Dert Yanmaktan Kurtulalım
Bize dinimizi, dilimizi, tarihimizi öğretmediler tarzı şikâyet ve dert yükleyen laflar artık hakikaten gına getirdi. Üzülerek belirteyim ki, şahsım da bu konuda epeyce ileri gitti.
Oysa artık şöyle diyemez miyiz? “Madem eksik olduğunu biliyoruz o halde tamamlamaya çalışalım”. Şikâyet yahut dert yanmak, problemin altını kızdırır durur.
Şikâyet ettiğimiz hususları biz düzeltmeye kalkmazsak, sadece şikâyet etmekle kalırsak yükümüzü artırırız.
Günlük hayatımızda da böyle değil midir? Kendi yükümüzün ağırlığı yetmiyormuş gibi başkalarının da yükünü artırmaya hakkımız var mı?
Elimizden gelen ne varsa şikâyet ettiğimiz hususları düzelteceğimize inanırsak, yollar açılır ve yanımıza bizim gibiler gelerek gücümüze güç katarlar. Düğümleyen değil, çözen olmalıyız.
“Düğümleyen insanlar merhametten nasipsiz kişilerdir, bunların akıbetine düşmekten kaçın” der erenlerimiz.
Bir de yine umutsuzluklarımızın ve mutsuzluklarımızın ana sebeplerinden birisi de hiç dilimizden düşürmediğimiz, “bu dünyanın geçici olduğudur”. Bunu bilmemize rağmen, hiç gitmeyecekmişiz gibi sahiplenmemizdir.
Belki bayram bayram yeri değil ama sizlerin de bildiği ama kimsenin kimseye bir şey söylemediği çok acı bir halimizi dillendireyim.
Günümüzde ve yıllardır ülkemizin hemen her kesimindeki en büyük problemi bilirsiniz.
Milyonlarca ailenin birbiriyle dargınlığının, küslüğünün hatta ölüm ve yaramalarla sonuçlanan hadiselerin başında gelen problem, dünyalık hırsın bir türlü bitmediği ve tedavi edilemediği şey olan miras sebebiyle oluşan ayrılıklar-düşmanlıklardır.
Miras yüzünden meydana gelen dargınlıklar sebebiyle bayramlaşması gereken uzak-yakın akrabalar birbirlerinin yüzüne bile bakmadan bayram geçirmekteler.
Sanki miras olan mallar doğduğumuz gün üzerimize tapulanmış gibi. İlk insandan bu tarafa hiç kimsenin üzerine tapulanmış bir mal yoktur oysa.
Bu dünya kimin malı oldu ki, benim-senin-onun-şunun-bunun malı olsun. Yer Allah’ın, gök Allah’ın, ikisinin arasındaki her şey Allah’ın. Dünyalıklarını sırtlayarak götüren kimse var mı?
Dünyanın bir gölgelik olduğunu, bizden önce gelenlerin gittiğini ve asla dönmediklerini, dönmelerinin de imkânsız olduğunu idrak ettikten sonra dün de değindiğim gibi bu dünyaya kiracı gibi yerleşmek varken, ev sahibi gibi yerleşmek niye?
Yine biliyorsunuz miras yüzünden ekilmeyen binlerce dönüm tarım arazisi, ekonomiye kazandırılması gereken binlerce ev, konak, bağ, bahçe harap vaziyette çürüyüp gitmekte. Yazık değil mi?
En çok dert yandığımız hususların başında gelen miras meselesini çözümsüzlüğü karşısında maalesef dini-milli değerlerimizi de saf dışı bırakıyoruz.
Miras hırsı pek çoğumuzun aklını perdeliyor. Aklı perdeli olanın gözü, kalbi perdeli olanın gönlü görmezmiş. Gözümüzü ve gönlümüzü perdelerden kurtarabilirsek, dünyadan ahirete giden yolculuğumuzu daha salim yapabiliriz.
Mirasların paylaşılamama sebeplerinden birisi haset meselesidir. Erenler şöyle der:
“Az bela sanma efendi hasedi. Mahveder kişiyi kendi hasedi”.