Kalp Aynası
İnsanın maddi hayatının olduğu kadar manevi hayatının da merkezinde bulunan kalp, Rabbani ve ruhani bir latifedir. İnsanın anlayan, idrak eden, kavrayan yetisidir ki onunla eşyanın hakikatinin idrakine varabilir. İmam Gazali manevi kalbin bu merkezî anlamını vücudu bir ülkeye, kalbi de o ülkenin sultanına benzeterek şöyle anlatır: Beden ülkesinin sultanı olan kalbin görünen ve görünmeyen yani zahirî ve batınî orduları vardır. El, ayak, göz, kulak gibi tüm iç ve dış organlar zahirî ordulardır. İşitme, görme, tatma, dokunma gibi duyular da batınî ordulardır. Bunların hepsi kalbin hizmetinde ve emrindedirler. Kalp bunlar üzerinde tasarrufta bulunur ve yönlendirir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) kalbin vücut üzerindeki hâkimiyetine: “…Bilin ki vücutta öyle bir et parçası vardır ki o, iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Bilin ki o kalptir.” (Buhari, İman, 39.) buyurarak dikkat çekmiştir. Kalbin beden üzerinde doğru ve düzgün bir şekilde tasarrufta bulunması Kur’an-ı Hakîm’in ifadesiyle ancak kalb-i selime sahip olmakla mümkündür. Selim kalp her türlü çirkinlikten, kötülükten temizlenip arınmış ve ilahi tecellilere mazhar olmuş kalptir. Selim olan kalp yerlere ve göklere sığmayan Yüce Rahman’ın sığdığı kalptir. Sufilerin ifadesiyle bu kalp arş-ı Rahman’dır, nazargâh-ı ilahidir. Cenab-ı Hakk ancak masivadan yani kendisi dışındaki her şeyden arınmış ve saflaşmış böylesi kalbe iltifat eder. Şair bu hakikati ne güzel anlatmış bir beyit ile:
“Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ede Hak
Padişah girmez saraya hane mamur olmadan”
Rabbimizin kendisine nispet ettiği kalbi sufiler, O’nun isim ve sıfatlarının tecelli ettiği bir ayna olarak telakki etmişlerdir. Kalp aynası cilalanıp parlatıldığında Hak Teâlâ’dan gelen ilahi güzellikleri yansıtan bir ayna olur. Hz. Mevlana, kalp aynasının temizlenip pak ve saf hâle gelmesiyle orda su ve toprak nakışlarından başka şeyler görüneceğini söyler. Yani kalp arındırılırsa maddi olandan öteye geçilerek manevi âlemin hikmet ve hakikatleri görünür: “Gönül aynasında hem resmi ve nakşı görürsün hem de resmi ve nakşı yapanı; hem devlet ve saadet yaygısı seyredersin hem de onu yayanı ve döşeyeni.”
Kalbin en önemli hususiyetlerinden biri değişken bir yapıya sahip olmasıdır. Kalp hem rahmani hem de şeytani telkinleri almaya yatkındır. Kalp imanın, sevginin, iyiliğin, cesaretin mahalli olduğu gibi küfrün, nefretin, kötülüğün ve korkaklığın da mahallidir. Öfke ve kin gibi kötü duygular kalbi istila ettiği gibi hilm ve takva gibi olumlu duygular da kalpte yer bulur. Tüm bunların ötesinde kalp, Allah Teâlâ’yı bilme, tanıma yani marifetin de membaıdır. Ancak tüm biliş, duyuş ve inanışlarımızın kendisiyle gerçekleştiği kalp bir kararda durmaz, her an bir hâle, bir renge girer. Hz. Peygamber (s.a.s.) kalbin sürekli değişen bu yapısını şöyle ifade etmiştir: “Kalbe kalp denilmesinin sebebi onun çok değişken olmasındandır. Kalbin misali çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misali gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” (Müslim, Kader, 21.)
Kalbin Rahman’ın nazarına ve iltifatına mazhar olması için onu kendi hâline bırakmamak, hep rikkatle, dikkatle teyakkuz hâlinde olmak gerekir. Zira kalp kötülük ve günahlara meyletmekle istikametini kaybeder, bozulur. Yüce Rabbimiz insanların yapıp ettikleri yüzünden kalplerinin paslandığına işaret eder. (Mutaffifin, 83/14.) Hz. Peygamber (s.a.s.) kişinin işlediği günahların kalbi paslandırıp kirlettiğini ve ayet-i kerimede zikredilen pasın da bu günah kirleri olduğunu ifade buyurur. (Tirmizi, Tefsîru’l-Kur’an, 83.) Bu kalplerin pası tövbe ile temizlenmezse zamanla katılaşır, (Bakara, 2/74.) hastalanır, (Bakara, 2/10.) ve nihayetinde mühürlenir. (Yunus, 10/74.) Kalp mühürlenince artık doğruları göremez ve hakikatleri anlayamaz (Araf, 7/179.) bir hâle gelir ki bu, kalbin manen ölümü anlamına gelir.
Nefsin kötü arzularının kuşattığı kalbin iyilik ve güzelliklerin yansıdığı bir ayna olması ve ihya edilmesi için nefsin tezkiyesine ve kalbin tasfiyesine ihtiyaç vardır. Nefis tezkiyesi öncelikle hata ve günahlarını fark etmek ve onlardan nadim olup tövbe etmektir. Sonra nefsinde bulunan her türlü kötü ahlakı terk etmektir. Bunun için öfke, hırs, haset, riya, nefret gibi nefisten kaynaklanan kötülüklerle bir mücadeleye girişmektir. Sufilerin seyrüsulük dedikleri bu nefis terbiyesi çeşitli riyazat ve mücahedeler sonucunda gerçekleşir. Nefs-i emmareden nefsi levvameye, nefsi mülhimeden nefsi mutmainneye kadar türlü basamaklardan geçerek Cenab-ı Hakk’ın rızasına ulaşmaya çalışır. Nefis terbiyesinde kötülüklerin tezkiyesi kadar nefsin güzel ahlakla tezyin edilmesi de mühimdir. Böylece kötülüğü emreden nefis terbiye edilip temizlenerek Rabbinin ilhamlarını almaya ehil hâle gelir. Ancak nefis terbiyesinde kul, ne kadar mücahede edip ilerlese de kendini temize çıkarması doğru bulunmamıştır. Onu temize çıkaracak olan ancak Rabbidir: ”Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10.)
Kalp aynasının parlatılması onun tasfiye edilmesiyle devam eder. Kalbin tasfiyesi, saflaştırmak, temizleyip arındırmaktır. Bunun yolu da dünyaya ve dünyevi olan şeylere kalpte yer vermemektir. Fâni ve geçici olandan yüz çevirip baki olana meyletmektir. Yüce Allah’ın kalbe nazar etmesi kalbin fani sevgilere mekân olmaktan çıkartılması yani masivadan boşaltılması ile gerçekleşir. Kalbini sevgisiyle doldurduğu mallar ve evlatlar insana fayda sağlamaz ancak tertemiz bir kalple gelenler müstesna buyuran (Şuara, 26/88-89.) Hak Teâlâ kalbin sadece kendisine tahsis edilmesini ferman buyuruyor. Çünkü O, bir göğüste iki kalp yaratmadı. Onu da kendisine tahsis etti. İbn Ataullah’ın ifadesiyle: “Allah, ortak koşulan ameli sevmediği gibi kendisinden başkasıyla paylaşılan kalbi de sevmez. Ortak ameli kabul etmez, ortak gönlün de yüzüne bakmaz.” Geçici sevgilerin esir aldığı kalplerden yüz çevirir.
İnsanın kalbi Rabbe müteveccih bir evsafta yaratılmıştır. Eğer ki masivaya meyletse huzur ve sükûn bulmaz. Kalp ancak O’nunla itminana erer. Kalbini her türlü fani sevgi ve bağlılıktan arındırarak saflaştıran kişi her an Rabbiyle olur. O’nu anar/zikreder. O’ndan gayrıya iltifat ve muhabbet duymaz. Kalbi Sevgili’nin muhabbetiyle dolup taşar. Kul Rabbini anınca Rabbi de kulunu anar. (Bakara, 2/152.) Kuluna teveccüh gösterir. Kalp aynası ancak O’nun sevgi ve muhabbetiyle cilalanır ve ilahi güzelliklerin ve tecellilerin yansıdığı bir ayna olur.