* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kalbin Arınmasına Giden Yolda kalbin İşlevi  (Okunma sayısı 107 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Kalbin Arınmasına Giden Yolda kalbin İşlevi
« : Temmuz 07, 2023, 10:57:02 ÖÖ »
Kalbin Arınmasına Giden Yolda kalbin  İşlevi

İnsan iki gözü, iki kulağı, kalbi ve dimağı ile algılama ve düşünme eylemini gerçekleştiren bir varlık olarak yaratılmıştır. O, eskilerin havass-ı hamse dedikleri beş duyusunu ve kalbiyle dimağını her türlü olumsuzluğa karşı korumakla yükümlüdür. Çünkü insan, eğer hakikatin peşindeyse görmek, duymak ve düşünmek zorundadır. Kur’an-ı Kerim, “De ki: Yeryüzünde dolaşın da yaratılışın nasıl başladığına göz gezdirin...” (Ankebut, 29/20.), “Yerkürede kesin bir bilgi ile iman etmiş olanlar için ayetler vardır. Kendi benliklerinizde de... Hâlâ görmüyor musunuz?” (Zariyat, 51/20-21.), “Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?” (Gaşiye, 88/17.) ve “Dağların nasıl dikildiğine bakmazlar mı?” (Gaşiye, 88/19.) gibi pek çok ayetle insanları düşünmeye teşvik etmektedir. Bunun en temel yolu, göz ve kulak gibi duyu organlarımızı yerli yerinde kullanmak ve akıl edebilmektir. Zira kalp, göz ve kulak, düşünmek ve şükretmek için yaratılmıştır. (Nahl, 16/78.) Buna mukabil, kötü gözler kötülüklere ilişir. Bu gözler yorgun ve ümitsiz mahşere uyanırlar. (Kamer, 54/7.) Bu gözler mühürlüdür. (Nahl, 16/108.) Bazı gözler ise Kur’an okununca yaşla dolup taşar (Maide, 5/83.), bir günah karşısında Allah’ı hatırlayıp fal taşı gibi açılır… (Araf, 7/201.) Zira o gözlerin ardında gönül gözleri vardır. (Kaf, 50/8.) O gözlerin bakışları derindir ve mana yüklüdür. Aslında “görme”, gözle olduğu gibi kalple de olabilir. Bu bakımdan görme (rü’yet) denilen algılama biçimi, manevi bir görmeyi de ifade eder (İbn Sîde, el-Muhkem ve’l-Muhîtu’l-A‘zam, 10/338.) Basar ve basiret denklemi, insana fiziki ve metafizik bir vizyon kazandırır.

Kur’an-ı Kerim’in hakikate karşı gözünü kapayan kişiyi resmettiği, “Kim bu dünyada (hakkı görüp kabul etmeyecek şekilde) körse o, ahirette de kördür ve yolunu daha çok kaybetmiştir.” (İsra, 17/72.) ayeti nazil olunca ayetin kastını tam olarak anlayamayan ve görme kusurunu dert eden âmâ İbn Ümmi Mektûm, “Ey Allah’ın Resulü! Biz bu dünyada görmezken ahirette de mi görmeyeceğiz?” şeklinde yakınmış, bunun üzerine “(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hac, 22/46.) ayeti nazil olmuştur. Böylece asıl körlüğün gözlerde değil, kalplerde olduğu belirtilmiştir. (Kurtubi, el-Câmi, 10/298.)

Bu doğrultuda kalpler vardır ama akıl etmezler; kulaklar vardır ama işitmezler ve gözler vardır ama görmezler. Göz ve kulak zahiren görüp duysa da kalpler tedebbür ve tefekkür etmeyince insan gerçek bir idrake ve âleme ibret nazarı ile bakma düzeyine erişemez. Oysaki Allah, insanın yeryüzünde gezinmesini ve geçmiş toplumların akıbetinden ibret almasını ister. İlginç biçimde yukarıda, insanların yeryüzünde gezinip ibret almalarını isteyen ayetin önü ve arkası, “keeyyin min karye” yani “nice memleketler” diye başlayan birtakım kavimlerin hâl-i pür melâli ve akıbetlerini anlatan diğer ayetlerle örülmüştür. Nuh, Âd, Semûd, İbrahim ve Lut kavimleri, hepsi de peygamberlerini yalanlamıştır. (Hac, 22/42-43.) Medyen de öyle (Hac, 22/44.) (…) Bugün oraları boş ve haraptır. Kuyuları dolmuş ve sarayları hâk ile yeksan olmuştur. (Hac, 22/45.) Yaptıkları yanlarına kalmayan nice memleketler… (Hac, 22/48.)

Bütün bu ayetler, insanın tarihte yaşayan toplumlardan ders almasını, dünyayı ilmî ve arkeolojik hakikatler üzerinden tanımasını ister. İnsanın çok boyutlu bir varlık olarak beş duyusunun yanı sıra akıl, vicdan, basiret gibi farklı idrak yollarını bir bütün olarak harekete geçirmesini, kısaca düşünmesini tavsiye eder. Kuşkusuz bu tefekkür hâli, ruhun, nefsani ve süfli unsurlardan arınarak incelmesini, kalbin rikkat ve sağduyu ile derinleşmesini gerekli kılar. Kötülük işleyip işlediği kötülükler benliklerini kuşatmış olanların (Bakara, 2/81.) yaşadıkları süreç, Kur’an’da şu sıralamayı izler. Önce Kur’an’ın “rayb” diye andığı ve insanın hücrelerine kadar işleyen derin kuşkular başlar. Ardından insan, kalbinin tamamen idrakini kaybetmesine yol açan ve katran karası kadar kara olan bir algı yanılsamasının içine savrulur. Bu, Kur’an’ın ifadesiyle “rayn” hâlidir ve nihayetinde rayb’ten rayn’e doğru idraksizlik med cezrine kapılan insanın kalbi mühürlenir. Bu ise tab‘ veya Kur’anî bir diğer ifadeyle hatm safhasıdır. Aslında insanın kalbi yine insanın yaptıkları sonucunda ve kendi istek ve talebi ile mühürlenmiştir. Oysaki insan, nihai kemale, fena makamına talip olmalı ve Hakk’ı müşahedeye ulaşmak için kalbin amellerini fiziki amelleriyle birleştirmelidir.

İnsanın gerçek bir idrake ulaşması, duyu organlarının, akıl ve istidlâl unsurlarıyla birleşmesi ve kalbin rikkatini ve sağduyusunu buna katması ile mümkün olur. Nihayetinde ilim, amel ile bütünleşecek, kalbin ameli organların ameli ile kucaklaşacaktır. Tefekkür, işlenen amelin, manadan yoksun bir mekanikleşmenin önünü alır.

İslam düşüncesinde beyin ile birlikte kalp, düşünmenin mahalli olarak görülür. Çünkü metafiziği algılayacak olan kaynağın metafizik âleme uygun olması gerekir ki kalp, nurani bir latife oluşuyla böyle bir yapıya sahiptir. Fakat kalbin metafizik alanda bilgi kaynağı olabilmesi, doğru ve güvenilir bilgi verebilmesi için tasfiye ve tezkiye yöntemi ile saf ve billur hâle gelmesi gerekir. (Abdurrezzak Tek, Tasavvuf ve Tarikatlar, 85.)

Modern toplumlarda mücerret aklın şahitliğine fazlasıyla başvurulurken bu ilmî şahidiyet, çoğu kere ilahi vahyin normlarıyla buluşmadığından bir kanadı kırık bir düşünce dünyası oluşturur ve bir türlü vahiy ile doğrulanmış (müsedded) akıl seviyesine ulaşamaz. Oysaki bu süreç tamamlanabilmiş olsaydı hayatın içinde ve hayat dolu bir akıl edişe ya da müeyyed aklın şahitliğine ulaşılabilecekti. (Taha Abdurrahman, Dînü’l-Hayâ, 1/183, 184.) Müeyyed aklın devre dışı bırakılması, materyalizm, hazcılık, sadizm ve despotizmi besler. Aslında insanların hayattaki pozisyonları, aklın farklı mertebelerine göre bir nispet durumudur. İnsan mücerret akıl kategorisine göre hayatını tanzim ederse bu süreci kendi nefsine nispet etmiş olur. Mücerret akıl, seküler paradigmanın aklıdır. Kur’an-ı Kerim’de Velid b. Muğîre el-Mahzûmî, bu aklı vasıta edinen en tipik inkârcı örneklerinden biri olarak sunulur. (Müddessir, 74/11-25.)

İnanan insan, akli seviyesini ve idrakini yükseltebilmek için ilmi, yitiği bilmeli, bununla da kalmayıp ruhunu örseleyen, kalbini karartan unsurlardan kurtularak tezkiyeye bir başka deyişle arınmaya yönelmelidir. Bu ise nebevi hakikatin kurallarına göre hareket etmeyi, Allah Resulü’nü örnek edinmeyi ve Kur’an’ın ikliminde yol almayı gerektirir. Gerçekte insan, doğrudan ilahi bir lütuf olarak ruhunun derinliklerine ve hafızasına yerleştirilmiş hakikatin bilgisini, -bâtıni ve deruni bir kavrayışla- vahiyle desteklenmiş bir konuma ulaştırdığı takdirde, fizik ve metafizik varlığı beraberce algılayan daha üst rütbedeki idrak seviyesine yükselmiş olur.

Klasik İslam düşüncesinde aklın ve idrakin bu farklılaşan çerçevesi kişide imanın teşekkülü açısından taklidî, tahkikî ve şuhûdî olarak sıralamaya tabi tutulmuştur. Tahkik veya araştırmaya dayalı iman, taklide dayalı imandan üstün olduğu gibi şuhûdî bir iman ise en üstün inanma biçimi olarak tahkikle yetinmemekte, olgu ve olayları başlangıç noktasından düşünmeye başlamakta ve akli burhan yöntemine, kalbî, ruhi ve vicdani bir perspektif de eklemeyi ihmal etmemektedir. Söz gelimi Nemrut ile münazarasında hayatın ve ölümün var edeni olarak Allah’ın varlığına dikkat çeken İbrahim Peygamber, Nemrut birilerini öldürmek ve birilerini ise bağışlamak suretiyle aynı şeyi kendisinin de yaptığını iddia edince, “Allah güneşi doğudan doğurur, sen de batıdan doğur.” demiş, bu söz karşısında Nemrut şaşırıp kalmıştır. (Bakara, 2/258.) Zira Nemrut, Kur’an-ı Kerim’in, “Onlar hayatın yalnızca zahirî [ve mekanik] yönünü bilirler.” (Rum, 30/7.) şeklinde tanımladığı bir anlayışın temsilcidir. Bu itibarla derin düşünmeyi ve idraki sağlayacak bir akli yapıya karşı kendini kapatmıştır.

İnsanın ruhundaki itidal ne kadar sağlam olursa hakikatleri keşfetme kabiliyeti de o kadar yüksek seviyede olur. (Dâvud el-Kayserî, Şerhü Fusûsü’l-Hikem, 111.) Her ne zaman insan dünyevi ve karanlık takıntılardan uzaklaşarak ilim, hikmet ve ibadet üçgeninde, aklını, kalbini ve ruhunu temizlerse aldanma ve sapmalardan uzaklaşmış, irfan ehlinin, insanın manevi temizliğine işaret etmek için kullandığı, “mizac-ı ruhani”ye ulaşmıştır. Yani artık o, ideal bir ruhani karakteri temsil etme durumundadır. (Yezdân Penâh, el-İrfânü’n-Nazarî, 79.)

İşraki, Ekberi ve Meşşai düşünce ekollerini mezceden, on yedinci yüzyılın büyük filozofu Molla Sadrâ, kalp, keşif ve müşahedeyi akıl ve burhan ile bir potada eritir. Genel anlamda akıl, irfan ve şuhûd-ı kalbî arasında hiçbir şekilde bir çatışma söz konusu değildir. Ona göre hikmetin hakikatine ulaşmak için ruhun tezkiyesi ve tortularından arınması, akli ve istidlali düşüncenin ilm-i ledün ile birleşmesi gerekir. Nefis bu mertebeye ulaşmazsa hakim ya da bir başka deyişle bilge bir şahsiyet olunamaz. (Abdü’r-Resûl Ubûdiyyet, en-Nizâmü’l-Felsefî, 1/86.) Bu noktada, “Her kim nefsini/kendini/benliğini bilirse, Rabbini bilir.” sözü farklı bir derinlik kazanır. “Nefsini bilen Rabbini bilir.” ilkesinin, Allah’a yakınlığı temel bir gaye olarak belirlediği, bir bütün olarak mikro ve makro ölçekte âlemi ve dolayısıyla Rabbini tanımada irfani seyrüseferi referans aldığı söylenebilir. Bu bakımdan nevâfil hadisi olarak bilinen “Ben kulumun işitmesi, görmesi, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.” (Buhari, Sahih, Rikak, 38.) hadisi, bu temel gayenin ifadesi olarak değerlendirilebilir.

İslam düşüncesinde Abdülkerim el-Cîlî gibi bazı düşünürler kalbin asıl, âlemin fer olduğunu söylerler. “Kâmil insan varlık hakikatlerinin tamamına denktir.” sözü, insanın kâinattaki konumu kadar, kalbin insan idrakindeki yerini de ifade etmek üzere söylenmiştir. Hatta müminin kalbine Allah’ın Arş’ı gözüyle bakılmıştır. (Abdülkerîm el-Cîlî, İnsân-ı Kâmil, 379.) Böylece insanın kalbini yanlış düşüncelerden temizlediği takdirde şuhûd yani “hakka’l-yakîn” makamına erişebileceği, bir başka deyişle gerçeği en üst perdeden idrak edebileceği dile getirilmiştir. Buna ulaşmak ise derin tefekkür, ihlaslı ibadet ve ilahi aşk sayesinde mümkün olabilir. Beşerî aklın hedeflemesi gereken şey, en ideal hakikatleri ve en üstün erdemleri idraktir. İnsan, Elest Bezmi’nden getirdiği ruhunun derinliklerindeki Allah’ın varlığına ve birliğine dair kayıtlı bilgiyi tezkiye yolu ile canlı tutarsa şuhûdî, yani metafizik âlemle bağlantı kurarak, şehadet âlemi olan bu dünyadaki Allah’a dair her tanıklığında ve literal olarak getirdiği her kelime-i şehadette idrakinin daha da derinleştiğini görecektir. Böyle olabilmesi, insanın, ancak nefsinin ruhunu perdelemesine (tedsiye) karşı, arınmaya (tezkiye) yönelmesi ile mümkün olabilir.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Aralık 21, 2024, 04:50:26 ÖS]