Ülke Savunması
Dîn-i Mübîn’in müsâade ettiği hususlardaki savunmaya meşrû müdâfaa denir. Dînimiz hangi konularda müdâfaa hakkı tanır:
1- Mal.
2- Can.
3- Nâmus.
İslâm hukûkunda, ölçüler dâhilinde kişi kendini korur. Zâten hakların devlet eliyle korunması îcâb eder. “Haklı bir sebep olmadıkça Allâh’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın. Bir kimse haksızlıkla öldürülürse velîsine yetki verdik; ancak o da öldürme husûsunda haksızlığa sapmasın; çünkü o, yeterince yardıma mazhar olmuştur.”1
Kan dökme ve cana kıyma noktasında, yetkili organların gözetiminde gerçekleştirebileceği ifâde edilmiştir.
“Müslümanın kanı, ırzı ve malı diğer Müslümana haramdır.”2 buyurur Efendimiz (sav). “Bir kimse size ne amaçla saldırmışsa, siz de aynı şekilde karşı saldırıda bulunun.”3 Hadîs-i şeriflerde: “Kim, canı (nefs) uğrunda ölürse şehittir, kim nâmusu (âilesi) uğrunda ölürse şehittir, kim malı uğrunda ölürse şehittir.”4
Başkasının hakkını korumada Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şâyet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu îmânın en zayıf derecesidir.”5 İslâm âlimleri, genel anlamda olmak üzere, kötülükleri el ile değiştirmenin yöneticilerin, dil ile değiştirmenin âlimlerin; kalb ile değiştirmenin de bunlara güç yetiremeyen zayıfların, avâmın görevi olduğunu söylerler. Her seviyedeki Müslümana düşen görev ifâde edilmiş olur. Mü’minin hayırhah olduğu âyet-i celîle’de şu şekilde beyan buyurulur: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allâh’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inanmış olsalardı elbette onlar için hayırlı olurdu; içlerinden inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır.”6 Peygamberimiz (sav) “Kim kardeşinin nâmusunu korursa Allah da kıyâmet gününde onun yüzünü Cehennem ateşinden korur.”7
Meşrû müdâfaada asıl gâye, cezâlandırmak değil, onun bir kötülük yapmasına mânî olmaktır. Meşrû müdâfaa, zarûretten dolayı câizdir.
İnsanın üzerinde doğup büyüdüğü, yaşadığı bir ülkesi vardır. İslâm’a göre vatan, İslâm otoritesinin ve hükümlerinin uygulandığı yerdir. Bir yabancı dahi toprağı, vatanı hacmine göre ölçmüyor. “Bir memleketin saha bakımdan büyüklüğü onun gerçek büyüklüğünü ifâde etmez ve bir milleti millet yapan arâzîsi değildir.” Thomas Henry Huxley
Vatana olan sevgi çokça dillendirilmiştir:
“Benden eyerimi isteyin vereyim, аtımı isteyin vereyim, çаdırımı isteyin vereyim, fаkаt vаtаnımdаn hiç kimse bir kаrış toprаk istemesin vermem, veremem.” Mete Han
Hz. Ali (ra) vatana ihânetin cürmünü belirtir: “Şаhsınızа kötülük eden bir düşmаnı аffediniz, lâkin vаtаnınızа ve milletinize kötülük eden bir kimseyi, аslâ аffetmeyiniz.”
Vatanı korumanın önemini Mehmet Akif Ersoy “Sâhipsiz olan vatanın batması haktır, sen sâhip olursan, bu vatan batmayacaktır” diye belirtir. Abdülhamîd (rh.a) toprak isteyen rezil bedbahta şu cevâbı verir: “Bir kаrış dаhi olsа vаtаn toprаğını sаtmаm, zîrâ bu vаtаn bаnа değil milletime âittir. Milletim de bu toprаklаrı аncаk аldığı fiyаtа verir. Çünkü bu toprаklаr kаnlа аlınmıştır, kаnlа verilir.”
Mekke’den çıkmak zorunda bırakılan Hz. Peygamberimiz (sav) “Vallâhi sen Allâh’ın yarattığı yerlerin en hayırlı, Allah katında en sevgili olanısın. Senden çıkarılmamış olsaydım çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmim beni, senden çıkarmamış olsaydı çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım”8 buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk Habîbi’ni hiç mahzûn kor mu? “Kur’ân’ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir.”9 Bir tefsîre göre döneceği yerden maksad Mekke’dir.
Vatan; inancın egemen olduğu bir yurttur. İslâm hayâtın her yönünü içine alır. Bu sebeple vatanı belirli sınırlar içerisinde değerlendirmiştir.
Peygamber Efendimiz (sav) Medîne’ye hicret ettiklerinde Yahudilerle yapmış oldukları anlaşma maddesi şudur: “Ortak vatanları olan Medîne’ye bir saldırı olursa berâber savunma yapacaklar.”10 Vatanına bir müslüman devlet dahi saldırsa, onu korumak dînî bir emirdir.
“Bu vatan toprağın kara bağrında, sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir târih boyunca, onun uğrunda, kendini târihe verenlerindir.”
Ülke savunmasında Efendimiz (sav) Medine Vesikası ile farklı görüşte olanları bir araya getirdi ve “Vatanı birlikte muhâfaza etme.” ilkesi etrafında her kesimi birleştirmeyi amaçladı. Ülke ancak böyle koruma altına alınabilirdi.
Âkif’in (rh.a) “Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ.” dediği vatanımızın her türlü tehlikeden kurtulması için bir araya gelmekten, birlik ve berâberlik temin etmekten başka bir çâre yoktur. 72,5 milletten meydana gelen İstanbul; Osmanlı’nın, ecdâdımızın salâbetini, güç ve kuvvetini, îman ve ahlâkını, adâlet ve hakka riâyetini görünce şu sözü söylüyordu: “Kardinal şapkası görmektense Osmanlı sarığını görmek yeğdir.”
Biz îtikâdımız, ehl-i sünnet vel-cemâat, Peygamberimiz (sav) ve Ashâb-ı Güzîn’in yolunda oldukça, ibâdetimiz mezheb imamlarına uydukça, ahlâkımız, ahlâk-ı Muhammedî’ye (sav) muvâfık düştükçe güçlüyüz kuvvetliyiz.
Gücümüz fânîlerden değil bâkî olan Cenâb-ı Hakk’dandır. “Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden üstündür.”11 Hadîs-i Şerîfi’ndeki kuvveti; siyâset-i âdilede, ekonomide, sanâyide, teknolojide, eğitim ve savunmada gösterdikçe bu bilek bükülmez. Renk, ırk üstünlüğündeki kıymet “takvâ”, Allah Teâlâ korkusunda arandıkça ülke talân olmaz. Değişik grubların hepsi birbirini kucaklar, rahmet-i ilâhî de sağanak sağanak yağar. Birlikten güç ve kuvvet doğar.
-------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
1 İsrâ, 33.
2 Müslim, Birr, 32; Tirmizî, Birr 18
3 Bakara, 194.
4 Buhârî, Mezâlim 33; Müslim, Îmân 226; Tirmizî, Diyât 21-22.
5 Müslim, İman 78; Tirmizî, Fiten 11; İbn Mâce, Fiten 20.
6Âl-i İmrân, 110.
7 Tirmizi, Birr 20.
8 İbn Mâce, Menâsik 103
9 Kasas, 85.
10 Medine Vesîkası hakkında bilgi için bkz. Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, I, 202-210.
11 Müslim, Kader 34