Bize Ne Oluyor
Rabî‘atu’l-Eslemî (r.a) ile Hz. Ebû Bekir (r.a) arasında geçen bir tartışmayı Rabî‘a’dan dinleyelim:
‘Rasûlüllah bana ve Ebu Bekir’e birer tarla verdiler. Bu iki tarla yan yana olup içinde de bazı hurma ağaçları vardı. Bir ara dünya sevgisi baskın çıkarak bu ağaçlardan biri hakkında ihtilafa düştük. Ben:
-“Bu benim tarlamın sınırındadır” dedim. Ebû Bekir de:
-“Hayır, benim tarlamın sınırındadır” diye itiraz etti.
Bu olay üzerine aramızda atıştık ve bu sırada Ebû Bekir (r.a) bana hoşuma gitmeyen bir söz söyledi. Sonra pişman olarak:
-“Ey Rabî‘a! Bu söylediğim sözü sen de bana söyle ki kısas olsun” dedi.
Ben de bunu yapamayacağımı söyledim. Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a):
-“Ya söylersin ya da gidip seni Rasûlüllah’a şikâyet ederim” dedi.
Fakat ben yine bu sözleri iade etmeyeceğimi söyledim. Ebû Bekir de beni şikâyet etmek için Rasûlüllah’a (s.a) gitti. Ben de onu takip ettim. Bu sırada bizim atışmamızı ve konuşmalarımızı duymuş olan bazı yakınlarım arkamdan gelerek:
-“Allah Ebû Bekir’den razı olsun! Ne hakla seni Rasûlüllah’a şikâyet edecektir? Çünkü sana; hoşuna gitmeyen sözler söyleyen kendisidir” dediler. Ben de şunları söyledim:
-“Siz bu zâtın kim olduğunu biliyor musunuz? Bu, Ebû Bekir Sıddîk’tır. Mağarada ikinin ikincisi, Rasûlüllah’ın arkadaşıdır. Kendisi saçını ve sakalını İslâm ve ona hizmet yolunda ağartmıştır. Sakın benimle birlikte gelmeye kalkışmayın. Çünkü o dönüp arkasına baktığında sizin bana yardımcı olduğunuzu görürse öfkelenir. Onu öfkelendirdiğimizi gördüğünde Rasûlüllah da bize öfkelenir. Böylece bu ikisinin öfkesi için Allah da öfkelenir; sonuçta Rabî‘a helâk olur”.
Bu sözlerim üzerine yakınlarım;
-“O halde ne yapmamızı tavsiye edersin?” dediler. Ben de;
-“Dönün, gidin!” dedim…
Ebû Bekir (r.a) Rasûlüllah’a (s.a) giderek aramızda geçenleri anlatmıştı. Oraya vardığımda Rasûlüllah (s.a) başını kaldırıp bana baktı ve:
-“Ey Rabî‘a! Seninle Ebû Bekir’e ne oluyor!? Niçin ihtilafa düştünüz?” diye sordular.
-“Ey Allah’ın Rasûlü! Şöyle şöyle oldu. Tartışma esnasında Ebû Bekir bana hoşuma gitmeyen bir söz söyledi ve sonra da ‘Ey Rabî‘a! Bu söylediğim sözü sen de bana söyle ki kısas olsun’ dedi. Bense bunu kabul etmedim. İşte olay bundan ibarettir” dedim.
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a):
- “Bu sözleri iade etme! Fakat ‘Ey Ebû Bekir! Allah seni bağışlasın!’ de!” buyurdular.
Rasûlüllah’ın huzurundan birlikte çıktık; Ebû Bekir Sıddîk ağlıyordu…’ (M. Yusuf Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık, 3/226-228.)
Bilindiği gibi, Ebû Bekir (r.a) Peygamber Efendimizle (s.a) birlikte Mekke’den Medine’ye hicret ederken Sevr mağarasına sığınmışlardı. Tevbe suresinin 40. âyeti bunu hatırlatır:
“Ona yardım etmezseniz, bilin ki kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına: ‘Üzülme, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Allah ona sekînet (güven) vermiş ve onu görmediğiniz askerlerle desteklemişti...”
İşte Rabî‘a’nın (r.a) Hz. Ebû Bekir’den (r.a) “sâniye-sneyn: ikinin ikincisi” diye söz etmesi bundandı.
Peygamberimizin (s.a) terbiyesinden geçen genç Rabî‘a’nın (r.a), Efendimizin en yakın arkadaşı Ebû Bekir Sıddîk’ı (r.a) üzmemek için gösterdiği dikkat, rikkat ve gayret ne kadar anlamlıdır!…
İmdi, sudan sebeplerle kendi aralarında nice anlaşmazlıklar yaşayan, fırka fırka olan, zaman zaman da birbirleri hakkında talihsiz sözler söyleyen Müslümanlar olarak, bize ne oluyor ki, kendi aramızdaki insanî problemleri Hz. Rabî‘a (r.a) ile Hz. Ebû Bekir’i (r.a) örnek alarak çözmeye çalışmıyoruz?
Saçını-sakalını İslâm yolunda ağartmış ve bu dava uğrunda nice sıkıntılara katlanmış önderler, liderler, ilim ve fikir insanlarından başlayarak aramızdaki sorunları dilde, gönülde ve fiilde çözmemize ve kardeşlik bilincimizi hep diri tutmamıza yetecek şu duayı, gelin dillerimizden hiç düşürmeyelim:
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve imana ermiş olan[lardan hiçbiri]ne karşı kalplerimizde bir ğill (kin ve nefret gibi yersiz ve uygunsuz düşünce veya duygu) bırakma! Ey Rabbimiz! Sen Şefkat Sahibisin, Rahmet Kaynağısın!” (Haşr 59/10)