MÜSLÜMAN ŞAHSİYETTE DENGE
İnsan maddî ve manevî yönüyle var olan, ruh ve beden bütünlüğü içinde kendi kişiliğini tanımak ve geliştirmekle sorumlu bir varlıktır. Bu iki unsur arasında meydana gelecek çatışmalar, ancak dengeyi sağlamakla izale edilebilir. Ruh ve beden arasındaki uyum, ancak insanî dürtülerin aşırıya kaçmadan tatminiyle mümkün olur.
Bilindiği gibi İslâm dini Müslümanı, sadece ahiret insanı veya dünya insanı olarak değil aksine her iki dünyanın da sahibi olarak görmektedir. Yüce Allah (cc.) bu konuyla ilgili olarak “Allah’ın sana verdiğinde ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma …”[1] buyurmaktadır.
İnsan tabiatı temelde, çok yönlü istek ve ihtiyaçların, biri diğeri ile çelişen karşıt güç ve eğilimlerin yol açtığı istikrarsız bir özellik gösterir. Bu değişken ve tutarsız tabiatın tutarlı ve dengeli bir karaktere dönüştürülmesi, ilâhî hakikatle ilişkilerin sürekli canlı tutulması ile mümkündür. İbadetler genelde kişilik ve karakteri düzenleyici ve dengeleyici sistemler olarak anlaşılabilir. İslâmî ibadetlerden her biri insanın belli yaşayış ve davranışlarını hedef alır ve onları dinî gayelere göre şekillendirmeye yönelir.[2]
İnsan her durumda, yalnızken veya cemiyet içindeyken, kalbi daima Allah’a yöneldiği müddetçe yapmakta olduğu bütün işler ibadetin geniş manası içerisinde yer alır.
Müslüman birey şahsiyet vasıflarını bir anda değil, hayatın uygun şartları içinde oluşan bir gelişme ve olgunlaşma neticesinde elde eder.[3]
Şahsiyet vasıfları Allah’ın ayetleri ve Rasûlullah’ın talimiyle teşekkül edecek vasıflardır. Bunun için Rasûlullah (sav.) Kur’an-ı Kerim’de en güzel örnek olarak vasıflandırılmıştır.[4]
İnananlar bu şahsiyet vasıflarını kendilerine örnek alıp ona uygun davranışlar ortaya koymalıdırlar. Ruhî meleke haline dönüşen sünnete uygun davranışlar, Müslüman şahsiyeti müsbet yönde etkileyecektir.
Birey tarafından benimsenmiş ve özümsenmiş dinî inançlar, ferdin kişilik yapısında bir “bütünleşme” meydana getirme gücüne sahip olduğundan, iman ile kişilik arasında genel olarak karşılıklı bir ilişkinin varlığı müşahede edilmektedir. Dinî inancın birey tarafından benimsenmesindeki kuvvet derecesi ile o ferdin kişiliğinin genel yapısı üzerindeki etkisi inkar edilemez bir gerçektir. [5]
İbadet ve davranışlardaki bu yüksek şuur insanın davranış bütünlüğünü ve şahsiyet gelişmesini sağlayacaktır. Söz ve davranış arasındaki uyum kişinin şahsiyet ve karakter sağlamlığı, bütünlüğü ve istikrarı bakımından önemlidir. Şuurlu yapılan ibadet, şahsiyetin gerek içe ve gerekse dışa dönük yönünün gelişmesine yardımcı olur. Çünkü kendisinin Allah’ın kontrolünde olduğunu düşünen kişinin vicdanı bu şuur sayesinde işlerlik kazanacak ve kişiyi psikolojik ve sosyolojik uyumu bakımından kontrol edecektir.[6]
Kur’an-ı Kerim’de insanın istikrarsız, değişken, zayıf, hırslı ve huysuz bir tabiata sahip olduğu beyan edilmektedir.[7]
Nefsin tabiatında yer alan bu dürtü ve eğilimler[8], insan davranışlarını etkilemekte ve insanı Allah’tan uzaklaştırmaktadır.
İnsan tabiatında yer alan bu dürtüler onun Allah’la olan ilişkisini tehlikeye sokan ve dinin ölçüleri dışında bir hayat yaşamaya yönelten temel faktörlerdir. Bu da zamanla insan şahsiyetini yok eder. Çünkü Allah’ı hatırlama, hayatın anlam ve gayesi; Allah’ın insan şuurundan çıkması da insan hayatındaki anlam ve gayenin ortadan kalkması demektir. İnsanın Allah’ı unutması, varlığın esas kaynağından olan kendi “ben” ine yabancılaşması demektir. İnsan varlığı Allah’la anlam kazanmaktadır. İnsan Allah’ı unutunca kendine de yabancılaşmaktadır. Cenab-ı Hak (cc.) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.”[9]
Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu insan anlayışında, kendi zaafları nedeniyle kötülüğe kayma ile iyiliğe yönelme arasıda çok nazik ve ince bir denge vardır. Bu nazik dengeye Kur’an, en önemli kavramlarından biri olan takva adını vermiştir. Takva; Allah (cc.) tarafından konan maddî ve manevî sınırların aşılmasını engelleyerek, insan davranışlarını idare etmektir. İnsan ilâhî sınırları hata ile aşarsa, takva insanı derhal tevbeye yöneltir ve şahsiyetteki dengesizliğin düzeltilmesini sağlar.[10]
Maddî ve manevî, iç ve dış dengeyi muhafaza eden insan hem dünya hem de ahiret saadet ve mutluluğunu elde eder. İslâm’ın bu konuda verdiği ölçü, dünyada da refah ve mutluluk, ahirette de refah ve mutluluktur.[11]
----------------------------------------------------
[1] Kasas 28/77
[2] Hökelekli, Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1998, 241.
[3] Şentürk, “ İbadetin Mahiyeti ve Şahsiyet Gelişimindeki Foksiyonu”, 13.
[4] Ahzab 33/21
[5] Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, , 187-188.
[6] Bkz. Çamdibi, H. Mahmut, Din Eğitiminde İnsan ve Hayat, İstanbul 2003, 187-190; Şentürk, a.g.e., 14.
[7] Bkz. Nisa, 4/128; Meâric, 70/19-21; Haşr, 59/9; Teğâbün, 64/16.
[8] Bkz. Âl-i İmran, 3/14; Kehf, 18/34-34.
[9] Haşr, 59/19.
[10] Hökelekli, 24; Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, Ankara Okulu Yay., Ankara 1996; 74-78.
[11] Bakara, 2/201.