Zaman Sarfından Duygu İsrafına
Zaman; insan, dünya, eşya ve ahiret için farklı anlamlar ifade edebilen bir kavram. İnsan için ana rahminde başlayan sürecin dünyadaki adı zaman, belki de ömür. Dünya için varoluş ve kıyamet arasında geçen süreç. Efendimizin dilinde bir ağacın gölgesinde gölgelenmek veya bir göz açıp kapamak… Eşya için imalatı, kullanımı ve eskiyip bir kenarda dönüşümü beklemek… Ahiret içinse; diriliş ve ardından gelen bitimsiz yaşam.
Zaman insan için önemlidir. Çünkü hem dünyası hem ahiretidir onun zaman. Allah’ın kullarını sorumlu tuttuğu görevleri hep zamanla belirlenmiştir. Mesela O, namazla ilgili olarak şöyle buyurur: “Namaz¸ müminler üzerine vakitleri belirli bir farzdır.” (Nisa, 4/103.) Allah Rasulünün dilinden de, “Allah Teala'nın en sevdiği amel vaktinde kılınan namazdır.” (Buhari, Mevakiti’s-Salat, 5.) buyurularak vakit, ibadet, kulluk ilişkisi kurulmuştur. Aynı şekilde oruç, zekât, kurban, hac, fıtır sadakası, teyemmüm¸ mestler üzerine mesh gibi ibadetlerimiz için de zaman bir ölçüdür. İnsan bu ölçüyü doğru kullanabilirse hayatın ve ölümün kazancı olur zaman. Esiri olunduğunda ise esaret ebedî hayata kadar uzayacaktır.
Zamanı anlamlandırırken kullandığımız saat, gün, ay gibi kavramlar aslında algılarımıza göre de değişiklik arz eder. Korku ve heyecan içinde geçirdiğimiz 10 dakika saatlerce süren bir zaman dilimi gibi gelirken, mutluluk ve neşe ile geçirdiğimiz bir gün ise ‘ne çabuk bitti’ hissini verir. Belki de gece güneşi takip etmese, yelkovan akrebi kovalamasa ne zamanı ölçebilecektik ne de kaybettiğimiz zamanın farkında olacaktık.
“(Allah inkârcılara): ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar.
‘Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte sayanlara sor.’ derler.
Allah, şöyle der: ‘Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız.’” (Müminun, 23/112-115.) Yaratıcımız ile inkârcılar arasında geçen bu diyalog aslında insanoğlunun kaybettiklerinin farkına ne zaman varabildiğinin göstergesidir. “Bir gün veya günün bir kısmı” cevabından öte “sayanlara sormaktır” önemli olan. Sayanın ve sayılacağının farkına varılmadan geçen bir ömrün sonu Asr suresinin beyanıyla hüsran ile karşılık bulacaktır. Evet, asra yemin olsun ki zamanın farkında olmadan imanı tatmayıp toplumsal iyiliğin peşinde koşmayanlar ziyandadır, kayıptadır. Zamana yemin olsun ki hakikatin ve sabrın yolcusu olmayanlar asrını yakalayamayanlardır.
Zaman bir bir tükenirken asıl kaybı insana yaşatmaktadır. Biliyoruz ki hayatta pek çok şeyin telafisi mümkündür. Ancak zamanın ikinci bir şansı yoktur. Âlimler günleri üçe ayırırlar. “Dün, bugün, yarın.” “Dün” geçmiştir geri dönülmez bir zaman dilimidir. Keşkelere fırsat tanımaz geçmiş zaman.
“Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız.” dedikleri vakit, “(onları) bir görsen.” (Secde, 32/12.)
“Nihayet onlardan birine ölüm gelince, ‘Rabbim! Beni dünyaya geri gönder ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım’ der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir.” (Müminun, 23/99.)
Görülen şu ki zamanın kıymetini bilmemek hayatı ve ölümü bilmemektir.
Bizim için yarın temennidir, beklentidir ya olur ya olmaz. Olsa da dünün pişmanlığını tekrarlayabilir. “Ateşin karşısında durdurulup da, ‘Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve müminlerden olsak’ dedikleri vakit (hâllerini) bir görsen… Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir…’’ (Enam, 6/27-28.)
Bir başka ifadeyle yarın dünün tekrarı da olabilir. Öyleyse önemli olan “bugün”dür, “an”dır. Yaşanmakta olandır. İçinde bulunduğumuz zaman, aldığımız nefestir bugün. Kıymetli olan da budur, bize en yakın olan zaman. Efendimizin dilinde iki önemliden biridir. Bütün servetler tüketilse bütün imkânlar kullanılsa son nefesin bitiminde bir saniyesi geri getirilemeyen zaman…
Eskiler “vakit nakittir.” derlerdi zamanın ehemmiyetini belirtmek için. Vakit paradır, kıymetlidir anlamını bulmak mümkün bu ifadede. Ama vurgu kıymete değil nakdedir. Zira nakit peşin demektir. Vakti peşinden harcamaya işarettir. Zamanın veresiyesi yoktur. Nasıl ki kâinat boşluk kabul etmiyorsa zamanda da boşluk kabul edilemez. Rabbimiz “Bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yönel, O’na yaklaş!” (İnşirah, 94/7-8.) ayetiyle bir işten boşa çıkmanın tatil değil tadil yani iş değiştirme olduğunu beyan eder. İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri Ruhu’l-Beyan tefsirinde bu ayeti şöyle açıklar: “Bir insanın hiçbir iş yapmaksızın boşu boşuna oturması veya dinini ya da dünyasını ilgilendirmeyen işlerle meşgul olması düşünce sakatlığına, akıl zayıflığına ve gafletin insanı esir almasına işarettir.” İnsanoğlunu gafletin esaretinden ancak aklın iman ile buluşması kurtaracaktır.
Biz bugün boş zamanın değerlendirilmesi diye bir olgudan bahsedebiliyorsak, zamana ihanet edişimizdendir. Bu nedenle boş zaman değil boşa geçen zaman üzerine söyleyeceklerimiz olacaktır. Boşa geçen zaman boşa alınmış vites gibidir, yakıt harcamadığınızı zannedersiniz ancak durdurulması zordur. Sürüş teknikleri açısından fren yeteneğini azalttığınız ve kontrolü kaybedebileceğiniz için tehlikeli olduğu söylenir. Boşa harcadığımız vaktin ömrümüzde hangi tehlikelere yol açtığını görebiliyoruz.
“Onlar boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” (Müminun, 23/3.)
“…Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.” (Furkan, 25/72.) ayetlerinde anlatılmak istenen ile bugünümüzün yüzleşmesi oldukça acı bir gerçektir. İnternette, TV başında, kafede oyun oynayarak, kendini ilgilendirmeyen işlerle meşgul olarak harcanan zaman ömrün israfı olmaktadır. İsraf ölçüsüzlüktür. “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer, 54/49.) buyruğu ölçünün kâinatın esası, dengesi olduğunu vurgular. Ölçü; adalet, denge ve ahenktir. Ölçüsüzlük ise zulüm, ifsat ve uyumsuzluktur. Zamana yapılan ölçüsüzlük zamana ihanet, zamanın içindeki insana da zulümdür. “Zaman öldürmek için” bir araya gelmeler, “zaman geçirmek” adına yapılan davetler, “zamana başkaldırma” niyetiyle gerçekleştirilen eylemler aslında zamanın sahibine karşı gelmekten başka bir şey değildir. Nimetin kadrini bilmemek nimeti verene saygısızlıktır.
Cenab-ı Hakk’ın insanı, bahşettiği bütün nimetlerden hesaba çekeceğini öğrendiğimiz ayet ve hadisler bize zamanı O’nun rızası doğrultusunda kullanmayı öğretmektedir. Bu; hakkı öğrenmek ve sabrı öğretmek için bazen bir yoksulun yol arkadaşı, bazen bir yaşlının gönüldaşı bazen de ev halkıyla yapılan görev paylaşımıdır.
Dikkat edilmesi gereken bir husus da zamanla duygu dünyamızda yaşanılan his israfıdır. Allah her insanı sevmek, kıskanmak, haset etmek, merak etmek gibi olumlu olumsuz pek çok duygu ile yaratmıştır. Bu hislerin nerelerde nasıl kullanılacağının tercümanı olmuştur çoğu zaman Allah Rasulü.
Duygular sınırlarını aşarsa yolunu ve yönünü kaybeder. Pascal, “Sevgi ve kin, adaletin yolunu şaşırmasına neden olur.” derken bu gerçeği ifade etmektedir. Duygularımızdaki aşırılık karar verme mekanizmalarına da etki eder. Bu durumu Yusuf Has Hacip, “İnsan kimi çok severse onun kusuru fazilet, kimden nefret ederse de fazileti kusur görünür.” diye izah eder.
Bazen basit inatlar uzun süren küslüklere yol açarken yersiz ve sınırsız kıskançlıklar telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi hasarlara yol açabilir. Geleceğe dair endişe her insan için olağandır ancak bu hissin israfı paranoyaya dönüşebilir. Hatta bu duygu dünyaya gelişimizin maksadını, kulluğu bile unutturur. Dünyevi makamlar, unvanlar ve arzular için gözleri bürüyen hırs da duygu israfındandır. Önce sahibini ve amelini sonra da çevresini yakan bir ateşe dönüşür hırs. Ancak ilmi öğrenmeye ve hayrı tasadduk etmeye niyet edilirse haset kişiyi azat eder.
“Merak ilmin anahtarıdır.” diyen Hz. Ali, bilginin ve sanatın kapısını açmayı murat eder. Oysa yalan, dedikodu, başkalarının özel hayatını araştırmak ve kendini ilgilendirmeyen bilginin peşine düşmek merak duygusunun israfı değildir de nedir?
Duygularımız dünya ve ahiret mutluluğunu yakalayabileceğimiz özel yeteneklerimizdir. Zamanı ve duyguları yönetebilenler gerçek huzurun sahibi olmayı hak edenlerdir. Bütün mesele ölçüsüzlükten bir anlamda israftan uzak durmaktır. Hakkın sahibi, adil olan ölçüyü koyandır. Ne mutlu ölçüden şaşmayan haddi aşmayan o kullara.