Bir Ağaç Gölgesi
Şu fani dünyada ihtiyaçlarımız hiç bitmiyor, bitmediği gibi giderek lüksleşiyor.
Osho’ya ait olduğu söylenen bir söz çıktı karşıma ve ardından derin düşüncelere daldım… “Sahte ihtiyaçlarla yaşıyoruz, hiç giderilememelerinin sebebi budur.” diyor Hintli düşünür.
Sahte ihtiyaçlar… Nefsimizin ihtiyaçlarına gerçek diyebilmek çok zor, çünkü asıl ihtiyaç bedeni isteklerimizin giderilmesinde değil. Öyle olsaydı biterdi, tamam artık bu kadar, diyebilirdik. Bitmiyor gerçekten, almakla tüketmekle dolduramıyoruz evimizi, cebimizi, midemizi… Hep bir eksik, hep bir ihtiyaç… Kullandığımız süpürgenin daha küçüğü çıkıyor piyasaya, telefonun daha yeni versiyonu… Arabamız dar geliyor, evimiz karanlık… Her geçen gün yeni bir ihtiyaç baş gösteriyor. Bitmiyor eksiklerimiz. Her güne yeni bir isteğimiz bulunuyor.
Oysa Peygamber Efendimiz (sav)’e yönümüzü çevirebilsek, halimizin traji komikliğinin idrakine belki zihnimiz biraz olsun yaklaşacak. Efendimiz dünya hayatını bir yerden bir yere yolculuk yaparken bir ağacın gölgesinde dinlenen, sonra kalkıp yoluna devam eden bir adamın, ağacın altındaki durumuna benzetiyor. Düşünün ki bir şehirden bir başka şehre gidiyoruz ve mola verdik, yol kenarında durduk. Hangimiz o kısa süre içerisinde yerleşik hayata geçeriz, ev bark inşa ederiz? Bir an önce ihtiyacımızı giderir, dinlenir yola devam ederiz. Gözümüz yoldadır çünkü, varacağımız yere ulaşmak için sabırsızlanırız. Bizim için ağaç gölgesi ulaşılacak yer olmuş sanki. Halimiz ne komiktir ki ağaç gölgesinde dinlenmek kadar kısa bir süre için ne yatırımlar yapıyoruz, evler, arabalar alıyoruz. Bu dünyada ilelebet kalacakmışçasına sağlamlaştırmaya çalışıyoruz yerimizi. Oysa ölümsüzlüğü isteyen nefsimizin aksine ruhumuz maddi hırslarımızdan oldukça sıkılmış durumda. O yüzden varlık arttıkça huzursuzluğumuzun da artışı. İhtiyaçlarımızın sahteliği nefsimizin isteklerine uyuşumuzdan… Oysa asıl ihtiyaçlar ruhumuzun eksikleri.
İskender Pala birkaç sene önce kaleme aldığı bir yazısında unutamadığım bir soru soruyordu: “Hayatınızın ağırlığı ne kadar?”
Bir hayli ağır hayatlar yaşıyoruz. Küçücük bir kısmının eksilmesinde canımızın çok acıyacağı servetlere sahibiz. Pahaca ağır, aslında sahte servetler… Onları korumak ve kollamak için bütün ömrümüz heba olup gidiyor. Neden eskilerin sığdığı yerlere şimdi sığamıyoruz, neden yedikleriyle doyamıyoruz, insanın aklı bir türlü almıyor. Kainat Efendisi (sav) sert bir hasır üzerinde yatarken hasır yüzüne iz yapıyor da, Hz. Ömer gözyaşları içinde soruyor: “Nice padişahlar, nice sultanlar saraylarında kuş tüyü yataklarda yatarken, sen Allah’ın en sevgilisi neden bir kuru hasır üzerinde yatıyorsun?” Cevaben diyor ki Efendimiz “İstemez misin ya Ömer, bu dünya onların, ahiret bizim olsun.”
Kısacık bir gölgelenmek süresince konakladığımız bu dünya için bütün çabalarımız. Oysa ilelebet kalacağımız öteki tarafa bizimle gelemeyecek şeyler biriktiriyoruz. Ağırlığımız gittikçe artıyor ve bu dünya hayatında hareket etmek gittikçe zorlaşıyor. Varoluş amacımızı düşünmek, yaşadığımıza şükretmek zorlaşıyor. Şükürsüzlüğümüzle elimizdekiler bir türlü tamamlanamıyor. Ne olduğunu bilmediklerimizi içine tıka basa doldurup, peygamber sünnetinden
uzaklaştırdığımız midelerimizle hastalıklardan kurtulamıyor vücutlarımız.
Şairin dediği gibi; “Neylersin ölüm herkesin başında/Uyudun uyanamadın olacak. “
Bitmeyecek sandığımız şu ömür bir gün bitecek, sahip olduğumuzu sandığımız herşey ardımızdan dağıtılıp, paylaşılacak. Herkesin bir gün mutlaka gittiği bir öbür taraf var ki, oraya gidiş kaçınılmaz. Gerçeğe ihtiyaç duyan ruhumuzu doyurma gayretimizle ancak hakedeceğimiz bir ömrün hesabını verebileceğiz belki de. Hayatımızı sahte ihtiyaçların ağırlığından arındırıp, ruhumuzun açlığına kulak vermeli, iş işten geçmeden, sayılı nefeslerimiz tükenmeden. O ağacın gölgesinde bir soluk alıp, ruhumuzun asıl istediği yere ulaşmak için yola düşme vakti…