Vermeyince Eksiliyoruz
Sahip olmanın varlığınızı anlamlı kıldığı bir dünya düzeninde kimin aklına gelirdi elindekini vermek? Sualin cevabı basit: Bir müminin elbette…
Her gün üçüncü sayfa haberlerinde bir yenisini okuduğumuz intiharlar, türlü şiddet olayları hep yoksulluğun kıyısından geçer. Borçlarını ödeyemediği için cinnet geçiren bir baba, yaşadığı hayata tutunmaya gücü kalmadığı için evlatlarının gözü önünde canına kıyan bir anne… Okumaya gözümüzün alıştığı ama gönlümüzü alıştırmamamız gereken haberler…
Bir romanda ya da filmde değil, hayatın ta kendisi olan insan öyküleri… Hayatın ta kendisi dediğimiz nedir?
Bizim imtihanımızdır. Aslolan ve hiç bitmeyecek olan asıl hayatı dünyada yaşadığımız hayat belirlemez mi? Yaşadığımız ve tanık olduğumuz hayatlar… Hayatın ta kendisi.
“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
Öyleyse nedir, etrafımızdaki insanların yoksullukla imtihanına duyarsız kılan bizi? Mal mülk sahibi olmanın dünya nimetlerine açılan kapıları çoğaldıkça Allah’a dönen yüzümüze bir perde mi indi? Açlıkla, hastalıkla, mallardan eksilme ile sınanan müminin imtihanı sadece kendisinin değil, etrafında yaşayan, onu tanıyan tüm müminlerin imtihanıdır.
İhtiyaç sahibi kimsenin yardımına koşmamak, onu yalnız bırakmak bizi her iki cihanda sorumlu kılar. Yardım sadece mal çokluğu ile yapılacak bir şey değildir. Ola ki bir tas çorbamız olmasın komşumuza, akrabamıza verecek. Derdini dinleyecek vaktimizde mi yok? Asr suresi sadece namazlarda okuyalım diye inzal olmadı Hak katından. “Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler”den olmak için bir engelimiz yok.
Evine ekmek götüremeyen bir babanın, akşam sıcak bir yemek pişiremeyen annenin, kışın sıcak bir soba yanmayan evdeki gencin, borç yükü altında ezilmiş insanların sadece maddi yardıma ihtiyacı yoktur. Düşünün ki bu insanlar belki de ağır imtihanlarının neticesinde ümitsizlikle ve belki imanî sıkıntılarla uğraşıyorlar. Bazen küçük bir yardım, içten bir tavır, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, Allah’ı hatırlatmak iman kurtarmaya vesile olabilir.
Sıla-i rahim ve komşuluk
“Akrabalık bağını koparanla, bağımı koparırım.” (Tirmizî) buyuruyor Cenab- Hak. Yardım elini uzatırken ilk önce akrabayı gözetmeyi emrediyor.
Bir kimsenin derdine derman olabilmek için önce halini bilmek gerekir. Bu da ancak evine misafir olarak, bir bardak çayını içerek olur. Telefon mesajıyla hatır sorduğumuz bir akrabanın, arkadaşın akşam yiyecek ekmeği var mı bilemeyiz ki. Bir kimsenin ev hali, hayatı hakkında pek çok ipucu verir. Sırça köşklerimizden, güvenlikli sitelerimizden hayatın içine karışmak için ne bekliyoruz? İnfak bizim iyi bir anımızın, keyfimizin, yeterince doymamızın neticesinde yapacağımız bir yüce gönüllülük değil, boynumuzun borcudur.
Bacası tütmeyen evi ilk önce komşu fark eder. Yeter ki görmeye niyetli bir nazarla bakalım. Kapı komşumuza bir merhaba diyelim, aynı marketten ekmek aldığımız insanları tanıyalım, aynı sohbete gittiğimiz kişilerin bir kahve içme zamanı kapısını çalalım. Komşusu aç iken tok yatan bizden değilse eğer, aç yatanın hesabı komşulara sorulmaz mı?
Yüce Allah ayet-i kerimede buyuruyor;
“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar, yoksulu doyurmaya teşvik etmez.” (Maun, 1-2-3)
“…Sarfettiğiniz iyi şey kendinizedir, zaten ancak Allah’ın rızasını kazanmak için sarfedersiniz. Sarfettiğiniz iyi bir şeyin karşılığı, haksızlığa uğratılmaksızın size verilir.” (Bakara, 272)
Karşılıklı konuşmak, gözlerine bakmak, adet olsun diye değil, sahiden hatırını sormak sadece karşımızdaki kişiyi değil, toplumu da iyileştirecek bir vesiledir. İnfak insan onurunu yükseltir. Kalplerde iyiliği yeşertir. Toplumsal gerilimi ve şiddeti azaltır. Güven duygusunu çoğaltır. Hem infak edenin hem infak olunan kimsenin dünyaya meylini azaltır. Şükrü ziyadeleştirir. İsrafı önler. Doyumsuzluk hissini yok eder. Kıskançlığın önüne geçer. Malın bir emanet olduğu bilincinin yerleşmesi için en önemli vesiledir. Bizim olanın biriktirdiğimiz değil, dağıttığımız olduğunu hatırlatır.
Hz. Aişe r.a. validemiz diyor ki: Allah Rasulü s.a.v. bir koyun kesmişlerdi. Bu sırada bir dilenci geldi ve etten ona verdiler. Bir dilenci daha geldi, ona da verdiler. Sonra bir dilenci daha geldi, ona da… Allah Rasulü s.a.v. buyurdu ki:
– Koyundan geriye ne kaldı?
Yanındakiler;
– Sadece omuz kısmı kaldı, dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
– Hayır! Omuzu hariç diğer yerleri kaldı. (Tirmizî)
Efendimiz s.a.v.’in beyanı açık. Allah yolunda harcanan beka bulur. Geçici olan biriktirdiğimiz, harcadığımız, savurduğumuzdur.
Ebu Said el-Hudrî r.a. anlatıyor:
Allah Rasulü s.a.v. minbere oturdu biz de etrafına oturduk. Dünya ve dünyanın süslerinden bahsederek;
– Benden sonra dünyalık servet yönünden başınıza gelecek felaketlerden korkuyorum, buyurdu. Bunun üzerine bir adam;
– Hayırlı şey şer getirir mi, diye sordu. Rasulullah s.a.v. bir süre sustu. Oradakiler o adama;
– Allah Rasulü sana bir şey dememişken sen niçin konuşuyorsun, diye çıkıştılar.
Adam sıkıntıdan dolayı kendinden geçmişti. Biraz kendine gelince terini sildi. Bunun üzerine Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu:
– Ey soru soran kimse, beni dinliyor musun? Gerçekten hayır şer getirmez. Fakat bahar yağmurlarının bitirdiği nice otlar vardır ki, o otların bir kısmı hayvanları öldürür, bir kısmı da yeşillik yiyerek hayatlarını sürdürenleri besler. Onlar şişip semirinceye kadar yerler, güneşten de istifade eder, oynar, zıplar, idrarını yapar, tekrar otlarlar. İşte dünya malı olan servet de böyledir; yeşil ve tatlı olup aldatıcıdır.Mümin zengin, kendisine verilen bu maldan yetim, fakir ve yolda kalmışa infak ederse ne iyi kimsedir. O hakkı olmadığı halde her şeyi alan kimse ise yiyip yiyip de doymayan kimse gibidir. O aldığı şeyler kıyamet günü kendi aleyhinde şahitlikte bulunacaktır. (Buharî)
İnfak sadece bollukta mı?
Rabbimiz buyuruyor: “O müttakiler ki bollukta da, darlıkta da Allah yolunda infak ederler.” (Âl-i İmran, 134)
İnfak yalnızca zenginlere mahsus bir ayrıcalık değildir. Her müslüman imkanları ölçüsünde bu güzellikten hissedar olmak ister. Bu bazen güzel bir sözle, tebessümle ya da kusuru bağışlamak, bir ayıbı örtmekle de olabilir. Yapılan yardımın ardından söylenecek incitici bir tavır yahut yargılayıcı bir söz Allah’ı razı etmeyeceği gibi, kişinin zarara girmesine sebeptir.
Eğer etrafımızda yardım edebileceğimiz kimseleri buluyorsak bunu bir nimet bilmeliyiz. Hele de bu kimse kapımıza gelmişse… Hatta bizi ihsanda bulunacağı kullara vesile kılması için Allah’a niyazda bulunmalıyız. Yardım edilecek kişiyi kapımıza gönderen Cenab-ı Hak dilese hiçbir sebebe ihtiyaç duymadan kulun sıkıntısını giderebilir, gökten sofralar indirebilir. O her şeyi bilen ve gücü her şeye yetendir. Bir kulunu bir hayra vesile kılması da onun lütfundadır. Elverir ki kul gelen fırsatları değerlendirmeyi bilsin. Kardeşlik hukukuna riayet etsin.
“İşte o gün kişi kardeşinden, kaçar.” (Abese, 34) O dehşetli hesap günü gelip çattığında nereye kaçacağız?
Esra Büyücek