İslam’ın Sosyal İlişkileri Belirleyiciliği
Kapitalizm, insanın değerlerini elde edebilmesi için bireyselleşmeyi bir çıkış olarak sunmaktadır. Buna göre sınırsız sahip olma isteği, bunu engelleyen bağlardan kurtulmayı gerekli kılmakta; bu da ancak toplumda birey olarak bulunmakla gerçekleşebilmektedir. Gelir seviyesi yüksek toplumlarda birlikte bulunulması gereken oluşumların birey hayatından çıkarılması için türlü projeler üretilmektedir. Üretecek ve aynı zamanda sahip olacak insanı, hem maddi hem de manevi anlamda soyutlama düşüncesi, bu projelerin temelini oluşturur. Huzurevleri, bakımevleri gibi yerler kişiyi maddi bağlılıktan kurtarmak için, sosyal alanda hizmet veren dilenci evleri, sokak insanlarının yaşadığı koruma evleri vb. yerler ise psikolojik etkiyi azaltmak için kurulmuşlardır. İnsanın başkalarıyla ilgilenecek, zaman geçirecek vakti yoktur. Aynı zamanda onları görerek psikolojisi olumsuz yönde etkilenmemelidir; çünkü o, sürekli üretmeli ve harcamalıdır. Yardımlaşma da harcama kültürü üzerine bina edilmiştir. Birey, yardımını fiziki temas kurarak değil kazandığını buralara kaynak sağlayan kuruluşlara para vermek suretiyle yapmaktadır. Böylece hem harcamış hem de manevi rahatsızlıktan kendini kurtarmış olmaktadır. Kapitalizm, insanları; birbirinden bağımsız, kendi çıkarları için çalışan varlıklar olarak tarif eder. Thomas Hobbes insanı birey olarak tanımlamış, toplumsal yaşamı da herkesin herkesle savaşı olarak nitelemiştir. Buna göre insan sadece kendi isteklerini elde etmek için toplumdaki diğer bireylerle savaşan varlıktır. Diğer yandan şunu da ifade etmek gerekir ki; bireyselleşen insanlar aynı özelliklere, kazanımlara sahip diğer bireylerle bir sosyal sınıf meydana getirmektedirler. Oysa “izm”lerden önceki dönemlerde birey; -yaşlısıyla, çocuğuyla- ailesinden, kabilesinden ayrı düşünülemez, sosyal sınıfını da bu kişiler oluştururdu. (Durcan, Nergis Melis ve Yalçınkaya, Timuçin, “Küresel Kapitalizm Bağlamında Sosyal Bilim Dallarında Öğrenme Sorunsalının Analizi ve Bir Öneri”, Dokuz Eylül Üniversitesi III. Aktif Eğitim Kurultayı Poster Bildirileri, İzmir, 3-4 Haziran 2006.)
Gerek kan bağının getirdiği bağlılık gerekse diğer sebeplerden oluşan bağlılık ilişkilerinde toplumların ahlak, özellikle de din tasavvurlarının belirleyici etkisi vardır. Gelişmişliğin ölçütünü çok üretme ve tüketme üzerine kuran, bunun için de bireyselleşmenin kaçınılmaz olduğunu söyleyen kapitalist düşünce, fakir ülkelerin ilerleyememesinin sebeplerini toplumsal ilişkilerinin gereğinden fazla güçlü olmasında aramaktadır.
İslam, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ayrıntılı ilkeler sunar. Müslüman birey, hayatının her anını, her adımını dinine göre ayarlamak durumundadır. Dinin düzenlemeleri, Müslümanın istediği zaman hayatına dâhil edeceği alışkanlıklar değil bir hayat tarzıdır. Müslüman hem manevi doygunluğunu hem de dünya huzurunu dininden alacaktır. Bunu sağlayacak olan ise dininin yapmasını istediğini yerine getirmek, yasakladığı şeylerden de kaçınmaktır. Helal ve haramlara uyması gereken Müslümanın İslami olgunluğunu tamamlayabilmesi için insani ilişkilerini de sağlam tutması şart koşulmuştur. (“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 4/36.) Peygamberimiz de akrabası ile bağlarını kesen kimsenin bulunduğu meclise rahmetin inmeyeceği ve böyle kimselerin cennete giremeyeceği uyarısında bulunmuştur. (Buhâri, “Edeb”, 11.)) Allah Teala Hucurat suresinin 10. ayetinde Müslümanların kardeş olduklarını ve dargın duramayacaklarını bildirmiş; Efendimiz de hakiki iman için komşuyu görüp gözetmeyi şart koşmuştur. (“Yanı başında komşusu açken kendisi tok yatan kimse hakiki mümin değildir.” (Hâkim, II, 15.)) Bu sebepten insan ilişkilerini, yardımlaşmayı tüketim seviyesine indirgeyen, bireyselleşmeyi yücelten kapitalist toplumların görünümlerini Müslümanlar arasında görmek mümkün değildir veya olmamalıdır.
Allah Teala maddi eylem ve ilişkilerin düzenine ilişkin ilkeleri vahyettiği gibi (“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Bakara, 2/271). “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (Furkan, 25/67.)) gerek ailevi gerekse diğer insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiği sorusunun cevabını da ilahi hitapla bildirmiş ve Efendimiz de yaşantısıyla pratiğini göstermiştir. İslam’ın öğretileri Müslümanın, yakından uzağa doğru açılan bir ilişkiler ağı içerisinde olmasını öğütler. Zekât ve sadaka-i fıtır ibadeti öncelikle akrabadan başlanmak suretiyle ifa edilir. Komşunun aç veya tok olması davranışlarımızı etkilemektedir. Aileyi ve akrabayı koruyup gözetme, hal hatır sorma, gönüllerini alma anlamındaki “sılayırahim” ile ilgili uyarı ve müjdeleme içeren birçok hadis mevcuttur. Bu hadislerden ve konu ile ilgili ayetlerden ziyaretleşmenin değerini ve nasıl olması gerektiğinin bilgisini alıyoruz. (“Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının.” (Nisa, 4/I.) “Akrabalık, Arş’ta asılıdır. Der ki: “-Beni gözeteni Allah gözetsin; beni terk edeni Allah terk etsin” (Müslim, Birr ve Sıla, 17.) “Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin.” (Buhâri, Edeb, 12.)) Aileden başlayarak akrabalara yayılan nihayet diğer Müslümanlara ulaşan bir terimdir sılayırahim. Dinimizin, insanı dertleriyle yapayalnız kalmaktan koruyan, toplumu bilinçli topluluklar kümesine dönüştüren prensiplerinden biridir.
Eylem, yerinde ve zamanında yapılmasına göre değer kazanır. Bu ilkeye göre ziyareti yapılacak insanın durumuna göre ziyaretin içeriği ve niteliği belirlenmelidir. İnsan yüzü görmeye hasret birine çok değerli hediyeler gönderilse de anlamı olmayacaktır. Sırf insan görebilmek için gününü toplu taşıma araçlarında geçiren yaşlıların varlığı hepimize aşikârdır. Onların ihtiyacı birkaç cümleden oluşsa da insan sesidir. Birkaç güzel sözdür. Değerli olduğunun hissettirilmesidir. Fakir birine yapılacak ziyaretin içeriği eksiklerinin giderilmesi şeklinde olmalıdır. Hastaya yapılacak ziyaret, sağlıklı insana yapılacak ziyaretten hem değeri hem de sonuçları itibarıyla farklılık gösterir. Rasulüllah (s.a.s.); Müslümanın Müslüman üzerindeki beş hakkından bahsederek şöyle buyurmuştur: "Onunla karşılaştığında selam ver, seni davet ederse icabet et, senden nasihat isterse nasihat et, aksırır da Allah’a hamd ederse ona yerhamükallah’ de, hastalandığında ziyaret et, öldüğünde cenazesini takip et.” (Tirmizi, Edeb, 1; Nesâî, Cenâiz, 52.) Rasulüllah (s.a.s.), müminleri bir vücudun organları gibi görmüş, “Sevilmede, merhamet ve şefkatte müminleri bir vücut gibi görürsün. O vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa diğer azalar da onunla beraber ızdırap duyarlar.” (Buhâri, VIII, 12.) buyurmuştur. Hastaya yapılacak ziyaretle onun yalnız olmadığı hatırlatılmış, acılarının paylaşıldığı anlatılmış olur. Ayrıca hasta ziyareti Allah’a yakın olmak için de bir vesiledir. (Rasulüllah (s.a.s.) bir kutsi hadisinde kıyamet günü Allah Teala’nın, “Falan kulum hastalandı da sen onu ziyaret etmedin, etseydin beni onun yanında bulacaktın.” diyeceğini bildirmiştir. (Müslim, Birr, 43.))
Ziyaret için öncelik veya bir karşılık beklememek gerekir. Değerli olan hem ilk giden olmak; hem de unutana akrabalık ve Müslümanlığın verdiği kardeşlik bağlarını hatırlatmaktır. Efendimiz (s.a.s.) buyuruyorlar ki; “İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir.” (Buhâri, Edeb, 15.) Yapılan ziyarete de karşılık vermek gerekir. Ziyarete karşılık vermemek ziyarete gelende kırıklığa ve bağların zayıflamasına sebep olacaktır.
Modern hayatların yaşandığı büyük kentlerde, ziyaretlerin yapılması gereken bayramlar tatil fırsatı olarak görülmekte; ziyaret ya telefon ya bir kart ya da mesaj ve e-maille geçiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu, Müslüman toplumda olmaması gerektiğini söylediğimiz tüketim kültürüne uygun olarak yapılan davranış biçimidir.
Müslümanın önünde, bireyin hayatını düzenleme ve ilişkilerini belirlemede bilinçli bir yöntem izleyen tüketim kültürüne uygun yaşayıp yaşamama konusunda, görsel ve yazılı öğelerin, toplumsal kabul için bireysel önceliklerin önemine dair yaptıkları pazarlamalar, reklamlar, tek tek bireylerin birbirlerini örnek alarak meşruiyet zemini oluşturmaları gibi zorlayıcı unsurlar vardır. Bu unsurların etkisi, toplumumuzda büyük çoğunluğun gelenekten öğrendiği dinî değerler üzerinde bilinçli okumalar yapmak ve bunları teoriden hayatın pratiğine indirmek suretiyle azaltılabilir.