Ya Haklı Değilsek?
İlâhi terazinin başında bekliyoruz insanlar haklarımızı versinler diye. Lakin terazi onların da hakkını tartıyor. Elbette tartacak, terazi bizim terazimiz değil ki...
Hakkımızın yendiğine çok çabuk emin oluyoruz. Hemen sinirleniyor, saldırganlaşıyoruz. Hesap soracak gücü bulamazsak kin besliyor, beddua ediyoruz. İyi de hışımla harekete geçmeden önce biraz düşünmemiz gerekmez mi?
Sinir düşündürmüyor tabii, acele ediyor.
Herkesin derdi kendine mi
Parmağınıza bir şey batsa bütün varlığınızla hissedersiniz acıyı. Sanki bütün vücudunuz yaralanmıştır. Acınız geçene kadar aklınız, fikriniz başka bir şeyle meşgul olmaz olur.
Başkasının değil parmağına bir şey batması, kafası kırılsa belki sadece üzülürsünüz. Çünkü herkesin kendisi için daha önemli şeyleri var, değil mi?
İnsan kendini yaşar, başkalarını sadece düşünür. Keyfimiz yerinde olunca kırmışız dökmüşüz, pek umurumuzda da olmaz. Ama moralimiz bozulunca herkesin keyfi kaçsın isteriz.
İnsan hep kendini kayırıyor. Kendini kayırınca da hep haklı çıkıyor, yani haklı olduğuna inanıyor. Tartışmalarda bize yapılan hakaretler aklımızda kalıyor. Hiç fark etmeden kırdıklarımızı unutuyoruz.
Kim bilir kaç kere kırdık? Ama sorsalar mazeretimiz var. Mesela çalışmış yorulmuşuz, haliyle hırçınlaşıyoruz. Başkaları da çalışıp yorulur mu acaba?!.
Sabır ne için?
Haksızlığa uğradığımızı nerden anlarız. Birden kan beynimize çıkar, boğazımız kurur, göğsümüz daralır. Sakin olmak çok zordur. Karşı tarafı düşünmek için hiç de uygun bir zaman değil.
Fakat... Peygamber Efendimiz s.a.v. “Hakim sinirliyken hüküm vermesin.” buyuruyorlar. Eh, herkes kendisinin kadısı olduğuna göre, böyle bir durumda en iyisi sakinleşip, acil kararları ertelemek.
Bu o kadar da kolay olmuyor. Ne kadar zaman geçerse geçsin insan biriktiriyor. İçine atanlar, alttan alanlar, sabredenler iyi bilir. İnsan haksızlığı unutamaz, ancak taşır. Eğer sabredeceksek bunu son nefesimize kadar sürdürmeyi göze almalıyız.
Birine kızmak kısa sürer, sonra sebebi unutursunuz. Ama kızmak bir ömür devam eder. “Ben buna niye kızıyordum yahu! Boşver, haklıyımdır mutlaka...” Sonra, iplerin gerildiği bir anda uzun zamandır biriken nefreti boşaltırız üzerine. Zamanında söyleyemediğimiz, içimize attığımız şeyleri ardı arkasına sıralarız.
Sonuçta ne olur? Onca zamandır içimizde taşımamızın bir anlamı kalmamış olur. Eğer sabredeceksek, unutmamaya da, aynı acıyı defalarca içimizde yaşamaya da sabredeceğiz.
Bir haksızlığı içinize attığınızı düşünün. Her hatırladığınızda tekrar sinirleneceksiniz. İçiniz bir çilehaneye dönüşecek, insanlara karşı hep alttan aldığınız için tavırlarınızı yapmacık bulacaksınız. Herkesi kandırıyormuş gibi hissederek kimsenin umursamadığı, kıymet vermediği bir sancıyı taşıyacaksınız.
Bir veli bir deli
Bu yolda düşüp kalkmak da var. Bir kere tutamadım diye vazgeçmek yok. Çok kolay konuşuyor psikologlar, konuşarak aşabilirsiniz diyorlar. İnsanı tanımıyorlar galiba, kimse hakkından vazgeçmiyor. Meşhur veli Sehl b. Tusterî k.s. Hazretleri demiş ki: “Biz hanımla çok iyi anlaşıyoruz, o deli olunca ben veli oluyorum, ben deli olunca o veli oluyor.” Bir yerde hepimiz deli değil miyiz, veli olmadan bizimle başa çıkılmıyor.
İnsan kendine soruyor: Bunlara hazır mıyım? Değilim. Niye hazır olayım ki, koyun muyum ben, hakkımı savunmak suç mu? Bu iç sesler hepimiz için tanıdık olmalı. Hatta ihtimal ki bıkmışızdır bu iç konuşmalardan, savunmalardan.
Hakkını mı aramak istiyor içimdeki o durmak bilmeyen yanım? Hiç emin değilim. Sadece keyfimi düşünüyor. Aslında haksızlık dediği şey keyfinin kaçması; ona saldırıyor. Biraz sükunetle düşününce evde, işte olan şey bu.
Tahammülsüzlük, saldırganlık, kavga... Hepsinin ardında haksızlıktan çok sadece ve sadece kendini, kendi keyfini önde tutmak yok mu?
Nereye kadar
Bu nereye kadar devam edecek böyle. Kalp kırmalar, kavgalar, nefretler... Hayatımızı mahvediyoruz. Başkaları da bizim hesaba dahil.Onları da düşünelim. Onlar da insan. Biz de insanız demeyin sakın. Bunu dersek yine dönmeye başlarız. Dön dur olduğun yerde...
Kendi suçlarımızı, hatalarımızı ne kadar düşünsek de hepsini tespit edemiyoruz. Acaba nelere, kimlere zarar verdik. Kimi yorduk, kime hakaret ettik, kimin kıymetini bilmedik, kimin hakkını yedik... Bunlar layıkıyla cevaplayabileceğimiz sorular değil. Sanırım bize vazgeçmek düşüyor. Ne pahasına olursa olsun hak iddia etmekten vazgeçmeliyiz. Ne kadar borçlu olduğumuzu bilmediğimiz kişilerden borcumuzu istiyoruz. Oysa hesaplar
çok karışık.
Ne yani, sağ yanağımıza vurana sol yanağımızı mı çevirelim? Kim vuruyor sağ yanağımıza, en çok kimden hakkımızı istiyoruz. Ailemiz, eşimiz, iş arkadaşlarımız, dostlarımız... Acaba sahiden öyle mi? Diğer taraftan hakkımı aramakta inatçı olmanın bir faydasını görmedim, sinirli halim yalan söylüyor, ona güvenmiyorum.
Bir de ahireti düşünmek lazım. Terazinin başında bekliyoruz, insanlar haklarımızı versinler diye. Fakat terazi onların da hakkını tartıyor. Elbette tartacak, terazi bizim terazimiz değil ki... Diğerleri ne kadar sinirlenmiş, üzülmüş, sabretmiş bir bir döküyor önümüze. Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan oluyoruz. Ne kötü bir zamanda, ne büyük bir hayal kırıklığı...
Rabbimize karşı edepsizlik ediyoruz. Herkesten hesap soruyor, gücümüz yetmeyince O’na havale ediyoruz. Bizim için onları mahvetmesini istiyoruz. İyi de ne cesaret!
Ya haklı değilsek...
Mükerrem Mete