KUDÜS'ÜMİZE YA DA KUTSALIMIZA NİÇİN SAHİP ÇIKAMADIK
Şüphesiz Kudüs Müslüman’ın gözünde çok değerli ve önemli bir yerdir. İlk kıblemiz, miracın kapısı, kuran ayetleriyle değeri teyit edilen ve birçok Peygamber’in mücadelesine sahne olmuş bir yerdir Kudüs.
Ecdadımız değerlerimizi iyi okumuş, bilinçli ve duyarlı hareket ederek mukaddeslerimiz için adeta seferber olmuştur. Elbette ki Allah’a ibadet ve itaati önceleyen, ahlaki değerlerinden taviz vermeyen, inançta ve ahlakta birliği tesis etmiş, ahret bilinciyle rıza-i ilahi için yaşayan Müslümanlar Kudüs’ü İslam davası olarak görecek, oranın kutsiyetine asla helal getirmeyeceklerdir. Tarihimize baktığımız zaman bunun örneklerini görüyoruz; dünyaya hükmetmemizin adalet ve hakkaniyeti en ücra köşelere taşımamızın, İslam’ın gür sesini her tarafa duyurmamızın altında manevi ve ahlaki değerlerimizin, Kuran’a sımsıkı sarılışımızın rolü vardır şüphesiz.
Harp meydanında başarı sağlayamayan, mağlubiyetlerinin sebeplerini kendilerinde aramak yerine, Müslüman’ın zaferden zafere koşuşunun nedenini iyi analiz eden Haçlı ve Siyonist ittifakı bundan sonra stratejilerini değiştirmiş Müslümanları güçlü kılan bu değerlere saldırmaya başlamıştır. Kudüs Müslümanların elinden alınmadan, işgale uğramadan önce, o mübarek beldenin bizle olan irtibatını ve manevi bağlarını kopardılar İslam ve Müslüman düşmanları; bütün oyunlarını sergileyip birlik ve beraberliğimizi bozdular, bizi birbirimize düşürdüler, tefrika tohumları attılar. Nefisimizin hoşuna giden, şehvetlerimizi besleyen oyun ve eğlenceleri altın tepside sunarak buna “hayatı yaşamak, medeni olmak” kılıfı uydurdular. İbadet ve itaatten uzak, doyumu ve tatmini yakalayamamış Müslümanlar ise kısa bir zaman içerisinde bu oyuna geldi. Yüzünü ve istikametini batıya dönüverdi. Güç kuvvet elden gitti. Mukaddeslerimiz işgale uğradı. “Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hissemi verdi? Tarihi” tekerrür” diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih.” der Mehmet Akif. Kudüs böyle Allahtan uzaklaşıp şeytana esir olduğumuz zamanlar da hep yeniden esaret altına girmiştir. Biz oyalana duralım İslam düşmanları bunu en iyi şekilde değerlendirmenin fırsatını bugün yaşıyorlar. Bu nedenle Kudüs’ü başkent ilan etme tesadüfü bir olay değildir. En zayıf olduğumuz ve açık verdiğimiz günümüzde, emellerini gerçekleştirmek için bu zayıflığı ve yozlaşmayı fırsat olarak değerlendirmek istiyorlar Haçlı ve Siyonistler. Kim bilir beklide bu durum Müslümanların uyanmalarına da vesile olabilir.
Tarihin sayfalarına baktığımız da Kuran’a ne zaman sarıldık dünyanın en güçlü devleti durumuna geldik. Ancak ona sırtımızı döndüğümüz zamanlarda ise zelil ve hakir durumla Allah bizi her defasında cezalandırdı.
İngiliz komutan Çhurçhill Çanakkale savaşından sonra Müslümanların bu kadar saldırıya nasıl dayandığını, nasıl mukavemet gösterdiğini hayretler içerisinde ifade eder. Çözümün onların Kur’an’larını ellerinden almaktan geçtiğini söyler. Bugün kuran ve hükümleri elimizden alınmış, hayatımızdan uzaklaştırılmıştır. Peygamberimizin değeri ve kıymeti unutulmuş, onun sünneti dahi tartışılır duruma getirilmiştir. İslam’dan, ibadet ve itaatten uzaklaşan Müslüman kendini onun ve eğlenceye kaptırmıştır.
Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor:
“İnsanlardan öylesi vardır ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonrada onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.” (Lokman: 6)
Ayeti kerimede geçen “Lehv el-Hadis” deyimi, dinleyeni meftun eden, tamamıyla kendi atmosferine çeken ve etrafındaki başka şeylerden habersiz hale getiren her şeyi ifade eder.
İbn Hişam’ın, İbn İshak’a dayanarak yapmış olduğu rivayete göre Mekke müşrikleri ellerinden geleni yapmalarına rağmen Hz. Peygamber’in (s.a) mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadir bin Hâris Kureyşliler’e şunları söyler: “Bu adama (Muhammed’e) karşı çıkma metodunuz (o delidir, sihirbazdır, mecnundur, meczuptur şeklindeki ifadeleriniz) sizi bir yere götürmez. Bu şekilde ona karşı başarılı olamazsınız. Bakın! Ben size onunla nasıl başedeceğinizi göstereceğim der.” Sonra Mekke’den ayrılıp Irak’a gider ve oradan İran Kisraları, Rüstem ve İsfendiyar’la ilgili masalları, hikayeleri, derletir. Halkın dikkatini Kur’an’dan ayırmak ve onları masallar içinde uyutmak için masal anlatma partileri düzenlemeye başlar.(İbn Hişam, cilt 1. sh. 320-321)
Aynı rivayet Esbab-ı Nüzul adlı kitapta Kelbi ve Mukatil’e dayanarak Vakidî tarafından nakledilmiştir. Ve İbn Abbas’a göre Nadr bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Hz. Muhammed’in(s.a.v) etkisi altına girdiğini işittiğinde, şarkıcı bir kızı şöyle bir talimatla ona musallat ederdi: “Onu yedir, içir, şarkınla öyle ağırla ki diğer taraftan kopup seninle hemhal olsun.”
Bu metot, kötülük odaklarının her devirde başvurmakta olduğu bir metottur. Aslında Kötülüğün elebaşları sıradan insanları kültür adı altında eğlence, spor ve müzikle öylesine oyalarlar ki, hayatın ciddî problemlerine eğilmek için insanlar zamanda bulamazlar ve böyle bir istekleri de almaz. Ve bu boşvermişlik duygusu içinde sürüklenmekte oldukları felâketi hissetmezler bile.(Tefhimul kuran ilgili ayetin tefsiri)
Savaşların birçok taktiği vardır. Bunlardan biri de, insanları Allah yolundan alıkoymak, onları boş şeylerle uğraştırmak, amaçsızca, hedefsizce ve hiçbir bilgiye dayanmadan meşgul etmektir. Müslümanlar bugün çalgılarla, oyunlarla, filmlerle avunurken, düşünemez, üretemez duruma geldiler, kendi idarelerinde dahi aciz duruma düştüklerinden Haçlı ve Siyonistlerin hakimiyetine giriverdiler. Onlar gibi giymeyi, onlar gibi yemeyi, onlar gibi yaşamayı bir farklılık olarak anladılar. Kafirlerin istediği de zaten buydu. Öğle ki! Kur’an Müslümanların birçoğunun gündeminde artık yer etmiyor. Hükümleri hayatlara hâkim değil. Müslümanlar ayetlerden, hadislerden, kendi dertlerinden konuşmuyor, daha çok nefse hitap eden, onun hoşuna giden oyun ve eğlenceyle zamanlarını geçiriyorlar. Buda İslam düşmanlarının işlerini kolaylaştırıyor.
Başarı ve muzaffariyetin sırrı insanın kendi nefsinde saklıdır. Yani insan kendisini düzelttiği müddetçe Allah düşmanlarının ona zarar vermesi mümkün değildir. Kendi hayatını Şeytan’ın ve avanelerinin eline bırakan bir Müslüman Kudüs ve onun gibi nice değerlerini de kayıp eder.
Bu hususta yüce Allah bizi uyarıyor şu ayetiyle:
“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Maide:105)
Yeryüzünde hak ile batılın, doğru ile yanlışın, adalet ile zulmün mücadelesi veriliyor. Kâfirler bu mücadelede hep Müslümanların eksik ve zaaf noktalarını kullanmış, o boşlukları kendi istekleri doğrultusunda doldurmuşlardır. Kafirlerin en etkili silahlarından bir de spor adı altında oyunlarla, dizilerle, Müslümanları meşgul etmektir. Gaflet içerisinde olan, dünyanın zevk ve sefasına dalan Müslümanların bugün çokluğu başarı getirmiyor. Çünkü başarı çoklukta değil, Müslümanların kendilerini düzeltmesinde saklıdır. Eğer müminler Allah’a itaat ediyor, Allah ve insanlara karşı yükümlülüklerini harfiyen yerine getiriyorlarsa bir başkasının sapkınlığı ve yanlışlığı onlara asla zarar veremez.
Öyleyse yapılması gereken; Müslümanların yeniden kendilerine gelmeleri, birlik ve beraberliklerini tesis etmeleri, kuran ve Resulüne kayıtsız ve şartsız itaat ederek düşmanların bizleri oyaladığı şeylerden uzaklaşıp kutsallarımıza yoğunlaşmalarıdır. İşte o zaman Allah bizlere yardım edecek zaferden zafere koşacağız. Esir olan mescidi aksanın beraatını elimize yeniden alacağız, Allah’ın izniyle.
Abdullah Kılıç.