nancımız ve Sosyal Sorumluluklarımız
Fahri Razi derki; "Eğer bir gül kokuyorsa, bu o gülün kokan cinsten olduğunu gösterir.
Eğer kokmuyorsa, kokusuz demektir." Biri çıkıp efendim bunun kokusu var amma kokusunu hapsediyorr derse, bu batıl bir iddia olur.
Eğer bir insan iman etmişse, imanı onun sosyal hayatına yansımalıdır.
Eğer yansımıyorsa, ya yoktur ya da yok denilecek kadar zayıftır.
Burada; nasıl iman edilmesi gerekiyorsa öyle iman edin veya imanınızı hayatınıza yansıtın, davranışlarınızla ve ahlakınızla bunu isbat edin deniliyor.
Müslümanın her zaman salih amellerle inancını kuvvetlendirmesi gerekmektedir.
Çevresinde yaşananlara duyarlı olmalı. "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandırr" hadisinin işaret buyurduğu üzere, mümin sadece imanını ibadetlerle güçlendirmez, aynı zamanda dünyada olup biten her hadiseyi tefekkür eder.
Ve ne yapması gerektiği noktasında teyakkuzda olur.
Sosyal sorumluluğunun bilincindedir. Komşusu aç iken kendisi tok yatmaz.
Müslümanların Dağınıklığının Sorumlusu Kim?
İkiyüzyıldır İslam âleminin yaşadığı makûs talih bence budur. Bugün müslümanların birinci kıbleleri ellerinden alınmış, ikinci kıbleleri de zülüm altında inliyor.
Müslümanlar yaklaşık elli parçaya bölünmüş, birbirlerine yabancılaştırılmış ve yaşadıkları coğrafyalara ait özel İslami anlayışlar oluşmuştur.
Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri talan edilmiş ve dünyanın her tarafında zulüm ve baskı altında kalınmıştır.
İşte bu durumdaki Müslümanlar, ne yapmalı ve nerden başlamalılar?
Acaba şu an yeryüzünde egemen olan zalimleri ve gayri İslami anlayışları mı suçlayacağız ve kendimizi mazlum ve hakları gasp edilmiş olarak düşüneceğiz?
Ya da oturup kendi nefis muhasebemizi mi yapacağız?
Önce kendimizden başlayalım.
Şu halimize bir bakalım; şikâyet edip durduğumuz ehli dünyadan ne farkımız var?
Acaba, adil olan kaderi ilahiyeye ne kadar teslim olmuşuz?
Acaba bu çektiklerimizin sebebi, ehli dünyaya gösterdiğimiz riyakârlık olamaz mı?
Bizi onlardan farklı kılan neyimiz var?
Bakın İslam âleminin ünlü şairi Muhammed İkbal içinde bulunduğumuz hal ile ilgili olarak ne diyor;
Kaç bu Müslümanlardan Sığın Müslümanlığa
Mehmet Akif ise şöyle der;
Müslümanlık denilen ruh-u ilahi arasak
Müslümanız diyen insan yığınından pek uzak
Biz bu yazıda, ne durumda olduğumuz ve ne yapmamız gerektiği noktasında kendimizi sorgulayacağız.
Müslümanız Ama Neyimiz İslami?
Toplumsal yapımızı inceleyen her akıl sahibi, şu acı hakikati tüm çıplaklığıyla görecektir.
Bizim söylemlerimizle fiiliyatımız birbiriyle uyumlu değil. Adeta ameli bir nifak yaşıyoruz.
Belki bazı İslami ibadet ve sembolleri üzerimizde taşıyoruz ama ahlakımız ve davranışlarımız asla İslami değil.
Belki garip gelecek, biz dindarız ama İslam ahlakıyla ahlaklanmamışız.
Belki de bu ucube halin tarihte ilk mucidi de sayılabiliriz.
İslam ahlakı; konuşurken yalan konuşmamamızı, ses tonumuza dikkat etmemizi, insanlarla olan muamelelerimizde dürüst olmamızı, eleştirirken daha medeni ve vakar sahibi olmamızı, komşumuzun haklarına saygılı olmamızı emreder.
İnsanların yüzlerine tebessümle bakmanın büyük bir erdem olduğunu bildirir. Sevgili Peygamberimiz, ancak bu kurallara uymakla ahlaklı olabileceğimizi buyurur.
Evet, İslam ahlakı, insanların dillerinin ve renklerinin, Allah'ın ayetlerinden olduğunu ve bu şekilde kabul etmemizi, sevmemizi ve ayırım gözetmememizi emreder.
Zengin de olsak, fakir de olsak, yine İslam ahlakına sahip olmalıyız. Zenginlerimiz sahip oldukları malların Allah'a ait olduğunu, kendilerinin sadece vekil olduklarını unutmamalıdırlar.
Haram yollardan mal kazanmak haramdır, helal yollarlardan kazanılmışsa bile, israf etmek yine haramdır.
Bugün toplumsal hayatımızda gördüğümüz o ki, zengin olan müslümanlar büyük oranda debdebe ve israf içinde yaşıyor.
Adeta kendi hallerine uygun bir İslami anlayış icat ettiler, sosyete müslümanlarr tabirine uygun düştüler.
Özel yaşam alanları oluşturdular, adeta kendi özel gettor'larını kurdular.
Fakir halkın sorunlarından uzak durdular. İslamr'a hizmet için kapılarına gidildiğinde büyüklendiler ve yardımcı olmadılar.
Yardımcı olduklarında da karşılarındaki insanları minnet altında bıraktılar.
Fakir müslümanların hali de bundan pek farklı değil.
Medine Modeli'ne Uzak Düştük
İslam'ın Medine'de oluşturduğu medeni yaşam tarzı, maalesef ne ahlakımızda, ne de tasavvurumuzda kaldı.
Hâlbuki İslam, Medine'den yayıldığı vakit, insanlara hem onları dünya ve ahirette mesut edecek bir inanç, aynı zamanda fiziki hayatlarında da şehirin kültür ve güzelliğini getirdi.
Badiyeden Medine'ye gelip müslüman olan bir insan, çöle sadece sağlam ve güzel inançla dönmüyordu, aynı zamanda, çöle şehrin yaşam ve kültürünü taşırdı. Böylelikle, İslam kültürü adeta şehirden kırsal kesime doğru bir ışık gibi yayıldı.
Evet, insanlar Medine'de yere tükürmezdi, çöplerini orta yere atmazlardı.
Hiç kimse burnunu kulağını karıştırmaz, insanların rahatsız olacağı davranışlardan sakınırlardı. Bağırarak kimse bir başkasını çağırmaz veya konuşmazdı.
Kadına Her Zaman Özel Muamele Edilmeli
Kadınlar pazara veya panayıra gittiklerinde, insanlar onlara özel yer verir ve saygı gösterirlerdi.
Hiçbir kadın Medine toplumunda küçük düşürülmemiş ve asla zamanımızda sıkça karşılaştığımız şiddete maruz kalmamıştır.
Beni Kaynuka ile yapılan savaşın sebebinin, bir kadına yapılan saygısız bir davranış olduğunu unutmamalıyız.
İslam'ın ilk zuhur ettiği çağda, hem Arap yarımadasında hem dünyanın diğer coğrafyalarında, kadın adeta ikinci sınıf insandı. Verasetten mahrum bırakılır, kız çocukları diri diri torağa gömülürdü.
Hindistan'da, ölen erkekle beraber hanımı da diri diri toprağa gömülürdü.
Avrupa'da ise kadının insan olup olmadığı tartışılıyordu.
Peygamberimiz ise tebliğ ettiği dini en güzel kendisi yaşardı.
Çocuklara şefkatle muamele eder, namazda dahi çocukların kendisine sıkıntı vermelerini hoş görürdü. Kendi işini kendi yapar, söküğünü kendisi dikerdi.
Sevmediği bir yemek sofraya gelince, sesini çıkarmaz bir sonraki yemeğe kadar aç kalırdı. Hayatında hanımlarına; (Neden? Niçin?) demedi. O zarif ve ince bir insandı.
Cahiliye Kültürü ve Hayat Tarzı Hortladı
Ve Resulullahtan sonra da cahili kültür, belirgin bir şekilde İslam kültürü karşısında tutunamayıp hayat sahnesinden çekildi ama yok olmadı. O, varlığını hınzırca ve bir alt kültür olarak korudu.
Cehaletin ve bedeviliğin olduğu yerlerde, hep lokal olarak varlığını sinsice sürdürdü.
Ta ki, İslami yaşam tarzı ve gerçek İslami bilgi aramızdan kayboldu ve insanlar İslam'ın medeni yaşam tarzını kaybettiler, işte olan oldu! Ve tekrar o cahiliye kültürü nüksetti.
Kabalık yapanlar taş fırın erkeği oldu ya da ,kazak veya Osmanlı erkeği
Nezaketli olmanın adı ise kılıbıklık oldu. Ne kadar korkunç ve ne kadar acı verici.
En hüzünlü olanı da, bu kaba-saba halimize bir de kalkıp dinden delil uydurmaya çalışmamız.
Maalesef batı kültürünün İslam topraklarını istila etmesinden sonra, bu durum daha da kötüleşti.
Batının temel düşünce yapısı, kadının aşağılanması üzerine inşa edilmiştir.
Büyük bir filozof olarak bilinen Nietzsche bile kadının, erkekle aynı cins olmadığını, benzer davranışlar gösterdikleri için beraber yaşadıklarını söyler.
Çıkış Yolunu Ararken
Müslümanlar iman ettikleri Kur'an ve Resulüllahın sünnetini canlı bir şekilde hayatlarında yaşamadıkları sürece, bu kötü durumdan kendilerini asla kurtaramayacaklardır.
Bu kaba-saba halimiz, ancak iyi bir irfan mektebinde alacağımız eğitimle düzelir.
Resulullahın zuhur ettiği topraklarda, insanlar adeta birer sırtlan gibi vahşice birbirlerini yerdi.
Resulullah (sav) o kupkuru çölde, vahşi yaşam tarzını değiştirdi ve medeni bir toplum inşa etti. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Ebu Zerr (radıyAllahu anhum) gibi efsanevi insanlar yetiştirdi.
Evet, Resulullaha vahyedilen Kur'an ve kendi Sünnet-i Seniyyesi dipdiri duruyor.
Yeter ki, günlümüzü avuçlarımızın arasına alıp onlara iltica edelim.
İlahi rahmetin eseri olarak, bu ümmette nurani bir silsile ile Resulullaha bağlı ulema her zaman vardır.
Ve var olmaya devam edecektir, inşAllah..
Ve onların nebevi tebliğlerine günlümüzü açmalıyız.
Allah c.c. onların velayetlerini üzerimizden eksiltmesin.
Amin.