LANET OKUMAK KENDİ KÜPÜNE ZARARDIR
BEDDUA NEDİR?
Beddua, Farsça kötü anlamına gelen “Bed” ve Arapça “Dua” kelimelerinin terkibiyle dilimize geçmiş bir kelime. Lanet ise tamamen Arapça olan ve hemen hemen dilimizdeki bedduaya yakın anlam taşıyan bir kelime. Beddua veya lanet, kişinin hem dünya hem de ahirette Allah’ın rahmetinden uzak kalmasını dilemek demektir. “Lanet olsun, Allah’ın laneti sana olsun, lanet olası, kahrolasıca...” gibi sözler -ister bilinçle söylensin isterse ağız alışkanlığı sebebiyle söylensin fark etmez- kişinin ilahi rahmetten mahrum kalmasını dilemektir. Lanetlenmiş varlıkların başında şeytan gelir. “Şeytan aleyhillane” sözü de “Allah’ın rahmetinden kovulmuş şeytan” anlamında kullanılmaktadır.
BEDDUA ETMEK AİLEYE ZARAR VERİR
Ne yazık ki toplumsal olarak lanet ve beddua etme hastalığı dilimize yapışmış durumda. Bunun en basit örneklerini, aile içinde kimi zaman anne ve babanın evlatlarına ve kimi zaman da gelin kaynana arasında görmek mümkün. Bazı ailelerde fertlerin birbirlerine beddua ve lanet etmeleri o kadar alışıla gelmiş bir hal olmuştur ki, artık bu tür sözleri söyleyen kişi, evladına, kocasına veya kayınvalidesine ne dediğinin farkına bile varmamaktadır. “Lal olasın, kör olasın, topal kalasın, gidişin olsun da gelişin olmasın, yat da geber, zıkkım yiyesin, gözün kör olsun” ve en kötüsü de “Allah kahretsin, Allah belanı versin” gibi daha pek çok cümle, aile fertlerinin birbirlerinin hem madden hem de manen zarara uğramaları için kullandıkları en fena sözlerdendir.
ANNENİN BABANIN DUASI DA BEDDUASI DA MAKBULDÜR
Bazen anne ve babalar çocukları yaramazlık yaptığı zaman, belki ağız alışkanlığıyla belki de bilinçli olarak onlara beddua ederler ve ardından da, “Anne babanın yaptığı beddua kabul olmazmış!” diyerek kendilerini avutmaya çalışırlar. Halbuki bakınız Efendimiz (s.a.v) ne buyuruyor: “Kendinize beddua etmeyin, çoluk çocuğunuza beddua etmeyin, sahip olduğunuz mallarınıza da beddua etmeyin. Çünkü dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim)
Bazen de “Ben beddua ediyorum ama tutmuyor ki!” diye de düşünülebilir ve bu tür sözler söylemenin hiçbir zararı olmayacağı zannedilebilir. Halbuki durum böyle değildir. Kimi zaman başımıza gelen türlü türlü sıkıntılar ve musibetlerin perde arkasında bu tür beddua ve lanetlemelerin yattığını söylemek mümkündür. Nitekim yapılan beddualar her zaman aynıyla değil bazen kişinin başına gelen farklı musibetlerle kendini gösterebilir. Büyük tefsir alimi Zemahşeri’ye (rh.a) ayağının neden topal olduğunu sorduklarında şöyle demiştir: “Çocukluğumda bir serçe yakaladım; uçup gitmemesi için bir iple ayağından bağladım. Derken elimden kurtulup yerdeki bir yarığın içine kaçtı. Onu tutup çekerken ayağı koptu. Annem onun acı çekmesine dayanamayıp üzüldü ve bana, ‘Onun ayağını kopardığın gibi Allah da senin ayağını kessin!’ diye beddua etti. İlim tahsili için Buhara’ ya giderken binekten düştüm ve ayağım kırıldı.”
ANNE BABA BEDDUA DEĞİL HAYIR DUA ETMELİ
Anne ve babalar anlık da olsa, evlatlarına kızdıklarında ağızlarına beddua sözcüklerini dolamaktadırlar. Halbuki onlara düşen vazife beddua değil ıslah olmaları için dua etmeleridir. Zira bedduaların kabul edileceği bir vakte denk gelmesi durumunda en çok üzülecek kişiler de onlar olacaktır. Hiçbir anne ve baba, ne dünyada ne de ahirette evlatlarının başına kötü bir durumun gelmesini elbette istemez.
Aile bireyleri arasında cereyan eden beddualar, getireceği kötü sonuçların yanında ayrıca psikolojik ve ahlaki açıdan tahribatlara da sebep olmaktadır. Her ne kadar dışarıdan bakıldığında söylenmiş bir iki ufak sözcük gibi görünse de, bunlar bilinçaltında kişilik bozukluklarına da yansımakta ve gerek karı koca, gerekse evlatlar, birbirlerine saygıları olmayan, ahlaki vasıfları zayıflamış bireyler olarak toplum içine karışmaktadır. Bu duruma ilgi olarak Abdullah b. Mübarek’ten (rh.a) rivayet edilen bir hadise şöyledir: Adamın biri Abdullah b. Mübarek’e (rh.a) gelerek, çocuğundan şikayetçi oldu. Bunun üzerine, Abdullah b. Mübarek, “Çocuğuna hiç beddua ettin mi?” diye sordu. Adam, “Evet, ettim” deyince, Abdullah b. Mübarek, “Çocuğun ahlakını sen bozmuşsun” diye cevap verdi.
EFENDİMİZ LANET ETMEMEYİ ÖĞÜTLER
Bizler için en büyük örnek Efendimiz (s.a.v), kendisinin lanet ve beddua edici olarak değil bir rahmet olarak gönderildiğini buyurmuş ve bir müminin de asla lanet etmemesi gerektiğini tavsiye etmişlerdir. Yine Efendimiz (s.a.v), “Lanetçiler, kıyamet günü ne şefaatçi ne de şahit olurlar.” (Müslim) buyurmak suretiyle, etrafına, çoluk çocuğuna, anne babasına lanet yağdırmayı huy edinmiş olanların kıyamet günü uğrayacakları mahrumiyeti bizlere bildirmektedir.
LANET EDEN ASLINDA KENDİNE ZARAR VERİR
Lanet veya beddua kimi zaman kişinin kendisine de zarar verir. Şöyle ki eğer lanet veya beddua edilen kişi buna layık değilse, hak etmemişse, yapılan lanet sahibine geri döner. Rasulullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Kul, herhangi bir şeye lanet ettiğinde o lanet gökyüzüne çıkar. Semanın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lanet edilen kişiye döner. Eğer gerçekten lanete layık ise onda kalır, değilse lanet edene döner.” (Ebu Davud) Yani lanetçinin laneti, kendisi hakkında geçerlilik kazanır. Bu da kişinin kendi ağzıyla kendi felaketini hazırlaması, felaketine bizzat kendisinin davetiye çıkarması demektir. Hiç şüphesiz aklı başında olgun bir mümin böylesi bir duruma düşmek istemez. Bunun yolu ise, başkalarına lanet etmemektir.
Bu itibarla, her mümin özellikle anne ve babalar, ağızlarını güzel sözlere ve hayır dualara alıştırmalı, sakıncalı sözleri kesinlikle kullanmamalıdır. Bir mümine yaraşan lanet okumak değil rahmet ve hayır dualarında bulunmaktır.
Hüseyin OKUR.