Bir İyilik Yap
Müslümanlar dara düşene yardım ederler, bu konuda hiç ayrım yapmazlar. Bu anlayış, tasavvufî ahlâkın da önde gelen prensiplerinden biridir. Bir keresinde Irak hükümeti Sincar bölgesindeki Yezidîleri bombalamak için uçaklarını gönderir, onlar da Suriye’de Ahmed Haznevî k.s.’nin köyü olan Tel-Maruf’a sığınırlar. Ahmed Haznevî hazretleri müritlerine şöyle emreder: “Memleketlerine dönünceye kadar bu insanlara ikram ve iyilikte bulunun, onların ihtiyaçlarını karşılayın.”
Cenab-ı Hak bizleri şöyle tanıtıyor: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âl-i İmran, 110)
Öyleyse ümmet olarak en önemli işimiz hayırlı insan olmaktır. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, en hayırlı insan olma yolunu şöyle tarif etmiştir: “İnsanların en hayırlısı, Allah için diğer insanlara en faydalı olandır.” (Taberânî; İbn Ebi’d-Dünya; Süyûtî)
Yine buyurmuşlardır: “Mümin, cennete girene kadar hayra doymaz.” (Tirmizî)
Cenab-ı Hakk’ın bize emanet olarak verdiği mal mülk ve imkanları onun gösterdiği şekilde kendimize, ailemize, akraba çevremize, din kardeşlerimize ve bütün cemiyete harcamamız gerekir.
Allah Tealâ zengin fakir her insana başkasına ikram edebileceği bir nimet çeşidi vermiştir. Bu nimetler maddi ve manevi olarak iki kısımdır.
Günümüzde yardım ve hizmet deyince akla hemen para ve mal gelir. Halbuki hayır ve hizmet alanı bunlarla sınırlı değildir. İnsan bir tebessümüyle bile gönül alabilir, hayır yapabilir. Elinde hiç maddi imkanı olmayan bir kimse gönlünde coşan iyilik niyeti ile de cömert olabilir.
İyiliği kime yaptığına değil, kim için yaptığına bakmalıdır. Allah için yapılan hiçbir amel, ibadet ve iyilik zayi olmaz. Atalarımız, “Sen bir iyilik yap denize at, balık bilmezse hâlık (yaratıcı) bilir.” demişlerdir.
Rahmet Peygamberi Efendimiz s.a.v. buyurmuştur: “İman ile cimrilik bir kulun kalbinde asla bir arada bulunmaz.” (Ahmed; Nesâî; Hakim).
Demek ki imanla cimrilik birbirine zıttır. Müminin imanı ve irfanı onu ihsan ve iyiliğe sevk etmelidir. Allah Tealâ’yı seven, O’nun yarattıklarını da sever. Hele bu kimse Allah’ın kendisine kardeş yaptığı mümin olunca, onu kendisi gibi sever ve korur.
Allah Rasulü s.a.v. Efendimiz, Yezid b. Esed r.a.’a,
– Cennet’e girmek istiyor musun, diye sordu. Yezid;
– Evet, dedi. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdu:
– Öyleyse, kendin için sevdiğin ve istediğin hayırları, müslüman kardeşin için de sev ve iste!” (Buharî; Nesâî)
İnsana verilen maddi ve manevi bütün nimetler şükür ister. Şükrün bir şekli de eldeki nimeti etrafındakilerle paylaşmak ve onları da Allah’ın ihsanı ile buluşturup sevindirmektir.
“Kim ne yaparsa kendisine yapar” denilmiştir. İyilik de kötülük de sonuçta sahibine döner. Kazanan veya kaybeden kişinin kendisidir.
Hz. Ali r.a. bir defasında yanındakilere,
– Ben hiç kimseye bir iyilik ve kötülük yapmadım, dedi. Oradaki bulunanlar şaşırarak,
– Bu nasıl olur? Kötülük yapmadığınız doğru. Fakat hiç kimseye bir iyilik yapmadınız mı? Biz sizin çok iyiliğinizi gördük, dediler. Hz. Ali r.a.;
– Ben her ne yaptımsa kendime yaptım, dedi ve şu ayeti okudu:
“Kim bir iyi amel yaparsa bu onun kendi faydasınadır. Kim de bir kötü amel yaparsa bunun zararı kendinedir. Sizler sonuçta Rabbinize döndürülürsünüz (O, size hak ettiğiniz karşılığı verir).” (Câsiye, 15)
İnfak etmekle mal elimizden çıkmış olur, ancak gerçekte ahiret hesabımıza sevap ve rahmet olarak kaydedilir. Hem de bir iyiliğe karşılık en az on sevap işlenerek… İnsanlara yardım eden, mal ve mülkünden Allah yolunda fakirlere, dara düşenlere veren kimseye de Allah yardım eder. Nitekim şu hadis-i şerif, bu meyanda söylenmiştir:
“Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birisini giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birisini giderir. Kim mümin kardeşinin ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahirette ayıplarını örter. Bir kul din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece Allah da onun yardımında olur.” (Ebu Davud; Tirmizî)
Bir insanın işlerini Allah Tealâ üstlenirse, onun dünya ve ahirette yüzü güler. ‘Bana ne başkalarının işinden!’ demek müminlerin ahlâkı değildir. Güzel ahlâk, Allah için başkalarının yükünü çekmek, derdiyle dertlenmek ve onları sevindirmektir. Bu öyle bir faziletli iştir ki, Efendimiz s.a.v. onun kıymetini şöyle belirtmiştir:
“Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem bana şu mescitte (Mescid-i Nebevî) oturup bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir.” (Taberanî; İbn Ebi’d-Dünya)
Aslında müslüman toplumda hiç kimse sıkıntıya düşmez, düşmemelidir. Çünkü müslümanlar birbirlerine yardım eder; akrabalarını, komşularını, fakirleri, afete maruz kalanları kimsesiz bırakmazlar. Yardım etmek her nasıl olursa olsun mümin görevidir. Nitekim Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.;
– Her müslüman sadaka vermelidir, buyurdu. Sahabiler:
– Sadaka verecek bir şey bulamazsa ne yapsın, diye sordular. Efendimiz s.a.v.:
– Çalışıp kazanır. Hem kendisi faydalanır, hem de başkasına sadaka verir, buyurdu. Sahabiler:
– Çalışamazsa ne yapar, diye sordular, Efendimiz s.a.v.:
– Muhtaç olana beden gücüyle yardım eder, buyurdu.
– Yardıma gücü yetmezse ne yapar, diye sordular, Efendimiz s.a.v.:
– İyiliğe yöneltir, buyurdu.
– Ona da gücü yetmeyen ne yapar, diye sordular. Efendimiz s.a.v.:
– Kimseye kötülük etmesin, bu da kendisi için bir sadakadır, buyurdu. (Buharî; Müslim)
Bildiğiniz gibi Van ilimiz civarında bir deprem oldu. Daha önceki depremlerde olduğu gibi, herkes elinden geldiğince yardım etmek için koştu, çaba sarf etti. Türkiye’nin doğusundan batısından, kuzeyinden güneyinden herkes katkı sağladı. Biz müminlere yakışan da bu gayretin devam etmesi, oradaki kardeşlerimizin kimsesiz bırakılmamasıdır.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle…