Münafıkları Tanıyalım
Münafıkların Kur’an ve sünnette bildirile n, bazı ayırt edici vasıfları ve alametler i vardır. İman sahipleri o alametler i tanırlar.
Birinci alametler i: Riyadır. Riya insanın başına gelecek en kötü hallerden biridir.
İkinci alamet ise: Allah’ın emirlerin e karşı tembel olmalarıdır.
“Namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirle r” (Nisa, 142), samimi olmak onlara çok ağır gelir.
Münafıklar iki sürü arasında kalmış kararsız koyun gibidirle r. Bir o sürüye geçerler bir diğer sürüye. Hiç bir tarafta daimi kalmazlar . Sürekli iki taraf arasında dururlar, hep hangisini n daha güçlü ve ikballi olduğunu gözetlerler.
“Onların arasında bocalayıp dururlar; ne onlara, ne de bunlara bağlanırlar, Allah’ın şaşırttığı kimseye artık asla bir çıkar yol bulamazsın.”(Nisa,143)
Münafıklar, Kuran ve sünnete uyanları gözetlerler. Eğer Allah onlara bir fetih müyesser kılacak olsa “biz sizinle beraberiz” derler ve bu hususta bütün güçleriyle yeminler ederler. Şayet Müslümanların düşmanları galip gelecek olsa bu kez onların safına geçer “Siz de biliyorsu nuz ki biz sizinle öz kardeşleriz, yakın akrabayız” derler. Onları tanımak mı istiyorsu nuz? Kuran’ı dinleyini z. O size yeterli bilgi verecekti r.
“Münafıklar sizi gözetleyip dururlar; eğer size Allah’tan bir zafer nasip olursa, “sizinle beraber değil miydik?” derler. Kâfirlerin zaferden bir nasipleri olursa bu seferde onlara, “sizi müminlerden korumadık mı?” derler. Artık Allah kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyece ktir.” (Nisa, 141)
Tatlı dilleri ve güzel konuşmalarından dolayı, yalan olmasına rağmen Allah’a yemin etmeleri sebebiyle sözleri daima beğenilir. Hak söz konusu olunca uyur, batıl, olduğunda ise dimdik ayakta dururlar. Yüce Allah Kuran’da onların bu halini şöyle tasvir eder:
“İnsanların öyleleri vardır ki dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böyleleri söylediklerinin kalpten geldiğine Allah’ı şahit tutarlar. Hâlbuki onlar hasımların en yamanıdırlar.” (Bakara, 204)
Münafıkların kendi tabilerin e salık verdikler i şeyler insanlar ve memleketl ere felaket getirir. Halkı dünya ve ahirette kendi menfaatle rine olan şeylerden uzaklaştırmaya çalışırlar. Bir yandan, namaz, zikir, takva ve içtihat söz konusu olunca müminlerden ayrılmazlar.
“Öte yandan dönüp gittiler mi, yeryüzünde insanlar arasında bozguncul uk yapmak, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için koşarlar. Allah ise bozguncul uğu sevmez.” (Bakara, 205)
Bunların hepsi de birbirine benzerler . Kötülüğü işler ve tavsiye ederler, iyiliği yapmaz ve ondan men ederler. Allah yolunda mal harcamak hususunda cimri davranırlar. Allah defalarca onlara nimetleri ni hatırlatmış, onlar ise onu anmaktan yüz çevirmiş ve onu unutmuşlardır. Sakınsınlar diye onların durumlarını kullarına kaç kez bildirmiştir? O halde şu ayeti bir kez daha dinleyeli m:
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar sizden değil, birbirler indendir. Çünkü onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyarlar ve onlar ellerini sıkı tutarlar, Allah için harcamak hususunda cimrilik gösterirler. Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Çünkü münafıklar fasıkların ta kendileridir.” (Tevbe, 67)
Münafıkları vahyin açık manasını hakem tanımaya çağırsanız bunu kabul etmezler; Kur’an ve sünnetin hükmüne tabi olmaya davet etseniz bundan kaçarlar.
Onların gerçek yüzlerini yakından görseniz, onunla ilahi yol arasında büyük bir mesafe bulursunu z; vahiyden korkunç bir sapma gösterdiğini müşahede edersiniz .
“Onlara, Allah’ın indirdiğine ve peygamber ine gelin, onlara başvuralım, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa, 61)
Münafıklar, akıl ve dinleri noktasında hasar gördükten sonra nasıl felah bulup hidayete ersinler? İman vererek küfür satın almışlarken, dalalet ve alçaklıktan nasıl kurtulsun lar? Onların bu kârsız ticaretle ri ne kadarda zararlı bir ticaretti r. Mühürlü saf içkiyi verip, almayıp onun yerine ateşi almışlardır.
“Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince nasıl hemen sana gelirler de, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye Allah’a yemin ederler.” (Nisa, 62)
Şek ve şüphe zakkumu onların kalplerin de kök salmıştır; ondan kurtulama zlar; “Onlar, Allah’ın kalplerin dekini bildiği kimselerd ir. Onlara aldırma, kendileri ne öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.” (Nisa, 63)
Helak olasıcalar, iman hakikatin den ne kadar da uzaktırlar! Hakikat ve marifet iddialarında ne kadar yalancıdırlar. Onların dünyaları başka, Peygamber Sallallah u Aleyhi ve Sellem’e tabi olanların dünyaları başkadır.
Allah Azze ve Celle Kuran’ında mukaddes zatına büyük yemin etmiştir. Basiret sahipleri bunun sebep ve muhtevasını bilirler. Onun için de kalpleri o hususta Allah’a olan tazim ve saygılarından dolayı son derece hassastır. Yüce Allah, dostlarını sakındırmak, münafıkların hallerini anlatıp uyarmak için şöyle diyor:
“Hayır, rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenm edikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)
Münafıklar henüz kendileri nden istenmede n, sözlerinin ta başında yemin ederler. Çünkü müminlerin kendileri ne güvenmediklerini bilirler. Kendileri hakkındaki kötü kanaatten, yalanlarının ortaya çıkmasından kurtulmak için yemini alet ederler. Bu imansızlar, yalan söylerler, sonra duyanların kendileri nin doğru söylediklerine inanmaları için de yemin ederler.
“Yeminleri ni kalkan yapıp insanları Allah’ın yolundan saptırırlar. Onların yaptıkları ne kötüdür...” (Münafıkun, 2)
Şair der ki;
“Nifak zırh olarak akşamladı, onunla ezadan korunulur, sözü bozmak onun devamını sağlar.”
Helak olasıcalar! Önce iman kafilesiy le birlikte harekete geçtiler. Sonra yolun uzunluğunu ve ne kadar meşakkatli olduğunu görünce geri döndüler. Evlerinde tatlı bir hayat sürüp huzur bulacakla rını sandılar. Fakat ne öyle bir hayat sürdüler, ne de o gaflet uykusunda n bir yarar gördüler. Çok geçmeden çağırıldılar; henüz doymamış aç bir halde iken sofradan kalktılar. Artık hesap günündeki hallerini siz düşünün. Onlar bildikler i halde inkâr ettiler; hakkı ayan beyan gördükten sonra ona gözlerini yumdular.
“Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra inkâr etmelerid ir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazla r.” (Münafıkun,3)
Münafıklar insanların en güzel yapılısı, en tatlı dillisi, en nazik konuşanı fakat en bozuk kalplisid irler. Onlar meyvesiz, yerinden koparılıp oradan geçenler çiğnemesin diye bir duvara yaslanmış olan kütükler gibidirle r.
“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin . Onlar sanki elbise giydirilm iş kütüklerdir. Her gürültüyü kendi aleyhleri ne sararlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allah onları kahretsin . Nasıl olup da döndürülüyorlar?” (Münafıkun,4)
Münafıklar namazı ölü vaktine kadar tehir ederler. Sabah namazını güneş doğarken, ikindi namazını da güneş batarken kılarlar. Namazı karganın yemini gagaladığı gibi hızlıca kılarlar. Çünkü onlar kalpleriy le değil sadece bedenleri yle namaz kılarlar, peşindeki takipçilerin etkisiyle sağı solu kollayan bir tilkinin sağı solu kollaması gibi etrafı gözetirler.
Cemaate katılmazlar. Namazlarını ya evlerinde yahut da dükkânlarında kılarlar. Biriyle hasımlaşsalar aşırı gider, biriyle antlaşma yapsalar bozar, bir haber verseler yalan söyler, söz verseler cayar ve kendileri ne bir emanet bırakılsa ona hıyanet ederler. Yaratılana böyle, yaratana da bu tarzda muamele ederler. Onların bu vasıflarını Mutaffifi n Suresi’nin başı ile Tarık Suresi’nin sonu açık-seçik anlatır. Onları Allah’tan daha doğru kim tavsif edebilir:
“Ey Peygamber, kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakla rı yer cehennemd ir. O varılacak ne kötü bir varış yeridir.” (Tevbe,73)
Ne gariptir ki onlar az fakat çoğunluktadırlar; zayıf ama güçlüdürler; bilgiç ama cahildirl er; Allah’ın büyüklüğünü bilmedikl eri için büyük bir aldanma içindedirler.
“Onlar mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Hâlbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar kılıçlarınızdan korkan bir toplumdur .“ (Tevbe, 56)
Müslümanlara sağlık ve zafer nasip olacak olsa bu münafıkları üzer, günahlarına kefaret olacak bir musibet ve kötülüğe müptela olsalar onları sevindiri r ve mutlu eder. Bu hal münafıkların ve müminlerin karakterl erini gayet açık bir şekilde ortaya koyan bir husustur. Örnek aldığı şahsiyet peygamber olanla, örneği münafık olanlar elbette bir olamazlar . Nitekim Kur’an-ı Kerim bu hususu şöylece dile getirmekt edir:
“Eğer sana bir iyilik (zafer ve ganimet) erişirse (hasetleri nden dolayı) onların fenasına gider. Ve eğer sana bir musibet gelirse: “Biz (savaşa girmemekl e) önceden işimizi (sağlama) aldık” derler ve sevinç içinde dönüp giderler. De ki: “Bize, Allah’ın yazdığından başka bir şey asla erişmez. O bizim sahibimiz dir. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” (Tevbe, 50-51)
Keza Cenab-ı Allah bu iki grubun durumunu ve kalplerin de karışıklık ve kaypaklık bulunanla rın saptırmasıyla yerinden oynatılamayacak gerçeği şöyle dile getiriyor:
“Size bir iyilik dokunursa bu onları tasalandırır, size bir kötülük dokunursa ondan ötürü sevinirle r. Eğer sabreder, Allah’tan korkarsanız onların hilesi size hiç bir zarar veremez. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır.” (Al-i İmran, 120)
Allah münafıkların kalbinin bozukluğu ve niyetleri nin kötülüğü sebebiyle onların itaatleri nden hoşlanmamış, bu hususta onlara fırsat vermemiştir. O’nun düşmanlarından yana oldukları için kendisine yakın olmalarını istememiş, onları kovarak rahmetind en uzaklaştırmıştır. Allah’ın vahyinden yüz çevirmişler, Allah da onlardan yüz çevirmiş, onları mutsuz etmiş, mutlu kılmamıştır. Artık tevbe etmedikle ri sürece kurtulmal arı umulmayac ak tarzda onları adaletli bir şekilde yargılamıştır.
“Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteseler di elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları (böyle cihat gibi güzel bir amelden) geri koydu, onlara, oturanlar la (kadın ve çocuklarla) beraber oturun, denildi” (Tevbe, 46) buyrulmuştur.
Allah Azze ve Celle münafıkların kendisine itaatten alıkoymasını ve onları kapısından kovup uzaklaştırmasının hikmetini anlatıp bu muamelesi nin dostlarına karşı bir lütuf ve onların mutluluğu için olduğunu bildirere k şöyle buyurmuştur:
“Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozguncul uktan başka bir katkıları olmazdı ve aranızda mutlaka fitne çıkarmak peşinde koşarlardı. Hâlbuki içinizde de onlara kulak verecekle r vardır. (Bunları kuşkulandırıp büyük bir fitne çıkarabilirlerdi). Allah zalimleri gayet iyi bilir.” (Tevbe, 47)
Naslar münafıklara ağır gelir, onlardan hoşlanmazlar, onları taşımak zor geldiğinden yüklenmekten kaçınırlar, atıp yere bırakırlar, sünnetleri ihmal eder, muhafazay a çalışmazlar. Kendileri ne hitap eden nasları icat ettikleri bazı esasları bahane ederek reddederl er. Allah onların maskeleri ni düşürmüş, sırlarını ifşa etmiş, kullarına ibret yapmıştır. Asr-ı sadetten sonra münafık nesiller birbirini takip ede gelmiştir. Onun içindir ki Allah sakınmaları için dostlarına onların sıfatlarını açıklamış, onlar hakkında “Bunun sebebi Allah’ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da onların amellerin i boşa çıkarmıştır” (Muhammed, 9) buyurmuştur.
İşte nasların kendileri ne ağır geldiği kimseleri n hali budur. Bu münafıklar nasları kendileri yle, bid’at ve hevaları arasında bir engel olarak görürler. Nasslar onların gözünde aşılmaz ve sarsılmaz bir kale gibidir. Nasları batıl sözler karşılığında satarlar, bunlar karşılığında taşları alırlar. Bu ise onların gizli açık bütün sırlarını ifsadı demektir:
“Bunun sebebi onların Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara, bazı hususlard a size itaat edeceğiz demelerid ir. Oysa Allah onların gizledikl erini biliyor. Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken halleri ne olacak? Buna sebep onların Allah’ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O’nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed, 26-28)
Münafıklar nifak sırrını gizlerler . Ama Allah onların nifaklarını yüz hatlarında ve dil sürçmelerinde ortaya çıkarır ve onlara öyle bir sima verir ki, iman ve basiret sahipleri ne hiç de gizli kalmaz. Onlar sanırlar ki, küfürlerini gizleyip kendileri ni mümin gösterince sarraf ve kuyumcula rdan emin olacaklar . Fakat ne mümkün?
Basiret sahibi, kalp parayı hakikisin den, hakkı batıldan ayıran Allah, onların gerçek yüzlerini ortaya koymuştur:
“Kalplerin de hastalık bulunanla r, yoksa Allah’ın, kendileri nin müminlere besledikl eri kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar? Biz isteseydi k onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. And olsun ki sen onları, konuşma üsluplarından tanırsın. Allah bütün işlediklerinizi bilir.” (Muhammed, 29-30)
Allah’a hesap vermek için toplanıldığı, O’nun kullarına göründüğü, onların şaşkına döndüğü, secdeye davet edildikle ri fakat buna muktedir olamadıkları zaman onların halleri nice olacaktır.
Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurulur: “Gözleri korku içinde yüzlerini zillet bürür. Hâlbuki onlar sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorl ar (fakat yine secde etmiyorla r)dı.” (Kalem, 43)
Sonra cehennem üstündeki köprüye sürüldükleri zaman ne yapacakla rdır? O köprü kıldan ince ve kılıçtan keskindir, ayakların kaydığı yerdir. Karanlıktır; kişi onu ancak ayak basılan yerleri aydınlatan bir nur yardımıyla geçebilir. Bu nur ise oraya varılmadan önce insanlara pay edilmiş olur. Müslümanlar münafıklar da dâhil olmak üzere o nurların az ve çokluğuna göre bu köprüde ilerleyeb ilirler. Münafıklar bu dünyada kıldıkları namaz, oruç, zekât ve hac ile görünürdeki Müslümanlıklarının nuruyla köprüye girerler. Onun tam ortasına geldikler inde nifak fırtınaları kopar ve ellerinde ki ışıklarını söndürür. Şaşkın bir halde kala kalırlar. Asla ilerleyem ezler. Kendileri yle müminler arasına tek kapısı olan bir sur kurulur. Ancak münafıkların o kapıyı açacak anahtarla rı yoktur. Surun müminlerin bulunduğu tarafından rahmet, münafıkların bulunduğu tarafında ise azap vardır. Münafıklar kendileri nden ilerde bulunan müminlere seslenirl er. Onların ışıkları uzaktan yıldızlar gibi parıldamaktadır.
“Bizi bekleyin, nurunuzda n bir parça ışık alalım.”(Hadid, 13)
Belki şu köprüyü geçebiliriz. Bizim ışığımız söndü. Burayı ışıksız geçmek ise mümkün değil, derler. Müminler ise şöyle cevap verirler:
“Geriye nurların taksim edildiği yere dönün, kendinize oradan ışık alın.” Bu hengâmede kimse duramaz. Biz bu köprüde nasıl durabilir iz? Bu yolda insan birbirine dönüp bakabilir mi? Dost dosta yüzünü çevirebilir mi?
Münafıklar gurbette kişinin hemşerisine memleket hatıralarını hatırlattığı gibi müminlere dünyadaki beraberli klerini, sohbetler ini hatırlatırlar.
“Dünyada iken sizinle beraber değil miydik? Sizin gibi biz de oruç tutar, namaz kılar, zekât verir, hacca gider, Kur’an okurduk. Şimdi bizi birbirimizden ayıran şey nedir? Farkımız nedir ki bizi geride bırakarak geçip gidiyorsu nuz? Müminler şöyle cevap verirler:
”Evet, siz dış görünüşünüz itibariyl e bizimle birlikte idiniz, ancak içiniz tamamen mülhitler ve inkârcı zalimler ile beraber idi. Ama siz kendi kendinizi fitneye düşürdünüz, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntula r sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı. Bugün artık ne sizden ne de inkâr edenlerde n fidye kabul edilir, varacağınız yer ateştir. Size yaraşan odur. O varılacak ne kötü bir yerdir.” (Hadid, 14-15)
Münafıkların sıfatlarını teker teker sayıp sözü haddinden fazla uzatmak istemiyor uz. Gerçek şudur ki, anlatmadıklarımız anlattıklarımızdan daha fazladır. Yeryüzünde ve toprak altında o kadar çok münafık vardır ki, neredeyse Kuran’ın tamamı onlarla ilgili bulunmakt adır.
Bunların yeryüzünün her yerinde bulunduğunu gösteren şeylerden biri de şudur ki, münafıklar ortadan kalkacak olsa, herhalde müminler yapayalnız kalır, geçimleri daralır, hatta çöllerde vahşi hayvana ve yırtıcı kuşların saldırısına maruz kalırlar.
Nitekim Huzeyfe radıyallahu anh: “Allah’ım münafıkları helak eyle” diye dua eden birine şöyle demiştir:
“Kardeşimin oğlu, şayet münafıklar helak olsalardı, yollarınızda insan azlığından dolayı yalnızlık çekerdiniz.”
Vallahi, ilk Müslümanların kalpleri münafıklık korkusuyl a titrerdi. Çünkü onlar münafıklığı bütün teferruatıyla, tüm tehlikele ri ve fitneleri yle biliyorlardı. Bu sebeple onların münafıklıkla ilgili korkuları bazen kendi nefisleri nden endişe duyma, kendileri nin münafık olmasından korkmaya kadar varırdı.
Nitekim Ömer radıyallahu anh Rasululla h Sallallah u Aleyhi ve Sellem’in kendisini münafık listesind e zikredip etmediği hususunda Huzeyfe radıyallahu anh’e şöyle demiştir:
“Huzeyfe Allah aşkına söyle, Rasululla h Sallallah u Aleyhi ve Sellem’in sana verdiği liste içinde ben de var mıyım?” Huzeyfe:
“Hayır, ama senden başka kimseyi bu hususta tezkiye edemem” diye cevap vermiştir.
İbn Ebu Müleyke de bu hususta şöyle demektedi r: “Rasululla h Sallallah u Aleyhi ve Sellem’in ashabından otuz kişiyle görüştüm. Hepsi de münafıklık konusunda nefsinden endişe ediyordu. Hiç birisi imanının Cebrail ve Mikail’in imanı gibi olduğunu söylemiyordu.” Bunu Buhari nakleder.
Hasan el-Basri şöyle demiştir: “Münafıklıktan ancak münafık endişe duymaz, ondan ancak mü’min korkar.”
Sahabeden biri: “Allah’ım! Nifak huşusundan sana sığınırım” diye dua edermiş. Bunu duyan bazıları nifak huşusunun ne manaya geldiğini sorunca şu cevabı vermiş:
“Bedenin huşulu görünmesi fakat kalbin huşu duymamasıdır”.
Allah’a yemin olsun, ilk Müslümanların kalbi iman ve yakinle dolu idi; münafıklıktan korkuları büyük, üzüntüleri ağırdı. Hâlbuki imanları gırtlaklarından aşağı inmeyen, onlardan kat kat fazla sayıdaki kimseler ise imanlarının Cebrail ve Mikail’in imanı gibi olduğunu iddia ediyorlar dı.
Nifak bitkisi iki başak çıkarır; Yalan ve riya. Bunlar iki tomurcukt an doğarlar: Basiret zayıflığı ve azmin zayıflığı.
Bu dört esas tamamlandığı zaman münafıklık bitkisi ve binası yerleşmiş olur. Bu bitki korkunç bir uçurumun kenarında bulunan sel derelerin den bitmiştir. Ancak gizlenen işlerin ortaya döküldüğü, sırların açığa çıkarıldığı, kalplerde gizlenenl er ortaya konduğu ve mezarda bulunanla r diriltili p dışarı çıkarıldığı gün hakikat selini gördükleri zaman sermayesi nifak olanlar, bütün kazançlarının seraptan ibaret olduğunu görürler. O serap ki:
“Susuzlukt an dili kuruyan onu gördüğünde su sanır. Fakat yanına varınca hiçbir şey olmadığını görür. Orada bulduğu Allah’tır. Allah ise onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Nur, 39)
Münafıklar kalplerin de hiçbir hayır bulunmadığı halde, bedenleri yle hayırlara koşarlar. Kötülük onların yollarında yaygındır.
Hakkı duyduklarında kalpleri onu duymamak için katılaşır; batılı görüp yalanla karşılaştıklarında ise gözleri açılır, kulakları dikkat kesilir, işte bunlar münafıklık alametler idir.
Ey kardeş seni ölüm bürümeden bundan sakın. Bunlar anlaşma yapsalar bozarlar, söz verseler yerine getirmezl er, bir şey söyleseler doğruyu söylemezler, taate davet edilseler geri dururlar. Onlara, Allah’ın indirdiğine ve peygamber e gelin, denilse çekinirler. Nefisleri onları arzularına davet ettiği zaman ise onlara koşarak giderler. Onları kendileri için tercih ettikleri aşağılık, rezillik ve zararla baş başa bırak. Onların anlaşmalarına güvenme, vaatlerin e inanma çünkü onlar yalancıdırlar. Allah’ın onlar hakkındaki şu ayetlerin e kulak ver:
“Onlardan kimileri de, eğer Allah lütuf ve kereminde n bize verirse, mutlaka sadaka (ve zekât) vereceğiz ve elbette biz salihlerd en olacağız, diye Allah’a and içtiler. Allah lütfünden onlara (zenginlik) verince ondan cimrilik edip (Allah’ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler. Nihayet, Allah’a verdikler i sözden döndükleri ve yalan söyledikleri için Allah karşılaşacakları güne kadar kalplerin e nifak (iki yüzlülük) soktu.” (Tevbe, 75-77)
Allah’ım! Kusurlarımızı düzelterek ve hatalarımızı örterek bizleri güvencede kıl! Bizleri hidayet bulmuş kullarından eyle. Bizi, ana babamızı, ölüsüyle dirisiyle bütün Müslümanları rahmetinl e bağışla, ey merhametl ilerin en merhametl isi!
Allah’ın salâtı Muhammed’e, ehli beytine ve bütün sahabeler inin üzerine olsun.