Sahip Olduklarımızla İmtihanımız
“İnsan, ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusu ile sınanır; oruç, namaz, sadaka ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma, işte bu sınanma (esnasındaki kusurlarına) kefaret olur.” (Müslim, Fiten, 26)
Yüce Rabbimiz, bütün yaratılmışlar içinde en şerefli ve en güzel şekilde yarattığı insanı, kalbini merhametinden bir parçayla yarattığı bir kadının kucağına bırakıverdi. İşte böylece insanın, içine tebessümleri, mutluluğu, şen kahkahaları, anıları, unutmak istemediği anları, hayalleri, umutları bir o kadar da kararsızlıkları, pişmanlıkları, yüreği burkan acıları, hiç geçmeyecek zannettiği sıkıntıları, hastalıkları, afetleri, kavga, öfke ve yenilmişlikleri sığdıracağı dünya hayatı başlamış oldu.
Doğan bebekler, hızla serpilip hayatın en hareketli, en heyecanlı kısmı olan gençlik evresine adımlarını atarlar. Mevsimlerden ne olursa olsun gönüllerde bahar çoktan gelmiştir. Aşka, sevgiye hasret yürekler sevinçlerine ortak olacak, içlerinde coşkun akan nehrin, esen rüzgârın sesini dinletecek bir gönül arzu ederler. Yüce Allah da zaten huzur bulalım diye iki gönül arasında sevgi ve merhamet var etmemiş midir? (Rûm, 30/21) Sevgili Peygamberimizin de çeşitli vesilelerle ashabına gülüp eğleneceği, sevgiyle bağlanacağı eşler edinmesi konusunda tavsiyelerde bulunması, onları evlenmeye ve evlendirmeye teşvik etmesi de bu ilahi çağrının bir gereği değil midir? (Buhârî, Nikâh, 3, Büyû’, 34, Tevhid, 22; Tirmizî, Nikâh, 3, Salat, 13) Genç gönüller; güzel, kariyer sahibi, soylu bir aday isterler. Hepsi de önemli ve geçerli taleplerdir. Ancak evlilik, temeli bu dünyada atılan ve ahirete kadar uzanan bir süreçtir. Eşlerin karşılıklı olarak birbirlerine duydukları sevgi, saygı ve anlayış ile yürüyecek bir kurumdur evlilik. Bu talepler gönlün arzuladığı istekler olsa da dindar ve güzel ahlâklı olan adaylar öncelenmelidir (Buhârî, Nikâh, 16). Zira sevinçlerin paylaşılıp hayatın zorluklarının birlikte aşılacağı evlilik hayatı; ancak dinî hassasiyet ve ahlaki olgunlukla huzurlu bir şekilde devam edecektir.
Aile kuran iki bireyin gönlüne zamanla evlat sevgisi ve neslini devam ettirme arzusu işlenir. Bu duygu doğrultusunda yaptıkları dua, çoğunlukla geri çevrilmemiş ve bir emanet olarak verilen yavru, aile hayatının bir neşesi olarak yuvaya dâhil olmuştur. Anne baba o minik ellere, küçük adımlara, onun yürekte oluşturduğu sevgiye kendini o kadar kaptırır ki artık o candan öte bir candır. Ona bir zarar gelecek endişesi ile yüreği her an teyakkuzdadır. Her ne kadar gönüllerde rayihası ile baş döndüren taze çiçekler açtırsa da, insana tarif edilmez bir sevgi ve mutluluk yaşatsa da her nimet gibi zorlukları da vardır. Tertemiz bir fıtrat üzerine doğan o minik yavru, anne babanın elinde ilmek ilmek işlenecek ve ailesi ile sınırlı kalmayıp toplumu etkileyecek, dahası ahiretini de şekillendirecektir. Her an sevgiye ve ilgiye muhtaç olan yavruya, hidayete eriştiren dinî öğretileri benimsetmek ve onu erdemli bir kişilik olarak yetiştirmek, anne babaya yüklenen büyük bir sorumluluktur. Torunları Hasan ve Hüseyin’in sevimli hâlleri ile mescide girdiğini gören ve konuşmasını yarıda kesip onları kucağına alan sevgili Peygamberimizin “Allah, ‘Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir.’ (Enfâl, 8/28) derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da sözümü keserek onları kucağıma aldım.” (Tirmizî, Menâkıb, 30) sözleri ne kadar manidardır. Rahmet Peygamberi, çocuklara karşı sevgi ve ilgisini göstermekten çekinmeyerek ashabına örnek olurken aynı zamanda onlara duyulan sevginin zaaf hâline gelmemesi ve kişiyi yanlışa sevk etmemesi yönünde uyarmaktadır. Bu zor imtihan, bazen onu en güzel şekilde dünya ve ahirete hazırlayarak kazanılacaktır bazen yokluğuna bazen de o küçük emaneti kendi canından önce teslim etmenin acısına sabretmekle…
Çiftler, dünya sıkıntılarını göğüsleme noktasında eşit sorumluluğa sahip olsa da özellikle ailesini geçindirme sorumluluğu babaya yüklenmiştir. Peygamberimiz (s.a.s) bir kişinin ailesine yaptığı harcamanın onun için sadaka olacağını (Buhârî, İmân, 41) ifade ederek helal rızık peşinde koşmaya teşvik etmiştir. Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesinin kişiye günah olarak yeteceğini (Ebû Dâvûd, Zekât, 45) hatırlatmış, para kazanma ve mal edinme noktasında kendisini kaptırıp dünyaya dalanları da uyarmıştır. Zengin ya da fakir olmak dünyadaki hayat standartlarını değiştirse de ahiret hayatı için herhangi bir fark ifade etmemektedir. Zira zengin, kendisine verilen nimetin şükrünü eda etmek ve fakire hakkını vermekle, fakir ise içinde bulunduğu hâle sabredip imkân ölçüsünde ailesini geçindirmekle sınanmaktadır. İşte ahiret hayatı için zengin ya da fakir olmayı anlamlı kılan, zengin ya da fakirin bu imtihanın neticesinde gösterdikleri başarıdır.
İmtihan bunlarla da sınırlı değildir elbette. Kişi bazen hastalıkla, bazen sahip olduğu güzellikle bazen de kapı komşusuyla sınanır. Ne var ki insan bu sınavlar karşısında her zaman istenilen başarıyı gösteremeyebilir, hata eder, yanlışa meyleder. İşte tam bu noktada rahmet müjdesi yine Peygamberimizin diliyle gelmektedir. O, “Kim kötü bir iş yaparsa onunla cezalandırılır.” (Nisâ, 4/123) ayeti nazil olduğunda korkuya kapılan ashabının gönlünü, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar yorgunluk, hastalık, kederlenme, başına gelen musibetler ve hatasından dolayı duyduğu pişmanlığın onun günahlarına kefaret olacağını (Buhârî, Merdâ, 1) müjdeleyerek ferahlatmıştır. Ayrıca o, fazladan kılınan namazların, oruçların, sadakaların, hatta iyiliği tavsiye edip, kötülüklerden sakındırmanın dahi imtihan esnasında yapılan hataların kefareti kabul edileceğini bildirmiş, bize hatalarımızı nasıl telafi edebileceğimizin yolunu göstermiştir. O hâlde mümin bir kula düşen, hayatın bir imtihan olduğunu unutmayıp sabır ve şükür arasında bir yaşam sürmek ve Peygamber’in rehberliğinde hataları telafi yoluna gitmektir. Yeter ki kul, hatasından nedamet duysun. “Bana dua edin, kabul edeyim” (Mü’min, 40/60) buyurmamış mı zaten Yaradan? İşte bu kul için ne büyük bir müjde, ne büyük bir rahmettir.