Samimiyetin Kadar Yardıma Mazhar Olursun
Allah, kulunun kalbine bakar
Allah-u Zülcelâl kullarının daima kalbine muttalidir, içinden ne geçiriyor, kalbinden ne düşünüyorsa bilir.
Allah-u Zülcelâl kullarının şekil ve suretine bakmıyor; Allah-u Zülcelâl kulunun daima kalbine, kalbinin içinde olan niyete ve Rabbine karşı samimiyetine, ihlasına bakıyor. Böyle olduğu için bizim de kalbimizi Allah’a karşı doğru yapmamız, samimi yapmamız lazımdır. Samimi niyetle, insan dünyada ne amel yaparsa; ister sevap olsun ister günah, hayır olsun şer olsun, ne olursa olsun, kıyamet gününde bir zerresi kadar dahi kaybolmadan karşımıza çıkacaktır.
Kim olursa olsun, hangi meslekten hangi meşrepten olursa olsun, mümin olarak amel-i salih yaptığı zaman o kimse cennete girecek, hiç bir ameli de zayi olmayacaktır.Bunu böyle bilelim ve ona göre hazırlığımızı yapalım. Allahu Zülcelal’in bize bir nimet olarak verdiği aklımızı kullanalım ve gaflete düşmeyelim.
Allah-u Zülcelâl, bu aklı çok kıymetli bir cevher olarak bize vermiştir. Ahiret bizim önümüzdedir ve mutlaka karşımıza çıkacaktır. Biz bunu bile bile gevşek davranırsak bunu akıl kabul etmez. Kıyamet günü yaşadığımız ömürden ince ince her bir davranışımızdan tek tek hesaba çekileceğiz. “Şunu neden yaptın?” yada yapman gereken bir şeyi yapmadığın için, “Neden yapmadın?” hesaba çekileceksin. İnsan işte o dehşetli kıyamet gününde hiç bir şey kaybolmadan her şey böyle karşısına çıkıp da hesaba çekildiği zaman öyle temenni edecek; şark ve garbın arasındaki boşluk kadar salih amelinin olmasını isteyecektir. Ve yine isteyecektir ki günahı hiç olmasın.
İsteyeceğiz ama öyle davranmıyoruz işte… Gafletteyiz ve atalet içerisinde hiç bir şey yapmadan ömür sermayemizi tüketiyoruz. Nice nefeslerimiz, nice saatlerimiz, nice aylarımız, senelerimiz geçiyor, bunları hayırlarla değerlendirmiyoruz, oysa bizi bekleyen ebedi bir hayat var.
Akıl bunu hiç kabul etmez! Bir yolculuğa çıkacaksa hazırlık yapar insan; kış gelecek diye güzden hazırlar zahiresini, erzağını…
Kul bilirse; acizdir, fakr sahibidir
İnsan ne kadar zarar yaparsa; ister amel-i salih yapmasın, isterse bir günah yapsın, isterse dünyaya meyilli olsun ahireti bıraksın, nereye bakarsan bak kazdığımız zaman nefis çıkıyor altından. Allah-u Zülcelâl hepimizi ondan muhafaza etsin, onu hayırlarda kullansın.
Onun için kim kendini bilirse; acziyet ve fakrını, kusur ve noksanını, hiçliğini idrak ederse ve her şeyiyle nefsinin Allah-u Zülcelâl’e muhtaçlığını bilip anlarsa, işte o zaman o kişi kendi kalbinin içinde ve ruhunda, ibadet için bir kuvvet bir gayret hissedecektir. Allah’ın rahmetini de alacak bir kabiliyet çıkıyor o zaman ortaya. Çünkü insan pişmanlıkla, “Allah-u Zülcelâl’in hakkını yerine getiremiyorum, Allahu Zülcelal benim yaptığım ibadetten daha güzel ibadete, zikre, muhabbete, taate, aşka layıktır, ben bunu yapmıyorum, ben hep kusurluyum” diye düşündüğü zaman, inşallah yavaş yavaş amel-i salih yapmaya gayret edecek, günahlardan, gafletten de kendini muhafaza edecek. O kişinin kalbine, ruhuna o zaman her gün biraz kuvvet gelecektir, inşaallah.
Kim kendi noksanlığını idrak ederse o ariflerden sayılacaktır inşaallah. Arif Allah’ı tanıyan, marifetullah sahibi insan demektir. Arif kişi bilmiş ve idrak etmiştir ki Allah-u Zülcelâl tam bir kudret ve azamet sahibidir, kainatta içindekiler Allah’ın mülküdür ve herşey Allah’a mahkumdur, tasarrufundadır. Kendi nefsi de Allahu Zülcelal’e karşı taksirat sahibidir; zayıf, zelil ve fakirdir ve her haliyle Rabbine muhtaçtır.
İnsan bunu da ancak ilimle elde edebiliyor. İlmi sevelim. Elhamdülillah, diyelim. Çünkü bizim zamanımızda böyle tercüme kitaplar yoktu. Ancak bir kişi kendi evinden hicret eder de gidip bir medresede ilim öğrenmek için orada yıllarca kalırsa o zaman ilim öğrenebiliyordu. O zamanki medreseler de böyle şimdiki gibi zengin değildi. Talebeler çok fakirlik içinde okuyarak ilim sahibi oluyordu. Şimdi herkesin evinde bir müderris vardır. İnsan dolabında duran kitapları okuduğu zaman âlim oluyor. Böyle bir fırsat elimizdeyken yine nefsimize uyarsak olur mu? Yanlıştır bu. Çünkü ilim okursak o zaman Allah’ı da tanıyacağız, kendi nefsimizi de tanıyacağız, Allah’ın nazil ettiği hükümleri de bileceğiz.
İlim öğrenelim, ilmi yayalım!
Kendimizi de doğru yapacağız o zaman. Hem de bize bir soru sorulduğu zaman da doğru cevap verebileceğiz. Çünkü ilim, akıl, güzel bir idrak, Peygamber efendimizin mutabaatı yani onun sünnetine uyarak amel yapmak, bunları kim yaparsa hem dünyada kendisine hürmet edilir, hem de ahirette bunlar onu kurtaracaktır, inşaallah. Onun için arkadaşlarımıza anlatalım, tevbeyi, ilim okumayı, İslam dininin ahkâmlarını, İslam dininin ne kadar güzel bir din olduğunu, hem dünya hayatının hem ahiret hayatının onda olduğunu… Bunları bilmek lazımdır. Bazıları da maalesef dinden uzak olmuşlar, bunları anlatmak da artık her zamankinden daha elzem olmuştur.
Konuşmaktan daha ziyade davranışlarımızla insanlara örnek olalım. Öyle istiyorum. Arkadaşınızı, güler yüzle, güzel bir konuşmayla, onu rahat ettirecek şekilde davranmakla ikna edebiliyorsun. Niyetimiz Allah için olsun, Allah bize yardımcı olacak o zaman. Anlattığımız zaman, her ne amel yaparsak yapalım hepsi de Allah için olsun.
Kalbimize şeytanın bir hatarası yahut da dünyaya karşı bir meyil geldiği zaman hemen onu çıkarmak; bu Allah için yapılan bir ameldir. Belki duymuşsunuz bunu, bir yerde insanlar bir ağaca ibadet etmeye başlamışlardı. Bir abid bunu duydu, hemen baltasını aldı, ağacı kesmek için yola çıktı.
Şeytan onun önünü kesti, “Nereye gidiyorsun?” dedi. Abid, “İnsanlar Allah’a değil bir ağaca ibadet ediyorlar, onu kesmeye gidiyorum,” dedi. Şeytan, “Gidemezsin” diye engel çıkartmaya kalkışınca orada kavgaya tutuştular.
O abid kişi, şeytanı tuttuğu gibi yere vurdu. Çünkü o Allah rızası için gitmek istiyordu. Allah ona öyle bir kuvvet vermişti ki, şeytanı öyle bir yere vurdu sanki bir sinek gibi.
Şeytan dedi ki, “Bak sen fakir bir adamsın. Etrafındaki insanlar da fakirdir. Ben her gün senin yastığının altına birkaç altın getireceğim. Bunu hem kendin için harcarsın hem de arkadaşlarına dağıtırsın. Bu senin için daha faydalı olur.”
Abid kişi şeytanın bu sözüne kandı, “Doğru” dedi. Eve döndü, baltasını bıraktı. Şeytan gerçekten de birkaç gün yastığının altına birkaç altın koydu. Sonra ise terk etti bunu.
Adam baktı ki altın yok, “Bu şeytan beni aldattı” dedi. Yeniden baltasını aldı, ağacı kesmek için tekrar yola çıktı. Şeytan tekrar önüne geldi, yine “Gidemezsin” dedi. Adam şeytanı tutup yere vurmak istedi ama güç yetiremedi. Şeytan onu yakaladığı gibi yere çarptı.
Adam şaşırdı, “Sen nasıl böyle kuvvetli oldun?” dedi. Şeytan ona: “Sen önceki sefer Allah için gidiyordun, bu yüzden kuvvetliydin, Allah’ın yardımı da seninle beraberdi. Şimdi ise altınlar kesildiği için kızdın da gidiyorsun. Onun için şimdi böyle zayıfsın, seni kolayca devirdim.”
Samimi olana Allah yardım eder
Böyledir. Niyetimiz hep Allah için olacak! Allah için olunca irşadımız da kuvvetli olacak inşaallah. Biraz düşünürsek, Peygamber aleyhisselatu vesselam, tek bir insandı. Bütün dünya küfürdü. Peygamberimiz tek başına bütün dünyayı fethetti. Neyle? Allah’ın kuvveti onun arkasında olduğu için, hiç taviz vermedi, yolundan ayrılmadı. Ne kadar Peygamberimize eziyet verseler o daha samimi oluyordu. Bu şekilde Allah’ın kuvveti onun arkasında olduğu için, o Allah için olduğu için, hiçbir şey düşünmüyor, endişe çekmiyordu.
Ne canını, ne malını, hiç bir şeyini; her şeyini Allah için feda ediyordu. Bu şekilde olunca Allah da ona yardım etti, bütün dünyayı fethetti.
İşte niyet böyle mühimdir. Niyet böyle samimi olunca Allah bize başka insanların hidayetini de nasip edecektir. Ama dediğim gibi güler yüzlü, yumuşak kalpli olacağız.
Akıl bize hep menfaatli şeyleri tavsiye ediyor çünkü nefis onu esir etmiş. Nefis ona baskın çıkıyor, düşünmesi için, neyin menfaatli neyin zararlı olduğunu tefekkür etmesi için bırakmıyor. Bunun için akıl sahiplerinin daima aklını kullanıp tefekkür etmesi lazım. Dünya ve ahireti, Allah’ın rızasını, bu hayatın sonunu, hesabı düşünmesi lazımdır insanın ki ebedi pişman olmasın.
Bunu düşününce de meydana çıkacak ki kalbi Allah’a bağlamak lazım. Çünkü Allahu Zülcelal Bakî, Allah’tan başka her ne varsa fanidir. Bizden önce gidenlere baktığımız zaman, firavun da gitti, Musa aleyhisselam da gitti. Ama o nasıl gitti, o nasıl gitti, bunları düşünmek lazım. İyi hal üzere gidenlere bakıp, bizim de mahrum olmamamız için onların yolundan gitmemiz lazımdır. Kötü şekilde gidenlerin de hallerinden ibret almamız ve onların yolundan uzak olmamız lazımdır.
Allah-u Zülcelâl hepimize; razı olacağı amel-i salih nasip etsin ve fazlı keremiyle af ve mağfiret etsin.
Amin.