumuşaktı, o hâlâ yerinde duruyor.” demiştir.
Yumuşaklık, güzel söz söylemek ve gönül almak, sadakaların en güzelidir. Zira sadakadan murat, insanların gönüllerine ferahlık vermektir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tebessüm etmemizin de bir sadaka olduğunu buyurmuşlardır. Allah Teâlâ, Bakara suresi 263. ayeti kerimesinde: “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir. Halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).” buyurur. Yine Allah Teâlâ, Duha suresi 9. ve 10. ayeti kerimesinde: “Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama.” buyurmaktadır. Bu ayeti kerimelerden anlıyoruz ki gönül yapmak, sadaka vermekten daha evladır ve sadaka vermek de zaten gönül almak içindir. Nitekim Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle bildirmiştir: “Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakiri yedir, yetimin başını okşa!” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 263) Mevlana da: “Fakru zarûret içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek suretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin ve senin de kalbin rakikleşip ruhun incelsin.” demiştir.
Ayeti kerimede yumuşaklıktan sonra affedici olmak tavsiye edilmektedir. Gönüllerin fethi için hiç şüphesiz affedici olup yapılan hataları uygun bir lisan ile uyarmak da çok önemlidir. Efendimiz aleyhissalatu vesselam Mekke’nin fethinde kendisine ve mü’minlere onca işkenceyi reva gören Mekkeli müşrikleri affederek Mekke’den önce gönülleri fethetmiştir.
Hz. Yusuf’un kıssasında da ayıpları örtmenin, affedici olmanın ve günahkârları Rabbimizin af kapısına yöneltmenin en güzel örneklerini görmekteyiz. Bir tebliğci olarak Hz. Yusuf önce kendi üzerindeki töhmetleri, suizanları yok etmek için masumiyeti tescillenmeden zindandan çıkmak istememişti. Suçsuzluğunu ortaya çıkarması için hükümdara haber gönderirken “Efendine dön de ona: ‘Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?’ diye sor.” (Yusuf, 50) diyerek haber göndermiş, kendisine iftira atan ve zindana girmesine vesile olan Züleyha’yı mahcup etmemek için onun ismini anmamıştı. Bu olayların akabinde gerçek ortaya çıkıp Züleyha suçunu itiraf edince de kendi nefsini dahi tezkiye edemeyeceğini bildirip Rabbimizin bağışlayıcı olduğunu söyleyerek Züleyha’yı ve diğer bütün günahkârları Rabbimizin af ve bağışlama kapısına yöneltmeye çalışmıştı. Yusuf aleyhisselam kendisine onca kötülük yapan, kuyuya atıp babasından ve vatanından ayıran kardeşlerinin de af ve tevbe kapısına yönelmeleri için uğraşmıştır.
Kardeşleri Mısır’a ilk geldiklerinde onları tanımasına rağmen kendisini tanıtmamıştı. Çünkü kardeşlerinin paraları vardı ve nefisleri hâlâ azgındı. Ta ki üçüncü gelişlerinde kardeşleri “Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızda tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır.” (Yusuf, 88) deyince Hz. Yusuf, onların parasızlıktan ve açlıktan nefisleri ezilmiş bir şekilde geldiklerini görmüş, o zaman kendisini tanıtmış; kardeşlerinin “Allah seni bize üstün kıldı.” demeleri üzerine de “Bugün sizi kınamak yok.” diyerek onları affetmiş ve hemen akabinde “Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” diyerek onların affı için dua etmiştir.
Nitekim Âl-i İmran suresi 159. ayeti kerimenin devamında da Rabbimiz, Efendimize affetmeyi tavsiye ettikten hemen sonra bağışlanmaları için dua etmesini de istemiştir. Hz. Yusuf’un kardeşleri de hatalarını idrak edip tevbe ettikten sonra babalarına gelip “Ey babamız! Allah’tan bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.” (Yusuf, 97) deyince Yakup aleyhisselam “Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yusuf, 98) demiştir.
Kalpleri fethetmeye talip olan bizler de hem bize karşı kusuru olanları affetmeye hem de onları Allah Teâlâ’nın affetmesi için dua etmeye gayret etmeliyiz. Bizler en çok sevdiğimiz kişilere dua etmekteyiz. Dua bir sahiplenmedir, dua ettiğimiz kişiye olan sevgimizin ve muhabbetimizin artmasına, kalplerde meydana gelen cereyan hattı sayesinde onun da bize olan sevgi ve muhabbetinin artmasına, belki de doğru yolu bulmasını dilediğimiz kişinin hidayetine vesiledir.
Âl-i İmran suresi 159. ayetin devamında “İş hakkında onlara danış” denilerek istişare etmek tavsiye edilmiştir. Nitekim hangi mevkide bulunursa bulunsun istişare etmek ve beraberinde bulunulan insanların görüşlerine değer vermek, onların gönlünü almaktır. Dünyevi işlerde istişare etmek fetanet sıfatıyla muttasıf âlemlerin fahri ebedisine dahi bu ayeti kerime ile bildirildiğine göre ne kadar akıllı ve tecrübeli olursa olsun hiçbir lider ve hiçbir kişi istişare etmekten vâreste olamaz. İstişare akabinde bir karar verilince de o kararda sabitkadem olmalı, Allah’a dayanıp gereğini sonuna kadar icra etmelidir. Zira her an görüşü değişen bir liderin tutarsız ve kararsız tavırları da insanların gözünden kaçmaz ve bu kişi insanların gönlünde yer bulamaz. Lider, bir işe karar vermeden önce istişare edecek, ölçüp biçecek, karar verince de Allah’a tevekkül edip kararlı olacak; her söylenen söz, her esen rüzgâr onu sağa sola savurmayacaktır.
Gönülleri fethetmek için sergilenmesi gereken tebliğ metodunu en güzel anlatan ayetlerden birisi de Nahl suresi 125. ayeti kerimedir. Bu ayeti celilede yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “(Resulüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”
Ayeti kerimede Rabbimiz kendi yoluna hikmet ve güzel öğüt ile çağırmamızı emretmektedir. Hikmetten murat; Kur’an, sünnet ve Kur’an-sünnetten neşet eden irfanî bilgidir. Cahil sofunun ve muhteris âlimin dinde yaptığı tahribatı hiç kimse yapamamıştır. Bu sebeple dünyevi menfaat ve kibir vesilesi olmayan bir ilim tahsili, Müslümanın birinci önceliği olmalıdır. Sahip olduğumuz irfanî bilgiyi sert bir üslupla değil güzel öğütle, tatlı nasihatlerle sunmamız emredilmiştir. Allah Teâlâ, Hz. Musa’yı iyice azgınlaşan Firavun’a gönderirken “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” (Taha, 44) buyurmuştur.
Yanlış yapan muhatabımız; eşimiz, arkadaşımız, evladımız, her kim ise hiç şüphesiz Firavun’dan daha zalim ve daha sapık değildir. Biz de ne kadar iyi olursak olalım Hz. Musa’dan daha faziletli değiliz. Dolayısıyla sözümüz çok daha yumuşak olmalı. Muhatabımızı yeri gelince Allah’ın azabıyla da korkutmalı fakat bunu yaparken muhatabımız, kendisinin iyiliğini düşündüğümüzü hissetmeli, bizim kendisinin iyiliği için mücadele ettiğimizi fark etmelidir. Kur’an-ı Kerim bizim söz söyleme hududumuzu çeşitli ayetlerde belirlemiş, kavli leyyin (yumuşak söz)den başka kavlen ma’rufa (yerinde ve uygun söz), kavlen sedîda (sağlam ve doğru söz), kavlen kerîma (iltifat edici ve saygılı söz), kavlen beliğa (açık söz), kavlen meysura (kolaylaştırıcı, teselli edici söz) ve kelimeten tayyibeten (güzel bir söz) söylememizi emretmiştir.
Yine Kur’an-ı Kerim’de bize kötülük yapanlara dahi iyilik yapmamız şu ayetlerde tavsiye edilmektedir. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şeyle sav. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 34); “Sen kötülüğü en güzel olan ile sav. Biz onların (seni) ne ile nitelendirmekte olduklarını çok iyi biliyoruz.” (Mü’minûn, 96); “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden de yüz çevir. Sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işitendir, en iyi bilendir.” (Araf, 199-200)
Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği, insanlara yumuşak davranma, onları affetme, iyilik yapma ve gönül alma metodunu Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hayatı boyunca fiili olarak bize göstermiştir. Bir defasında mescide işeyen bir bedeviyi sahabiler tartaklayacağı esnada müdahale etmiş, adamcağız işini bitirene kadar dokunmamalarını söylemiş ve daha sonra yumuşak bir üslup ile mescitlere pislenmeyeceğini adama öğretmiştir. Yine Efendimiz aleyhisselam kendisinden zina etmek üzere izin isteyen gence kızmamış, bir başkasının bu fiili kendi annesine, bacısına, teyzesine yapmasından razı olup olmayacağını sorarak onun empati kurmasını sağlamış, bu talebinin yanlış olduğunu düşündürmüş, eli ile gencin göğsünü sıvazlayarak ve ona dua ederek içindeki bu olumsuz isteği terk etmesini sağlamıştır.
Peygamber Efendimizin bu tebliğ metodunu mutasavvıflar hayat felsefesi olarak benimsemişler, bu sebeple başta Anadolu olmak üzere pek çok diyarın İslamlaşmasında ve insanların Müslümanlıkla şerefyâb olmasında çok önemli rol oynamışlardır. Tasavvufun tarifini yaparken “Bu yolun başı kimseyi incitmemek, sonu da kimseden incinmemektir.” demişler, gönül kırmayı Kâbe’yi yıkmaya benzetmişlerdir. Yetmiş iki millete (bütün insanlığa) bir göz ile bakmak, herkesi Allah’ın yaratmış olduğu bir kul olarak görmek, yaratılanı yaratandan dolayı hoş görmek mutasavvıfların insanlara ve bütün canlılara bakış açısını oluşturmuştur. “Harabat ehlini hor görme zahit / Defineye malik viraneler vardır.” derken insanlar tarafından hakir görülen kişilerin aslındaki cevhere dikkat çekmişler, günaha duyulan öfkeyi günahkâra taşımamışlar, günahkârları kanadı kırık bir kuş gibi görüp yaralarını sarmaya çalışmışlardır.
Ehli tasavvuf daha ziyade kendi hataları üzerine yoğunlaşmış, kendi nefislerini Firavun’un nefsinden bile kötü görerek, kendilerini en hakir köpekten dahi aşağı bilerek enâniyet ve kibirlerini yok etmeye gayret etmişler, son nefes endişesiyle muhataplarına tepeden bakacak cesareti kendilerinde görememişlerdir. Yine ehli tasavvuf, kalplerindeki ilahi aşk ve muhabbet sayesinde pozitif enerjiyle dolmuşlar, içlerindeki sevgi güneşi sayesinde karıncayı dahi incitemez bir kıvamına erişmişler, engin şefkat ve merhametleri sayesinde muhataplarının kalplerine yol bulmuşlardır.
Cenabı Hak, zor ve çetin kıyamet gününde bize hilmiyle, rahmetiyle muamele etsin. Kusurlarımızı örtsün, bizi affetsin, bize cenneti ve cemaliyle ikramda bulunsun. Bizleri de insanlara hilm ve merhametle muamele eden, affeden, kusurları örten, iyilik ve ikramda bulunan kullarının zümresine dâhil etsin.
Âmin.
Hamit Haksever