Doğruları Söylemek değil Doğruları Yapmak
İnsan yavrusu sevk-i tabiî’den mahrum olarak dünyaya gelir. Hayvanlar çok defa doğar doğmaz ne yapacaklarını bilirler. Ancak insan korunmaya, bakılmaya, beslenmeye ve eğitilmeye mahkumdur.
Anne-baba olmak doğumundan ölümüne bir varlığın tekamülünün canlı şahidi olmaktır. Bir devletin, medeniyetin tarihine şahit olmak gibi… Doğumunu, büyümesini, zaferlerini görmek gibi.. Fakat ebeveyn yalnızca hadiseyi izleyen şahitler olarak kalamaz.
Onlar çocuğun karakter gelişimine, düşünce biçiminin ve inanç dünyasının teşekkülüne katkıda bulunmalıdır.
İşte anne-babanın çocuğun üzerindeki bu tesiri eğitim yoluyla meydana gelmektedir. Bu biyolojik anne baba olmanın ötesine geçerek çocuğu manen yeniden doğurmak gibi bir şeydir. Ve belki bu esnada çekilecek sıkıntılar doğum sancılarından daha şiddetli olacaktır.
Bir çocuğun biyolojik/maddî ebeveyni olmanın yetmeyeceğine şu hadise çok güzel bir biçimde işaret etmektedir: Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in evlatlığı Zeyd b. Harise Efendimiz tarafından ailesine dönmek konusunda serbest bırakıldığı halde babasını değil Peygamberimizi tercih etmiştir. Ailesini de sevdiği halde “ Ben bu insanda öyle şeyler gördüm ki bir daha ondan ayrılmam mümkün değildir.” diyerek onu yeniden inşa eden insanı ‘baba’ bilmiştir.
Mevlana “Hangi tohum toprağa ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumundan şüpheye düşüyorsun?” diyor.
Her çocuk bir tohumdur; içinde meyvelerini saklayan, derûnunda bir orman mündemiç tohumdur. Onu uygun şartlarda yetiştirmek bazen bir şehri, ülkeyi kurtarmak gibidir.
Bir mıh bir savaş kaybettiriyorsa, bir ‘insan’ da milletin kaderini çevirir yeri geldiğinde…
O halde bu çekirdeği, bu tohumu heba etmek lüksüne sahip değiliz. Çocuklarımızın yedeği yok çünkü…
Çocuk Terbiyesi Azizdir
Çocuk aziz ise terbiyesi daha azizdir. Onu ihtiyaç duyduğu şekilde, ruh dünyasını kavrayarak, anlayarak sabırla bir kaneviçe gibi işlemelidir mürebbîleri. Bilmek gerekir ki ağaç yaşken eğilir ama kırılmamalıdır. Bir kez kırdıktan sonra yeniden tamir edebilmek neredeyse imkânsızdır. Eldeki hazineye sahip çıkamamaktır.
Maalesef cemiyetimizin terbiye metodları zihnen ve bedenen sağlıklı nesiller yetiştirmek konusunda çok yetersiz kalıyor. Nice narin fidanlar hayatlarının baharında kırılıyor, eziliyor, heba ediliyor…
Çocuklarımızı kendi yapamadığımız, ulaşamadığımız idealleri gerçekleştirecek vârisler olarak görüyoruz. Kendi yetişme/yetiştirilme tarzımıza göre terbiye etmeye çalışıyoruz. Halbuki Hz. Ali’nin dediği gibi onları yaşayacakları zamana göre yetiştirmeliyiz.
Onlar başka zamanların, geleceğin çocukları…
Nerede Hata Yapıyoruz
Japonlar bir çocuğun nasıl olmasını istiyorsanız ona öyle davranın derler. Pek çoğumuz ezilerek, tenkit edilerek yetiştirildirik. Sonunda tenkit etmek, eleştirmek toplumsal bir hastalığımız haline geldi.
Çocuklarımızı o kadar çok tenkit ettik ve o kadar az takdir ettik ki “Bende eksik bir şeyler var.” duygusu hayatları boyunca yakalarını bırakmıyor. Okulda öğretmenin, evde büyüklerinin hakir gördüğü çocuk bazen kendini bir böcekten daha anlamsız görebilmektedir. Böylece itimad-ı nefsi (öz güven) olmayan milyonla insan sokaklarımızı, şehirlerimizi doldurmaya devam etmektedir.
Bir çocuk aşırı tenkit edilirse suçlamayı, aşırı suçlama karşısında saldırganlığı, kınanarak yaşarsa pısırık olmayı, hoşgörü içinde yaşarsa sabırlı olmayı, sevgi içinde yaşarsa güvenmeyi öğrenir.
Tenkit ve Takdir
Ebeveyn ve aile efradı menfî (yıkıcı, zarar veren) tenkitlerden imtina etmelidir. Menfî tenkit her şeyde bir olumsuzluk, bir hata aramak hastalığıdır ve genellikle alışkanlık neticesi olarak yapılır. İyi niyet olmadığı içinde tenkide konu olan husus çözülmez ve iki taraf da bundan zara görür. Bilhassa tenkide uğrayan stres ve bunalıma düçar olur.
“Ben daha iyi bilirim, ben daha iyi yaparım, bana göre, bana sorarsan…” kalıplarıyla başlayan ifadeler rahatsızlık yaratır, muhatabı incitir.
Müsbet (yapıcı, fayda sağlayan) tenkitte ise lisan-ı hal ile samimiyet ifade edilir. Muhatabın tavır almasına, reaksiyon göstermesine sebep olunmaz.
“Falanca kitaba, filanca büyük zata göre…” diyerek suçlamadan hareket edilir. Hatasını doğrudan söylemektense ideal davranışın nasıl olması gerektiği anlatılır.
Ve ne söylediğinizden önemlisi nasıl yaptığınızdır.
Çünkü çocuklar anne babanın sözel olmayan davranışlarını da taklit ederler. Söylenileni değil, yapılanı yani gördükleri taklit ederler.
Küçük de olsa başarıları takdir edilen, bir işten men edilmeyen çocuk kendini geliştirmeyi, cesareti öğrenir. Öz güveni artar. Doğru söz doğru davranışla birlikte bir mana ifade eder. Doğruları söylemek değil doğruları yapmaktır eğitim.