İçimizdeki Yoksulluk
Mal, ömrün huzur ve asayişi içindir;
Ömür, mal cem eylemek için değildir.
Yoksulluk, ’yok’u ve ’yokluk’u ifade eder. Yoksulluk, sadece insanın maddî nesne ya da araçlardan yoksun olması anlamına gelmemektedir. Ancak günümüzde sosyal bilimlerde yoksulluk kavramı, çoğu kez ekonomik (maddî) boyutuyla, yani dar anlamıyla ele alınmakta; maddî yetersizlik veya güçsüzlük olarak tanımlanmaktadır. iç (manevî) yoksunluk veya yoksulluk gündemde tutulmamaktadır.
Söz konusu tanımla, biyolojik ihtiyaçların insanı tek başına mutlu edebileceği anlayışı vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Oysaki yoksulluk tanımı, görecelidir.
Yoksul olmadığı halde kişi, kendisini bir başkasına göre yoksul sayabilir veya hissedebilir. Nitekim günümüzde birçok kişi, gerçekten yoksul olmadığı halde kendini yoksul hissetmektedir. Çünkü tüketim kültürü sayesinde zaruri olmayan ihtiyaç maddeleri zaruri hâle gelmiş, her yeni çıkan ürün, model, bir ihtiyaç olarak algılanmaya, başlanmıştır. Modern dünya, insanı göreceli bir yoksulluğa itmiş, kazandığından daha çok tüketmeye yöneltmiştir. Sonuçta insanda maddeye karşı aşırı bir doyumsuzluk, iç yoksunluk baş göstermiştir.
Günümüzde yoksulluğu tanımlar iken insanın mana yönünü, iç yoksunluğunu ele alan tanımların ön plana çıkartılmasına ihtiyaç var. Zira yoksulluğu önleme veya tüketmenin yollarından biri, insanın iç dünyasının, manevî duygularının beslenmesi, zenginleştirilmesidir. Çünkü paylaşma, dayanışma sevgi, şefkat, merhamet, infak, sadaka duyguları olmadan yoksulluk tüketilemez. Nitekim bugün küresel çapta bir insanlık aşınmasına tanık oluyoruz.
İnsanın insana karşı sorumluluğu azalmış, birbirinin dert ve sıkıntılarına duyarsızlık artmış, açlık ve sefalet küresel bir sorun hâline gelmiştir. Dünya kaynakları yeterli olmakla birlikte, hayatı yaşanabilir, anlamlı kılan şefkat ve merhamet duygularından uzaklaşıp nemelâzımcı tavırlar takınma, paylaşma ve dayanışmanın güzellik ve erdeminden uzaklaşma; zengin ve yoksul arasında maddî uçurumlar meydana getirmiştir. Aşırı dünyevileşme, maddeye bağımlılık; maddî imkansızlık, yoksulluk kadar yıkıcı olmaya başlamıştır. Bu açıdan yoksulluğun nedenlerinden birini de maneviyat yoksunluğu olarak saymamız mümkün.
İnsanın manevî ihtiyaçlarını göz ardı ederek sadece maddî ihtiyaçlarının yokluğunu önemsemek, diğer bir yönünü ihmal etmek tek taraflı bir yaklaşımdır. Çünkü insan, beden ve ruhtan mürekkep bir varlık. İnsanın hayatını anlamlı kılan şey, onun manevî yönüdür, insan, biyolojik bir varlık olduğu kadar aynı zamanda toplumsal ve manevî bir varlıktır. Onun biyolojik varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan beslenme, giyim, sağlık, barınma ihtiyaçları kadar, kültür, estetik, dinî, ahlâkî değerlere de ihtiyacı vardır.
Bu yüzden insanın manevî yönü ihmale gelmez. İç dünyası ihmal edildiğinde insan doymuyor, içindeki yoksulluk tükenmiyor, bir vadi dolusu altını olsa bir İkincisini isteyecek kadar hırslanıyor. Kâr ve servet hırsı, gönülleri çoraklaştırıyor, vicdanları kurutuyor. Haris tavırları ile insan kendini tüketiyor, insanlık haysiyetinde aşınma oluyor, Al- lah-kul, insan-insan ilişkileri, in- san-çevre ilişkileri de zedeleniyor.
Ayrıca hırs, bencillik, sahibini ideal ölçülerin dışına çıkmaya itiyor ve doğal olarak aşırılığa/israfa neden oluyor. Manevî açıdan yoksun insan, servet ve konfor peşinde koşmanın dışında, hayatında başka ideallere yer vermiyor. Onun gözünde her şey maddileşiyor. Mal ve servet elde etmek, huzur ve refaha ulaşmak için bir vasıta olmaktan çıkıp, kendi başına bir gaye hâline geliyor. Elde edilen zenginliğin bir kısmını muhtaç olanlarla paylaşmak yerine, manevî boşluğu doldurmak için çılgınca şeylere yöneliyor, ölçü ve sınır tanımamaya başlıyor.
Bu itibarla; maneviyat yoksunluğu, insanı içinden çıkılmaz bir girdabın içine itiyor. Bencilleşen bireye ne kadar maddî imkân sunulursa sunulsun, çoraklaşan gönül bir türlü doyuma ulaşamıyor. Doyumsuz gönüller, her zaman yoksul kalıyor ve bu yoksulluk duygusunu sürekli olarak yaşıyor; varlığın, zenginliğin huzurunu, doyumunu bir türlü hissedemiyor. Çünkü huzurun adresi hep eşya oluyor, madde ile mana bir türlü bütünleşmiyor.
Manevî değerlerin hayatın dışında tutulması, hissedilmemesi, yalnızca insanı tüketmiyor, toplumda aşınmayı, ahlâkî çöküntü ve erozyonları da gündeme getiriyor, sosyal denge bozuluyor.
Bu açıdan, iç dünyanın zenginliği, manevîzenginlik insanlığın gündemine alınmalıdır. Nedir manevî zenginlik?
Manevî zenginlik; insan ne kadar zengin olursa olsun, Yüce Allah’ın varlığı karşısında yokluğu hissetmesidir. Çünkü gerçek varlık sahibi O’dur. Bizler her zaman ona muhtacız. Nitekim Yüce Allah: "Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız, Allah ise zengin ve övgüye layık olan O’dur." (Fatır, 15) "Allah zengindir, siz fakirsiniz" (Muhammed, 38) buyurmaktadır.
Gerçekte zenginlik, O’nun bize verdiği maddî varlığı geçici bir süre elde tutmaktır. Çünkü asıl varlığımız O’na bağlı. Ayrıca varlığı başkasına bağlı ve dayalı olan insan, nasıl kendini zengin sayabilir?
Nitekim Sevgili Peygamberimiz varlığın insan için büyük bir sınanma aracı olduğuna, insanı yoldan çıkaran, iyilik ve hayır istikametinden uzaklaştıran mal konusunda Müslümanların dikkatli olmalarım (Tirmizi, Zühd, 3, 26) ve zenginliğin sadece maddî zenginlik olmadığını şöyle ifade etmiştir: "Zenginlik yalnızca mal çokluğuyla değildir. Gerçek zenginlik gönül zenginliğidir.’’ (Tirmizi, zühd, 40) Yine gönül zenginliği konusunda Sevgili Peygamberimiz ve ashaptan Ebu Zer arasında şöyle bir diyalog geçmiştir:
Peygamberimiz: "Ey Ebu Zer! Malın çokluğuna zenginlik mi diyorsun? O da "evet" dedi. Yine Peygamberimiz: "Malın azlığına fakirlik mi diyorsun? diye sordu. Ebu Zer "evet" dedi. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz: "Zenginlik kalpte olur, fakirlik de kalpte olur. Gönlü zengin olanı dünyadaki mal zengin etmez, ancak cömert yapar" buyurdu. (Rudani, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık, 1st, 2003, V, 3139)
İş ve söz, insanın iç (manevî) dünyasının tanıkları, bir anlamda kişiliğidir. Özellikle yoksullar, varlıklı kimselerin aynasıdır. İçimizdeki manevî duygulardan olan paylaşma, dayanışma duygularını test etme noktasında yoksullar, bizler için güzel bir aynadır.
Yoksullara el uzatmaktan kaçan, ya da sözde muhtaçlara yardım ettiğini düşünen, yardımları kamera gelmeden dağıtmayan, muhtaç kimselerin ezilmelerine aldırmayıp, yaptığı yardımla fakirin onurunu, izzetini alan insanın aynadaki görüntüsü nasıl?
Manevî zenginlik, insan olma niteliklerine sahip olmaktır, içimizdeki güzellikleri paylaşmaktır. Manevî zenginlik, malla büyüklenmemek, kazandığını paylaşmak, yeri geldiğinde elinde bulunanla yetinmeyi bilmek, hakkına razı olmak, ihtiras, tamah ve israftan kaçınmaktır. Paylaşım ahlâkına sahip olmaktır. Yoksulu gözetmek, düşküne ve yolda kalmışa yardım etmek, yetimi barındırmaktır. Bir manada insanın fıtrat arayışına cevap vermektir. Çünkü insan, huzuru, paylaşmayı arıyor, sevgiyi, saygıyı arıyor.
Manevî zenginlik, akan bir nehir gibidir. Akan su hayattır. Akan suda durgunluk olmaz, akan su kir tutmaz. Akan su büyür, deryaya katılır, yücelir. Bunun aksine, durgun su hastalık üretir, kendisine akan suyu tutar ve onu da bozar, iç dünyası zengin insan, elindeki serveti tutup yığın yığın biriktirmez, hayatı paylaşır, içindeki güzellikleri tutmaz, kendi dışına akıtır, iç dünyası çoraklaşmış insan ise akmayan nehir misali, durgundur. Onun dünyasında paylaşma, dayanışma erdemleri yok olup gitmiştir. Onun insaniyeti tükenmiştir. Dolayısıyla hayatın rotasını doğru kurmalı, iç yoksulluğumuzun farkına varıp gönlümüzü maneviyat ile zenginleştirmeli, hayatı paylaşarak daha manalı kılmalıyız.