Fitne Ateşinden Kaçmak
Cenab-ı Mevlâ bizleri dünya hayatında hayır ile şer arasında imtihana tabi tutmaktadır. Mükellef olan her insan tercihlerinden sorumludur.
Hayır, Din-i Mübin-i İslâm’ın emir ve tavsiye ettiği bütün hususların ortak adıdır. Şer de yapılmaması emir ve tavsiye edilen her şeydir. Dolayısıyla hayrın ilk adımı Cenab-ı Mevlâ ve Rasülü’ne, o Rasul neyi getirdiyse hepsine birden iman etmektir. Kalpte imanın olması, hayra niyet edip Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirmenin ilk ve temel adımıdır.
Dinimiz hayırlı işleri helal ve şerli işleri de haram olarak isimlendirmiştir. Helal, müslümanca bir hayatın can suyudur. Haram ise tam aksi olarak hem dünyevî hem de uhrevî huzurun düşmanıdır.
Bu düşmanların en başında da fitne gelmektedir. Fitne, Mücella Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede geçmektedir. Bu ayetlerde fitne “deneme, imtihan, şaşırtma; günaha girmeye, bozgunculuğa, eziyete sebep olan şey, doğru yoldan sapma ve bela sebebi, kargaşa, bela, azap, musibet” gibi manalarda kullanılmaktadır.
Bu geniş gibi duran mana çerçevesinin merkezinde “eziyet” yer alır. Günümüzde insanlığın en fazla düçar olduğu eziyet, karışıklıklara sebep olma manasında fitnedir. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. bu manada fitne için “Fitne uykudadır, bunu uyandırana Allah lanet etsin” buyuruyor.
Cenab-ı Mevlâmız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle uyarmaktadır:
“Gerçek şu ki, mümin erkekleri ve mümin hanımları belaya uğratanlar ve sonra da tevbe etmeyenler yok mu? İşte onlara cehennem azabı vardır.” (Buruc, 10)
Fitne ateşi bir kıvılcımla yemyeşil bir ormanı küle çevirmek gibidir. Fitne sel gibidir. Önüne gelen her şeyi yıkar, her emeği boşa çıkartır, silip süpürür. Üstelik hedef seçmez. Herkesi etkiler, herkese zarar verir. Hatta sadece fitne ateşinin parladığı dönemde değil, asırlar sonrasında bile şerrinden insanlar etkilenirler, zarar görürler. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in fitne ateşini uyandırana lanetini bu açıdan da değerlendirebiliriz.
Yine O buyurmuştur ki:
“Yakında fitneler ortaya çıkacak. O zaman oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır.”
Bu nebevî uyarı, fitneden uzak durmayı, fitne ateşini körüklemekten sakınmayı çarpıcı bir üslupla tavsiyeden ibarettir. Bu ikazı hayata geçirmek elbette teenni ve sükuneti korumakla mümkündür. Dolayısıyla kendisi de bir ateş olan öfke halinden uzak durmak gerekir. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. buyurur ki:
“Öfke ateşten bir kor parçası gibidir. Sizden biri öfkelenirse, eğer ayaktaysa otursun, oturuyorsa uzansın. Uzanmış bir vaziyette ise gitsin bir toprağa uzansın.” (Tirmizî, 2191)
Kaynaklarımızda anlatıldığına göre geçmiş zamanlarda salih bir zatın çok sevdiği bir atı vardı. Bir gün atının yanına geldiğinde bir ayağının kesilmiş olduğunu gördü. Hizmetçisine:
– Bunu kim yaptı, diye sordu.
– Ben yaptım, dedi.
– Neden yaptın?
– Seni üzmek istedim de onun için, dedi hizmetçi.
Bunun üzerine salih zat:
– Vallahi ben de bunu sana yapmanı emredeni yani şeytanı üzeceğim! Git artık hürsün, dedi.
Öfkeyle ortaya çıkan ölçüsüzlükler, bazen insanı ömrü boyunca kurtulamayacağı vebalin altına sokar. Oysa müminler iradesi güçlü, nefsine hakim olabilen insanlardır. Gayretlerini kin ve intikam peşinde koşmaya değil, hayra hizmette, Allah rızasını aramada kullanırlar.
Cenab-ı Mevlâ müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizleri mealen şöyle ikaz ediyor:
“Kâfir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük fesat olur.” (Enfal, 73)
Fitne ortamında dikkat edilecek en önemli husus, fitnenin kimin işine yaradığını aklıselim ile sorgulamaktır. Tereddüte düştüğünde âkil kimselere kulak vermek, iyilerin, salihlerin peşinden gitmektir.
Fitne hususunda Cenab-ı Hak ve O’nun Rasulü’nün emir ve uyarıları net ve kesindir. Öyleyse müslümanların son derece dikkatli olmaları bir vecibedir. Hiç kimse fitneyi körükleyerek ne kendisinin ne de başkasının vatanını, memleketini, evini ateşe atmamalıdır.
Fitnenin yıkıcı tesiri çok yönlüdür. Dinî, ahlâkî, toplumsal ve ilmî çöküşü içine alacak kadar tehlikeli ve geniştir. Kalplere kin ve nefret tohumu serper. Güven duygusunu, merhamet ve yardımlaşmayı yok eder. Düşmanların araya sızmasını kolaylaştırır. Hatta günümüzde olduğu gibi, müslümanlar düşmanlarının kuklası, kolay oyuncağı haline gelir.
Kur’an-ı Kerim’de “öldürmekten daha ağır” (Bakara, 217) olarak nitelenen fitneden kurutuluş ise hayra sarılmak, nasihat kulağını açmak, dinimizin emirlerine sımsıkı bağlanmaktır. Sözü, Rasul-i Ekrem s.a.v.’in sahabeye fitne konusunda hitabesiyle bitirelim:
“İyiliklere sarılın, kötülükten de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen nefsanî arzu, ahirete tercih edilen dünyalık görür, fikir sahiplerinin sadece kendi görüşlerini beğendiklerini görürsen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak! Zira bütün bunlar yaygınlaşınca sabra sarılmanız gereken günlerdesiniz demektir.
İşte o günler avuçta ateş tutmak gibi sıkıntılıdır. O günlerde sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin mükafatı verilecektir.”
Cenab-ı Mevlâ hepimizi muhafaza buyursun.
AMİN.