ŞUUR VE HAKİKAT
Şuurun kelime anlamı; anlama, hissetme, duyma, bilme, idrak etme demektir.
Şuur, insana mahsustur. Şuurlu insan, eşyanın hakikat ve esrarına vâkıf olma özelliğine sahiptir. Şuurlu olmak kendi varlığından, benliğinden haberdar olmaktır.
Şuurlu insanı şöyle tarif edebiliriz:
“Düşünce, söz, iş ve davranışı ilahî hikmete uyan, kalbinden kılıncına ve kalemine bütün uzuvlarını hakka muti kılan, her halükârda Mevlâsına itaat derdiyle çırpınan, ferdî faydasına milletinin hizmetini tercih eden, dünya ve ahretin iyilik ve amelini beraber götüren, davasını aziz tutan, yüksek himmet ince idrak sahibi, ölümü gülerek karşılayan kişiye şuurlu insan denilir. Ve bu zâta şuurlu mümin, şuurlu müslüman denilir.”[1]
Şuurlu Müslüman, emredileni Allah Teala emrettiği için yapar; yasak edileni de Allah Teala yasak ettiği için yapmaz.
Şuurlu Müslüman, sevdiğini Allah (c.c) için sever, kızdığına da Allah (c.c) için kızar. Hak ve hakikati idrak eden, kavrayan insandır. Hakka hakk olduğu için ittiba(uyan) eden, batıldan batıl olduğu için ictinab (kaçınan) eden kimsedir.
Şuurlu Müslüman, haktan ve hakikatten yana olmakla farkını gösterendir. Uydum kalabalığa demeyen ve kalabalığın yanlışına uymayan kimsedir. Taklitçi değildir. Hele batı taklitçisi asla! Çünkü taklitçilik şuursuzluktur.
Şuurlu Müslüman, doğru düşünen insandır. İyiyi kötüden ayırt eden, iyiyi hâkim kılmak için çalışan insandır. Şeytandan ve şeytanın “şeytanca” işlerinden kendini koruyabilendir.
“Müslüman uykuda, tuvalette, sokakta, pazarda, her işte ve her nevi faaliyette ve nihayet musalla taşında ve mezarda, topyekûn zaman ve mekân boyunca, kesiksiz ve sımsıkı İslam şuuruna bağlıdır. Ve bu şuurdan bir an gafil değildir. Hususî hayattan maksat, üstün insan ifadesi olma dâvâ ve gaye yaşayışından uzak, fikirsiz ve hedefsiz, ilcaî ve nebatî hal demek olduğuna göre, o hallerin zaruret çerçevesi içinde de Müslüman, İslam şuurundan bir an gafil ve bu manada hususi hayata malik olamaz.”[2]
Şuurlu Müslüman, mes’uliyetini bilen insandır.
”Hepiniz çoban ve muhafızsınız, maiyetinizde bulunanların hukukundan mes’ulsünüz. İş başındakiler de muhafızdır, memurlarından mes’uldür. Erkek, ailesi efradının çobanıdır. Ve onlardan mes’uldür. Kadın da kocasının evinde bir muhafızdır; o da ondan mes’uldür.
Hülasa: Hepiniz muhafızsınız ve maiyetinizdekilerden mes’ulsünüz”[3]
Şuurlu Müslüman; Tevhid ehlidir, hakperesttir. En sevgili şeyin Allah rızası olduğunu bilendir. Muallim Naci’nin dediği gibi diyendir:
Hak-perestim arz-ı ihlâs ettiğim dergâh bir
Bir nefes tevhidden ayrılmadım Allah bir
Şuurlu Müslüman; ümmet şuuruna sahiptir. Gariplerin, mazlumların yanındadır. Zalimlere asla destek olmaz. Müslümanların birliği derdiyle dertlenendir. İslam birliği fikrinin şuurundadır. Hoca Ahmet Yesevinin dediğini iyi anlayandır:
Ümmet olsan, gariplere tabi ol sen
Ayet, hadis her kim dese, sâmi ol sen
Şuurlu Müslüman; iyinin, güzelin, Hakkın hâkimiyeti için çalışan, cihad eden insandır. Sultan Fatih gibi derdi İslam olan ve bütün gayretini İslam için sarfedendir:
İmtisâl-i cahidu fillah olupdur niyyetüm
Din –i İslamın mücerred gayretidür gayretüm
Şuurlu Müslüman; fani dünya için, fani dünyanın makam, mevki, serveti için kimseye boyun eğmez. Ümitsiz de olmaz; yalnız Allah (c.c)’a güvenir ve gönlünün derinliğine Bâkî’nin mısralarıyla haykırır:
Baş eğmeziz edâniye dünyâyı dûn için
Allah’adır tevekkülümüz i’timadımız
Şuurlu Müslüman; kendi aklına, gücüne, mevkiine, bilgisine değil, Allahın yardımına güvenir. Nef’i ne güzel ifade etmiş:
Tevfîk refîk olmayıcak fâide yoktur
Her kim burada akla uyarsa zarar eyler
Şuurlu Müslüman; parada değer aramaz. Değerli olanı bilir, kendini değerli kılmaya çalışır. Gerektiği zaman bu değerlerini korumak için bir vasıta olan parayı sarfeder. Müslüman helâlinden kazanır, kendi ihtiyacını karşılar, fazlasını Allah için sarfeder. Etrafına, insanlara faydalı olur. Müslümanın para ile münasebeti budur. Asıl zenginliğin “gönül zenginliği” olduğunu bilir. Yarın bizden altın, gümüş istenmeyeceğini ifade eden Bağdatlı Ruhî bakın ne güzel söylemiş:
Sanma ey hâce ki senden zer ü sim isterler
“Yevme la yenfe’u” de “kalb-i selim” isterler
Şuurlu Müslüman; kötülük de görse, çirkinlikle de karşılaşsa doğruluktan asla şaşmaz. Çünkü bilir ki doğruların yardımcısı Allahtır. Ziya Paşanın mısralarını unutmayalım:
İnsana sadakat yakışır görse de ikrâh
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah
Şuurlu Müslüman; iki büyük düşmanı olduğunu unutmaz: Nefis ve şeytan. Bu iki düşmanı alt eden meydana er olarak çıkar. Ve özellikle nefis düşmanının hafife alınmamasını Yunus Emre ne güzel ifade eder:
Hakikate bakar isen nefsün sana düşman yeter
Var imdi ol nefsün ile uriş, savaş, tokiş yürü
Şuurlu Müslüman; bir insan olarak kusurlu olduğunu bilir. Kendi eksiğini, kusurunu görmek ve bu kusurları gidermekle olgunluğa ereceğini bilir. Tâlib-i Kadim ne güzel söylemiş:
Çeşm-i insaf gibi kâmile mizân olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz
Şuurlu Müslüman; aşk ile Allah’ı anan, samimiyetle günahlarına tövbe eden insandır. Nasıl ki maddî kirlerimizi suyla temizliyorsak, manevî kirlerimizi de samimi tevbe ile temizleyeceğimizi bilen insandır. Süleyman Çelebinin aşk ile dediğini diyendir:
Bir kez Allah dise aşk ile lisan
Dökülür cümle günah misl-i hazan
Şuurlu Müslüman; hem eren, Allah dostu, hem de Allah yolunda savaşan erdir. Şuurlu insan, fâni dünyanın makam, mevki ve servetiyle gururlananlara karşı başı dik olarak Yahya Bey’in mısraları ile şöyle haykırandır:
Kilâb-ı cife-i dünyâ-yı dûna şîr-i nerüz
Adû-yı düşmen-i dînüz velâyet ehli erüz
Bugün Müslümanların birlik şuurunu, bütünlük şuurunu bozan gazetelere, televizyonlara karşı direnme şuur ve gücüne sahip olmalıyız. Bunun için anne babalar şuurlu olmalı, evlatlar şuurlu olmalı, öğretmenler şuurlu olmalı, öğrenciler şuurlu olmalı ve devlet adamları şuurlu olmalı. Halk şuurlu olmalı ki, topluma hakikat güneşi doğsun, İslam’ın adalet ve faziletinin güzelliği hâkim olsun, iyilik hâkim olsun, kötülükler son bulsun.
Sözümüzü her zaman yapacağımız dua ile nihayete erdirelim: Allah (c.c) cümlemize şuur istikamet nasip etsin, bizleri şuur ve istikametten ayırmasın.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Tahir BÜYÜKKÖRÜKÇÜ, Lider ve Şuur Konferansı, 1977
[2] Necip Fazıl KISAKÜREK, Çerçeve 3, Büyük Doğu Yay. , Sf. 191
[3] Buhari, Ahkâm 1, Cum’a 11, İstikraz 20, Itk 17, 19, Vesaya 9, Nikâh 81, 90; Müslim, İmaret 20, (1829); Tirmizi, Cihad 27, (1705); Ebu Davud, İmaret 1, (2928)