* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Hüsrandan Kurtulmak İçin İman ve Amel-i Sâlih Lâzımdır  (Okunma sayısı 325 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 819
    • www.fanidunya.net


Hüsrandan Kurtulmak İçin İman ve Amel-i Sâlih Lâzımdır

HÜSRAN; mahrumiyet, yokluk, ziyan ve zarardır.

Hüsran canın ve malın kaybedilmesidir.

Hüsran; elem, keder ve acıdır.

Hüsran; arzu edilen ve beklenilen şeyin elde edilemediğinden dolayı duyulan üzüntü ve hüzündür.

Hüsran perişanlıktır.

Hüsran felakettir.

Büyük hüsran, insanın küfür ve günah bataklığına düşmesidir.

Küfür ve günah bataklığının hüsranı ölüm ötesine de uzanır.

Kafir iman edip, sâlih amele sarılmadıkça küfür bataklığından ve hüsranından kurtulamaz.

Müslüman, tevbe istiğfar edip amel-i sâlih’e sarılmadıkça günah bataklığından ve hüsranından kurtulamaz.

Hüsrana uğrayan insanlar acınılacak insanlardır.

Hüsrana uğramanın sebepleri çoktur. Bunlardan bir kaçını bildirelim.

Hüsran tabii afetlerle meydana gelir.

Deprem olur. Yerler yarılır, evler yıkılır, ocaklar söner. Analar, babalar, evlatlar, kardeşler, arkadaşlar, komşular, vatandaşlar, insanlar ve canlı diğer varlıklar ölür. Bütün bunlar yaşayanları hüsrana uğratır, insana tahammülü güç acılar verir.

Deprem tabii bir afettir. Sel, yıldırım çarpması, çığ düşmesi, kasırga, tayfun vesaire de tabii afetlerdir. Tabii âfetlere karşı evlerimizi sağlam zemine sağlamca yapmak gibi tedbirlerin dışında yapabileceğimiz fazlaca bir şey yoktur.

Tabii afetlerde ölen ölmüştür. Allah hepsine rahmet etsin. Tabii afetlerde yakınlarını kaybeden ve sakat kalan Müslümanlar nasıl davranacaklar, nasıl yaşayacaklardır?

Allah konu ile ilgili şöyle buyurur:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara Sûresi:155)

“Andolsun ki, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (Muhammed Sûresi:31)

Allah, iman eden amel-i sâlih sahibi kulların başlarına bir musibet ve hüsran geldiği zaman nasıl davranacaklarını da şöyle bildirir:

“Onlar başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara Sûresi: 156)

Peygamberimiz (sav) de konu ile alâkalı olarak şunları buyurur:

“Birinizin başına bir musibet/acı bir şey geldiği zaman, ‘Biz Allah’a aidiz ve biz O’na döneceğiz. Allah’ım! başıma gelen musibetin/ acının mükâfâtını senden bekliyorum. Bundan dolayı bana ecir ver, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir’ desin.”

“Batan bir diken bile olsa başına gelen her musibet/acı, Müslüman’ın günahlarına kefaret olur.”

“Hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü istemesin. Eğer mutlaka isteyecek olursa, ‘Allah’ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm benim için hayırlıysa canımı al’ desin.”

“Mü’minin hali ne hoştur!

Her hali kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız Mü’mine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur.

Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder;bu da onun için hayır olur.”

Peygamberimiz (sav)’in bir duası da şöyledir:

“Allahım! Gam ve kederden, tembellik ve cimrilikten, korkaklıktan, borca batmaktan ve halkın taşkınlığından sana sığınırım. 1

Bir akşam Peygamber (sav) ashabı ile otururken ışıkları söner; Peygamber (sav): “İnna lillah ve inna ileyhi raciûn” der, istircada bulunur.

Sahabeden biri, “Ey Allah’ın Rasulü! Işığın sönmesi de musîbet mi ki, istircada bulundunuz?” deyince ona şu cevabı verir: “Mü’mine sıkıntı veren her şey musibettir, istircaı gerektirir. 2

İstirca: İnna lillah ve inna ileyhi raciûn demektir. Türkçesi: “Biz Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz.”

Merhum M. Hamdi Yazır şöyle der:

Bu acı ve sıkıntıların her birinden böyle biraz çekmekle, ahirette büyük nimetlere ulaşılacaktır.

“İnna lillah= Biz Allah’a aidiz” demekle malı, canı, her şeyi Allah’a teslim ve Allah’ın mülkü olan her şeyde, hatta canlarımızda ve bedenlerimizde bile dilediği gibi yönetim hakkı olduğu ve acı tatlı O’nun hiçbir tasarrufuna itirazın caiz olmayacağını itiraf ile Allah’ın dilediğini yapmasına, kaza ve kadere razı olduğunu açıklama vardır.

“Bu makam, pek büyük bir makamdır. Bu makamı kazanan nefse: ‘Nefs-i râdiye= Allah’ın razı olduğu nefis’denir.” 3

Bir Müslüman’ın ölümünü duyduğumuz zaman, İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn=Biz Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz, deriz

Tabii afetlerin acılarını, dayanışma ve yardımlaşma ile, ihtiyaçları gidermekle azaltabiliriz. Tamamen gideremeyiz.

Bu afetlerle karşı karşıya kaldığımızda ayet ve hadislerde bildirilen esaslara Müslüman olarak uymalıyız. Allah’a sığınmalıyız, O’ndan yardım dilemeliyiz, sabretmeliyiz. Sabrın sonsuz mükâfâtını unutmamalıyız.

Allah buyurur: “Sabredenlere mükâfâtları elbette hesapsız olarak verilir.” (Zümer Sûresi: 10) Allah’tan sabrımızın sevabını dilemeliyiz. Hayatımızı amel-i salihlerle süslemeliyiz. O zaman hüsrana düşmekten kendimizi koruruz. Ebedî saadetin yolcusu oluruz.

Başa gelen musibetlerden, yakınların ölümlerinden dolayı, Allah’ı suçlayarak isyan etmek haramdır. Böyle bir hâl, Allah korusun imanı yok edebilir.

Feryat ederek ağlamak ise, uğradığı musibet ve hüsrandan dolayı Allah’ın vereceği sevaba engel olur, ölüye de zarar verir.

Peygamber (sav) buyurur:

“Gerçekten ölü, ailesinin ona ağlaması yüzünden azap görür.” 4

“Ölüler için avuç içi ile yüzlerini, yanaklarını döven ve yakalarını yırtan, cahiliyye devrinin adeti üzere feryad-ü figan eden bizden değildir.” 5

Peygamber (sav), ölen çocuğuna ağlayan bir kadının yanına uğramış da, ona: “Allah’tan kork ve sabret” buyurmuş.

Kadın: “Sen benim musibetime aldırış etmezsin. ” demiş. Peygamber (sav) oradan ayrılınca kadına “Bu zat Allahın Rasulü idi” dediler. Kadın Peygamber (sav)’e gelmiş. “Ya Rasulallah ben seni tanımadım” demiş, özür dilemiş.

Peygamberimiz (sav): “Sabır, musibet ilk başa geldiği andadır” buyurmuştur. 6 Haram olan feryad-u figânla, yüksek sesle ağlamaktır. Bu çeşit ağlamada isyan vardır.

Sessizce ağlamak, göz yaşı dökmek haram değildir.

Peygamberimiz (sav) de oğlu İbrahim öldüğü zaman sessizce ağlamış, göz yaşları mübarek yüzüne doğru akmıştır. Sessizce ağlamak merhametin, üzüntünün ve Allah’a sığınmanın eseridir.

Hüsran, insan eseri de olur.

Trafik kazaları, adam öldürmeler, içki, kumar, uyuşturucu, hırsızlık, kaçakçılık gibi kötülüğe müptela olanların meydana getirdiği yıkımlar ve yok oluşlar da acılara, maddi ve manevi zararlara sebep olmakta, hüsran meydana getirmektedir.

İnsan eseri olan bu hadiselere sebep olanlar yalnız kendileri zarar görmüyorlar, etrafındaki insanlara ve millete katlanması zor acılar da veriyorlar, günah işliyorlar, kul hakkına tecavüz ediyorlar, fitne ve fesata sebep oluyorlar.

Fitneden, fesattan ve hüsrana sebep olmaktan kendimizi korumak için imana dayalı amel-i sâlihe sahip olmamız gerekir. Yukarıda belirttiğimiz kötülükler amel-i sâlih sahibi olmayan insanlar tarafından yapılmaktadır.

Bu kötülükleri yaparak kendine ve etrafına zarar veren ve hüsrana sebep olan insanlar, yaptıkları kötülüklerden, düştükleri fitne, fesat ve hüsran çukurundan kurtulmak için de tevbe edip, imana ve amel-i sâlihe sarılmaları lazımdır.

Hüsranın en önemli sebeplerinden biri de idarecilerin ve millet önderlerinin beceriksizlikleri ve ihanetleridir. Bunların beceriksizlikleri ve ihanetleri sadece kendilerine ve etrafındaki insanlara zarar vermekle kalmaz, o memleketin, üzerinde yaşayan milletin hüsranın ötesinde esaretine ve yok olmasına da sebep olur.

Bir milletin birliği, huzur ve güveni, din adamlarının, zenginlerin ve idarecilerin gönül ve iş birliği halinde birlikte hareket etmelerine ve çalışmalarına bağlıdır. Bunlar arasındaki ayrılık, fitne ateşini tutuşturur, fertler arasındaki ayrılığı körükler. Kötü niyetli kişilerin ve dış düşmanların iştahlarını kabartır, güven kalmaz, asayiş yok olur, huzurun yerini hüsran alır.

İslâm dünyası, idarecilerinin, zenginlerinin ve din adamlarının şahsî menfaat ve makam hırsları yüzünden birliğinin yok olması ile, sayısı çok olan hüsranlar yaşamış ve düşman istilâlarına maruz kalmıştır. İstilâlar devam etmiş ve İslâm dünyasının her tarafını kaplamıştır. Devlet olarak sadece Osmanlı Devleti kalmıştı.

İdarecilerin ve millet önderlerinin beceriksizliğine 2. Abdülhamid sonrasını örnek olarak verebiliriz.

2. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nin başına geçince 33 sene devleti idare etti. Orduyu güçlendirdi. Sanayide, eğitimde, bayındırlıkta, ulaşımda, devleti ve milleti ilgilendiren alanlarda büyük işler yaptı. Kurduğu gizli bir teşkilatla düşman işgali altında sömürge olan beldelere elemanlar gönderdi. Onların istiklâli ve istikbâli için çalışmalar yaptırdı.

Merhum Sultan’ın bu çalışmaları, Yahudi Siyonizm teşkilatı başta olmak üzere sömürgeci devletleri rahatsız etti. Sömürgeleri altındaki İslâm yurtlarını daha da sömürmek ve Osmanlı toprakları içinde yeni sömürgeler meydana getirmek için 2. Abdülhamid aleyhinde dünya çapında çalışmalara başladılar. Bu çalışmalarını içteki masonlarla ve elde ettiği hainler vasıtasıyla Osmanlı toprakları içinde de yürüttüler 2. Abdülhamd’e, ‘Kızıl Sultan’ dediler.

Hâin ve gâfil siyasetçilerin, din adamlarının ve kumandanların eli ile 1908’de tahttan indirdiler.

Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile Osmanlı topraklarında hüsranlar başladı. Balkanlarda savaş alametleri görülmeye başladığı bir zamanda iş başında olan yeni beceriksiz idareciler, ordunun bir bölümünü terhis etti. Komuta kademelerini değiştirdi. Ordu içinde birbirine muhalif guruplar ortaya çıktı. Askerler arasındaki ast-üst disiplini, itaati zafa düştü. Sonunda subay kadrosu ittihatçı ve karşıtları olarak ikiye bölündü.

İttihatçı ve İtilafçı subaylar, namluları düşman üzerine doğrultacakken birbirlerine doğrulttu. Savaş sırasında subaylar siyasi olarak farklı görüşlere mensup olduklarından dolayı birbirlerine destek olmadılar, yardım etmediler.

Siyasî cinayetler, siyasetçiler ve kumandanlar arasında sen ben kavgaları devam ederken Sırp, Karadağ, Yunan ve Bulgar orduları birleşti, hücuma geçti. Kavgalı kumandanlar yüzünden güçlü Osmanlı ordusu mağlup oldu. Balkanlar elimizden çıktı. Ocaklar söndü, göç yollarında yüz binlerce insanımız telef oldu. Tahammül edilmez acılar meydana geldi...

Başlayan Birinci Dünya Savaşı belimizi kırdı. Savaşlarda şehit olanların ve yaralananların haddi hesabı hâlâ tam olarak belli değildir. Sadece Çanakkale’de 250 bin şehit verdik. 40-50 haneli köyümüzün 23 şehidi vardır. 11 köylümüz de 9 sene esir kaldıktan sonra dönebilmiştir. Yine mağlup olduk. 10 sene içinde bütün Osmanlı topraklarını kaybettik. Elimizde sadece Anadolu kaldı. O da işgal edilmeye başlandı. Hüsran içinde hüsran yaşadık...

Filozof Rıza Tevfik, 2. Abdülhamid’in en büyük düşmanlarından biri idi. O’nu tahttan uzaklaştırmak için gece gündüz çalıştı. Sultan tahttan indirildi.

Yıkımları, bozgunları, hüsranları gören Rıza Tevfik, memleketin felakete uğramasına Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin sebep olduğuna inanır, özür dileyen bir ‘özürnâme’ yazar. Uzun olan bu özürnâmenin üç kıtasını alıyoruz:

Târihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek, ey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyâsî Padişâhına.

Pâdişah hem zâlim, hem deli’ dedik,

İhtilâle kıyam etmeli dedik;

Şeytan ne dediyse, biz ‘beli’ dedik;

Çalıştık fitnenin intibâhına.

Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,

Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.

Sade deli değil, edepsizmişiz.

Tükürdük atalar kıblegâhına.

Balkan savaşını, Birinci Dünya Savaşı’nı görmüş, faciaların acısını bütün varlığında hissetmiş, zamanın hüsranlarını yaşamış olan merhum Mehmed Akif kendini sorumlu tutar, 1919 yılında Hüsran şiirini yazar:

‘Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,

İslâm’ı uyandırmak için haykıracaktım.

Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak,

Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım!

Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun?

Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;

Feryâdımı artık boğarak, na’şını, tuttum,

Bin parça edip şi’rime gömdüm de bıraktım.

Seller gibi vâdîyi emînim saracakken,

Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.

Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;

İnler “Safahât”ımdaki husran bile sessiz!

Yedi milyon kilometre kareyi bulan Osmanlı Devleti toprağından İstiklâl Savaşı sonunda elimizde sadece sekiz yüz bin küsür kilometre karelik Anadolu vatan toprağı kaldı.

Abdülhamid düşsün de ne olursa olsun diyenler vardı. Abdülhamid düştü. O’nu düşürenlerin idaresinde memleket her şeyi ile harap oldu. İnsanımız hüsrana boğuldu.

Anadolu Müslümanı çırpındı, ayağa kalktı. Anadolu’yu düşmandan korudu. İstiklâl Savaşı kazanıldı. Millet sevindi. Cumhuriyet ilân edildi, Lozan anlaşması oldu.

Memleket haraptı, millet yoksul. İdarecilerden beklenti çoktu. Çare bulunması isteniyordu. Çare beklentilerin tam tersi oldu. Dinin tartışıldığı bir toplantının sonlarına doğru davetsiz olarak katılan Kâzım Karabekir şunları anlatır:

“Ben geldiğim zaman müzakere bitmiş; kısmen de dağılmışlardı. Mevcut âzâdan Tevfik Rüşdü Bey; “Ben kanaatimi meclis kürsüsünden de haykırırım, kimseden korkmam. Teşkilât-ı Esâsiye’de (anayasada) dinimiz apaçık yazılmalıdır” dedi. Ben söz aldım ve sordum: “Teşkilat-ı Esasiye’de dinimizin İslâm olduğu yazılıdır, Tevfik Rüşdü bey. . Hangi kanaati haykıracaksın ve Teşkilât-ı Esâsiye’ye apaçık hangi dini yazdıracaksın?. Hıristiyanlığı mı?”

Mahmud Esad Bey söz aldı ve sertçe cevap verdi: “Evet Hıristiyanlığı, Çünkü İslâmlık terakkiye (ilerlemeye) manidir. Bu dinle yürünmez, mahvoluruz ve bize kimse de ehemmiyet vermez.”

Kâzım Karabekir: “...Münâkaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa o da din değiştirme gayretidir. Bence İslâm kalırsak mahvolmayız. Bilâkis yaşarız, hem de yakın tarihlerdeki misalleri gibi itibar görerek yaşarız. Fakat din değiştirme oyunu ile birliğimizi ve salâbetimizi kırarak bizi mahvedebilirler. ”

Tartışmaya Fethi Bey de katılır: “Evet Karabekir, Türkler İslâmlığı kabul ettiklerinden böyle geri kaldılar ve İslâm kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdur.”

Kâzım Karabekir: “Önce Türklerin İslâm dinini kabul etmeleri sayesindedir ki, Bizans İmparatorluğu’nu ortadan kaldırdıklarını ve bize bugünkü hâkim vaziyeti verdiklerini, aksi halde Bizans Medeniyeti ve dini içinde Kayseri Rumları kalacağımızı anlattım. ”

Geri kalmışlığımıza âmil olan şey bir değildir. Fütuhâtlık, temsil kudretini göstermemek, Avrupa’nın ilim ve fen cephesiyle temassızlık gibi mühim sebeplerdir. Aynı yanlışlıkları yapan Hıristiyan devletlerinin de yıkılıp gittiğini bilmez değilsiniz. Bu zelzelenin haklı sebeplerini araştırmayıp onu gülünç bir sebebe bağlamak kadar bu (İslâmlık terâkkiye manidir) fikrini garip buluyorum. Bu bayağı ve tehlikeli fikrin aramızda da ilmi münâkaşaya tahammül edemeyecek kadar taraftar bulmasından da çok müteessir oldum. Fakat ben de iddia ediyorum ki, Türk milleti ne dinsiz olur, ne Hıristiyan olur. Hakikat budur. Bir milletin asırlardan beri en mukaddes duygularını bir hamlede atabileceğine inanışınız objektif bir görüş değil, hülyanızdır.

Böyle bir harekete cüret memleketimizde kanlı bir istibdâda ve İstiklâl Harbimizin samimi birliğini de birbirine katar

Nerede ve nasıl karar kılınacağını kestiremesek bile milli bir dram olacağından şüphe etmemeliyiz.”

M. Kemal Paşa’ya hitaben sözlerime şöyle devam ettim: “Paşam, maddi cephemiz zaten zayıftır. Güvenebileceğimiz manevi cephemizi de düşmanlarımızın yaldızlı propagandasına kurban edersek dayanabileceğimiz nemiz kalır? Bizi silah kuvvetiyle parçalayamayan düşmanlarımız, görüyorum ki, artık fikir kuvvetiyle mahvedeceklerdir. Siz millete karşı bizi bu hâle getiren gâilenin istibdât olduğunu, zaferden sonra milletin tamamıyla iradesine sahip olarak yürüyeceğini Meclis kürsüsünden dahi defalarca haykırdınız. Millet Meclisi’ni tekbirler ve salâlar arasında açtınız. İslâmlığın en büyük din olduğunu hutbelerle ilân ettiniz. Şimdi ne yüzle ve ne hakla bir kanlı mâcerâya atılacağız?” Mustafa Kemal Paşa sözümü keserek; ‘Müzâkere çok harâretlendi, burada kesiyorum’ dedi.

Kâzım Karabekir Paşa’nın müdâhalesi ile Hıristiyanlığın ilânı terk edilir ve yeni bir programın uygulanması ortaya konur: Din eğitimi veren müesseseler tamamen kapatılır. Dini hizmetler ve faaliyetler, Kur’an-ı Kerim’in basılması yasaklanır, mevcutların toplatılmasına karar verilir. Okutanlar ve okuyanlar cezalandırılır.

Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye tercüme işine teşebbüs edilir. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye çevrilmesi konusunda Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’ya şunları söyler: “Evet Karabekir, Arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece okutturacağım. Tâ ki, budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler.”

Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözleri dolayısıyla şunları söyler: “Şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kur’an’ı ve Peygamber’i her yerde medh ve senâ eden ve hattâ hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu.”

İsmet Paşa da, “Hocaları toptan kaldıralım” der.

“Çankaya bize yeter, Kâbe Arab’ın olsun” Şarkıları söylenir. Hac yasaklanır. Çankaya, Kâbe’den üstün kabul edilir.

Ezan’ın 1932’de aslî şekli ile okunması yasaklanır. Bu yasak, 1950 Haziran’ında Demokrat Parti tarafından kaldırılır

Tercüme işi Mehmed Akif’e verilir. Mehmed Akif Mısır’a gider. Tehlikeyi sezer, tercümeyi vermez. Türkçe tercüme ile namaz kılma ve kıldırma denemeleri yapılır. Mustafa Kemal Paşa hastalanınca iş sürüncemede kalır, vefat edince de konu tamamen terk edilir.

 İnönü iş başına gelince, dini yasakları devam ettirmekle beraber, Halkevleri, Köy Enstitüleri vasıtası ile yapılmak istenilenleri yapmaya çalıştı. 7

 Demokrat parti, 1950 de iktidara gelince köy Enstitülerini, öğretmen okulları haline getirdi. Halk evleri zaman zaman kapandı, zaman zaman açıldı. Şimdi Kemalistlerin yetişme yerlerinden biridir

İslâm’ı yok etmek için yapılanlardan Anadolu insanı üzgündü. Neden böyle yapılıyordu. ? Akıl erdiremiyor, anlamıyor, bir şey diyemiyordu. Yoksulluk belini kırmıştı. Şaşkındı Anadolu insanı, yine Allah’a sığındı, Müslümanlığını hüsran içinde gizlice yaşadı...

Allah’ın dinini yasaklayanlar ölüm ötesine uzanan bir hüsrana sebep oldular. Ne kötü bir hal. Bu hüsrana sebep olanların düşüncelerine sahip olanlar da yetişti. Bunlar hâlâ o eski hüsranlı günlerin gelmesini istiyorlar.

Bir yazar onlara, ‘Kemalist’ diyor ve haklarında şunları yazıyor:

“Bugün Türkiye’nin en modern, en uygar, en elit kabûl edilebilecek Kemalist kesimi, Mustafa Kemal’i ölçüsüzce kutsallaştırmıştır. Bu kesim, her vesile ile Anıtkabir’e gitmeyi bir alışkanlık, bir teâmül, hatta mecburiyet hâline getirmiştir. Anıtkabir bugün ülkenin en modern, en âbidevi, en işlek türbesi sayılsa yeridir. Kemalistler, sıkıntılarını, dertlerini, şikâyetlerini hep bu türbeye arz ederler.”

‘O’nun sayesinde varız. O’nun sayesinde ayaktayız. O’nun sayesinde bir yurdumuz, O’nun sayesinde bir vatanımız var. O’nun sayesinde esir değiliz. O’nun sayesinde karnımız doyuyor’ derler.” 8

Allah’a şükür; bugün o eski günlerin din düşmanlığı uygulamaları ve hüsranları yoktur. Tortuları da zaman içinde yok olacaktır.

 Hak bâkî , devamlıdır....

----------------------------------------------------------------------

1 - Hadislerle İslâm, Serlevha Hadisler, Sh:235, Diyanet Yayını, 2014, Ank.

2 - Prof. Dr. M. Zeki Duman, Beyanu’l-Hak, Sh:1/56, Fecr Yayını, 2006, Ank.

3 - M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an dili, Sh:1/453, Zaman yayını, İst. Ahmed Davudoğlu, Sahihi i Müslim Tercüme ve Şerhi, 5/111, Sönmez Yayını, 1977, İst.

4 - Müslim, Sh:5/132

5 - Sahih-i Buhari, Tecrid-i Sarih, Sh: 4/408, Diyanet Yayını, 1968, Ank. Müslim, Sh:1/408

 6 - Müslim, Sh:5/126

7 - Mustafa Öcal, Tanıkların Dilinden Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi ve Dini Hayat, Sh:1/21-26

Mehmed Doğan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Sh:334, 335, Yazar yayını, 2013, Ank.

8 - Turhan Utku, Tarihi Başka Okumak, Sh:193, 207, Ataç Yayınları, 2015, İst.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Aralık 21, 2024, 04:50:26 ÖS]