Kalp Sorgusu
Kişisel gelişim son zamanlarda öne çıkan; adından sıkça söz edilen bir /y\ /eğitim yöntemidir. Psikolojinin insanı tanımak, pedagojinin insanları eğitmek için ortaya koyduğu kuralların kişiselleştirilmesi diye de tanımlayabiliriz onu. İslam dünyasında gerek nazarî (teorik), gerekse amelî (pratik) plânda rûhiyât konusunda fikir yürütenler genellikle tasavvuf muhitinin insanlarıdır. Hicrî III. Asır’da yaşayan Hakim Tirmizî ve Hâris bin Esed Muhâsibî ile başlayan bu çizgi Gazzâ- lî, İbn Arabî ve Mevlânâ gibi büyük sûfilerle devam etmiştir.
Mutasavvıflar ruhun varlığı, özelliği ve İlâhî âlem ile irtibatı üzerinde durmuşlardır. Kur’an’da "Hakkında çok az bilgi verildiği söylenen ve "emr" âleminden olduğu ifâde edilen ruh" (İsrâ, 85) yapısı, mâhiyeti, özellikleri ve fonksiyonları itibarıyla sûfilerin ilgi alanına girmektedir. Tasavvuf ehli ruhun imâret; yani yönetim anlamını ifade eden özelliği ve insana Allah’ın halifesi olma statüsü kazandıran boyutuyla ilgilenmişlerdir. Sûfîlere göre akıl, kalp ve nefs; ruhun muhtelif boyutlarıdır.
Psikolojideki ruh ise ruhun ten kafesine girip mâsivâya karıştıktan sonra nefs adını alan yanıdır. Kişisel gelişim, insanların duygusal iletişim ve tekâmül tarafıyla psikolojik kıstaslarla ilgilenmektedir.
İslâmî telakkîde Allah hayatın merkezine insanı, insanın merkezine de ruh ve kalbi koymuştur. Kalp, insan hayatının rotasını belirleyen pusula ve yol gösterici konumundadır.
Kalp, bilginin, sevginin ve imanın merkezidir. Kalp deyince sadece "kalb-i sa- nevberî" denilen ve çam kozalağını andıran et parçasını kastetmiyoruz. Kas- dettiğimiz, ruhun fonksiyonlarından biri olan kalptir. Hayatı anlamlı kılan, bu kalbin yönelişleridir. Kalbin meyli neye ise insan hayatı oraya akmaktadır. Kalpde irade olmadığından raptedilmesi gerekmektedir. Kalbin raptedilmesi yaratılış sırrının kavratılmasıyla mümkündür. Yenişehirli Avni Bey’in dediği gibi; insanoğlu bu dünyaya mal ve makam sağlamak için değil, Sevgililer sevgilisi Yüce Allah’a kul olmak, O’nun hasretiyle ağlayıp kavrulmak için gelmiştir.
Rabbının "Elestü bi-rabbiküm" (Ben sizin rabbınız değil miyim?) sorusuna, "Evet" (Belâ) (A’râf, 172) diyen insanoğlu, bu dünyaya tasavvufî ifadesiyle "imtihan için belâ çekmeye" gelmiştir. Zor olan insanın sıkıntı ve belâlara sabretmesi, sadece O’na kul olma kaygısı taşımasıdır. İnsan, ağyârdan gelen bütün sıkıntıların acısına bir olan Yâr için katlanacaktır. Nitekim bahçıvan bir gül için bin dikene hizmet etmektedir.
Kalp, yaratılışı itibarıyla Allah’a ve âhiret yurduna doğru yol almaktadır. Kalbin huzur ve mutluluğu Allah’ı bilmek, O’nu sevmek, O’nun zikrinden lezzet ve tad almaktır. Bu ise âdetâ dünyada cennet hayatıdır. Aslında Allah’ın kullarına hazırladığı biri dünyada, öbürü âhi- rette olmak üzere iki cennet vardır. (Rahman, 46) Bu mânâdaki dünya cennetine eremeyen, âhiret cennetine asla eremez.
Kalp, duyu organlarıyla aldığı mesajlar vasıtasıyla uyarılma istidâdındadır. Bu uyarılmalar onu Allah ile olma hâlinden uzaklaştırır. Kalbin bu tür dış etkilerden soyutlanması ancak mâ- nen güçlenmesiyle mümkündür.
Kalbi en çok etkileyen şeylerin başında insanlarla sınırsız, sorumsuz, ölçüsüz ve gereksiz ihtilât gelmektedir. Bir gayeye mebnî olmadan, savrulmuş duygularla halkın arasına karışan, onların nefesleriyle kirlenir; nefislerinden etkilenir, sonuçta irâdesi zaafa uğrayarak çevresinin boyasına boyanır. Daha doğrusu lokomotif olup çevresindekileri hayra götürecekken vagon olup şerre düşer. Kur’an’ın ifadesine göre takva sahipleri müstesna bütün dostların birbirine düşman olacağı (Zuhruf) kıyamet gününde insanlar, bu lüzumsuz ihtilât ve irtibatlardan hayıflanacaklardır. Çünkü hiçbir işe yaramayacaktır.
Toplum içinde yaşamak zorunda olan insanın sosyal çevreden soyutlanması mümkün değildir. Öyleyse toplumdaki mümin nasıl hareket edecek? Kalbî hassâsiyet taşıyan bir mümin, toplum içinde hem hâzır hem gâib; hem yakın hem uzak, hem uyuyan hem uyanık olacak. Yani insanlara bakacak ama her şeyi görmeyecek, onların sözlerini işitecek ama her şeyi duymayacak. Seçici olmasını bilecek. Nefsine karşı irâdî otoriteyi elden bırakmayacak ki nefs kalbi etkileyip asıl meşguliyetine engel olmasın. Kul, Allah’a verdiği söze; "Elest bezmi"ndeki ahde sâdık kalsın.
insanın kişisel gelişiminde kalp sorgusu ayrı bir önem ar- zetmektedir. Davranışlara etki eden en müessir hal, irâdî olarak kalbi sorgulamaktır. Çünkü insan nefsinin aymazlığını uyaracak olan, kalp sorgusu ve gönül eğitimidir.
İbadetlerin kalp sorgusu ve gönül eğitiminde ciddi bir yeri vardır. Nitekim insan namaz sayesinde sükûtu, oruçla imsâki; yani ağızdan geleni kontrol etmeyi ve açların halini kavrama empatisini, zekâtla infak ve paylaşmayı, hacla ihramı; yani meşru nimetlerden bile yararlanmada kendini frenlemeyi öğrenir.
Kalbi en çok meşgul eden, gönlü etkileyen şeylerin başında ümit duyguları ve emel tutkuları gelmektedir. Emelin kötü olanı sorgu ve suâl kaygısı taşımadan kalbi peşisıra götüren tûl-i emeldir. Yoksa hiç emel olmadan amel de olmaz.
Dünya hayatı gemi yolculuğuna benzer. İflâs eden kimseler, gemiden sâhili olmayan denize dalanlar gibidir. Çünkü ümit, müflislerin sermâyesidir. Bu yüzden uçsuz bucaksız denize inci toplayacağım diye kendilerini bırakıverirler.
Asılsız ve hayal ürünü olan ümit dalgaları, kemiklerin köpekleri meşgul etmesi gibi insanları meşgul eder. Nefsânî duygulardan kaynaklanan ümitler, nefsin sermayesidir. İnsanlar bu hayallerin peşinden koşup dururlar, idealsiz, hayalsiz ve heyecansız insan insan olamayacağına göre iman ehlinin emel ve ideallerini marifet ve hikmet ekseninde toplaması gerekir. Marifetsiz bir emel, hikmetsiz bir ideal insanı boş heyecanlarla peşinden koşturur, gözüne at gözlüğü takar. Marifet ürünü bir emel ise hedefe yöneltir.
Allah’ı sevmek, O’ndan başkasından yüz çevirmek demektir. Nitekim tasavvufta kalp hastalığı kalbin Hakk’tan başkasına ilgi duyması ve sevmesi ile teşhis edilir. Özellikle de insanın kendi nefsine olan alâkası ciddi bir göstergedir. Çünkü insan sevdiği şeyi, nefsi için sever. Mal sevgisi, baş olma sevdası nefsin tutkularıdır.
Emeller sonucu insan nefsinin hevâlarını putlaştırmasından korkulur. Nefsini putlaştıran (Furkan, 43; Casiye, 23)
Allah’dan başkasına bel bağlamaya başlar. Allah Te- âlâ kendisinden başkasına bel bağlayanı ona havâle eder.
Ona olan yardım ve desteğini keser. O da başarısızlık ve sıkıntıya düçâr olur. Zihni karmaşa, kalbi teşvişle dolar. Kalb sâfiyet ve hassasiyetini kaybeder. Kalbin dayandığı ve güvendiği sadece Allah olmalıdır. Oysa kötü arzularına uyan ve aşırılığa giden kimselerin kalpleri Allah’ı anmaktan gâfil olur. (Kehf, 28) Kalp, hassâsiyetini kaybedince gönül sarayını birtakım sanal putlar ve sahte tanrılar işgal eder. Allah Teâlâ gönüllerini korumayan böyleleri için buyurur ki:
"Kendilerine destek olsunlar diye Allah’tan başka tanrılar edindiler. Hayır o edindikleri tanrılar onların tapmalarını inkâr edecekler, onları tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklardır." (Meryem, 81-82) Bir başka ayette de Allah’tan başka tanrı edinenin kınanmış ve yalnızlığa terk edilmiş olacağı haber verilmektedir. (Isrâ, 22) Allah’ın hüküm ve alâmetlerine saygı göstermek ise kalplerin takvâ- sının göstergesidir. (Hacc, 32) Ağıza giren lokma ile ağızdan çıkan sözün de kalp sorgusuna bağlı bulunduğu bilinmektedir. Bir başka ifadeyle haram ve şüphelilerin kalpte iz bıraktığı ve gönlü kararttığı mâlûmdur. (Mutâffifin, 14) Haram ve şüpheli olmasa bile mubah ve helâlde sini rta n ı- mazlık ve israf da kalbi bozar. Şeytanın insana nüfuz yollarını açar. Kalp sorgusu, insanı selim bir kalp sâhibi olmaya hazırlar. Selim kalp,
Kur’an’da iki yerde geçer. (Şuarâ, 88-89; Sâffat, 84) Mal ve evlât kaygısından arınmış, nefsânî zaaf ve hastalıklardan kurtulmuş kalp anlamınadır. Allah’ın nazar ve tecelli ettiği kalp odur. Selim kalp aynı zamanda Hakk’a teslim kalbptir.
Kıyamet gününde fayda verecek olan ne mal ne de evlâttır. Sadece selim kalp, berrak gönüldür.
Gönlü kirleten, kalbi hasta eden şeylerin başında ucüb, hased, şehvet, mal ve baş olma sevdası ile gadab gibi nefsânî duygular gelir. Bunlardan temizlenmenin en kestirme yolu günlük muhasebedir. Günlük muhasebe bir kalp sorgulamasıdır. "Bugün Allah için ne yaptın?" Yaptıklarının ne kadarı Allah için, ne kadarı nefsin için. İşin içine ne kadar "görsünler ve desinler" kaygısıyla riyâ denen şirk-i hafî girdi. "Kalbin nasıl? Acaba dünya için mi atıyor, Allah için mi?
Kalbin, yüreğini eline alıp insanlar içine çıkabilecek saflıkta mı? Yoksa çıfıt çarşısı gibi mi?
Bu sorular insan davranışlarına "farkındalık bilinci" kazandıran kalp sorgusudur. Bu tür sorgulamalar insanı aymazlık ve gafletten uyanıklık ve gönül diriliğine sevk eder.
Kişisel gelişimciler güne başlamadan ve günün sonunda beşer dakikalık sorgulama seansları öneriyorlar. İnsanın gündelik yapacağı işleri planlaması ve bunların hayatımızda ne anlama geldiğine kafa yorulması üzerinde duruyorlar.
Günün sonunda, yapılan bu planlamanın gözden geçirilerek değerlendirilmesini ve böylece kişisel olarak gelişim sürecini izlemenin mümkün olacağını ifade ediyorlar. Her- gün bunu yapan insan, aylık ve yıllık olarak hayatındaki ilerlemeyi fark edebilecektir.
"Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmek ve amellerimizi tartmak" (er-Riâye li-hukûkıllâh, Kahire, 1390/ 1970 s. 56) şeklindeki nebevî tavsiyenin kalp sorgulaması olarak İslâmi telâkkide ve tasavvufta ayrı bir yeri ve önemi vardır. Muhasebe kavramını tasavvuf literatürüne kazandıran Hâris bin Esed Muhâsibî her amel ve davranışın önünde ve sonunda olmak üzere iki muhasebe bulunduğuna işaret etmektedir. (a.g.e., s. 54-62) Amelin başındaki muhasebe amelleri ihlâsla planlamayı, sonundaki muhasebe ise sorgulama ve murakabeyi beraberinde getirmektedir.