Fitneler Sağanağında Savunma Kalkanlarımız
“Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.” (Tâhâ, 115.)
“Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır. (Meâric, 19-21) “helû‘” kelimesi sözlükte “sabırsız ve bir şeye aşırı derecede düşkün” anlamlarına gelen bir sıfat olup tamahkârlık, tatminsizlik, acelecilik, sabırsızlık, tahammülsüzlük, yılgınlık ve sızlanma gibi insanların tabiatında var olan bâzı olumsuz özellikleri ifâde eder. 20 ve 21. âyetler bu zaafı şöyle açıklamaktadır: Başına yoksulluk, hastalık, korku vb. bir sıkıntı geldiğinde sızlanır, feryâd eder ve ümitsizliğe kapılır; zenginlik, sağlık, güvenlik gibi nîmet ve imkânlara kavuştuğunda ise bencilleşir, cimrileşir, eriştiği nîmetleri Allâh’ın bir lütfu olarak değil, kendi kudret ve gayretiyle elde ettiği varlık olarak değerlendirir; ne Allah yolunda harcamada bulunur ne de insanlara yardım eder. (Kur’ân Yolu 5/458)
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman o, Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nîmet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allâh’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.” (Zümer, 8.)
Yukarıda sunduğumuz âyet-i kerîmelerde Rabbimiz insanın değişkenliğini, kararsızlığını ve artı-eksi kutupları arasındaki gidip gelmelerini bize haber veriyor. Aslında bize bizi anlatıyor. Başımıza gelecekler karşısında savrulmayalım, parçalanmayalım, kırılıp dökülmeyelim; biraz daha anlaşılır bir ifâdeyle “esfel-i sâfilîn”e yuvarlanmayalım diye.
Şüphesiz ki bu uyarılar her dönem canlılığını korurken günümüzde fitnelerin ve özellikle de dünyevîleşme fitnesinin çoğaldığı bir zamanda biz Müslümanlar için çok daha büyük bir önem arzeder. Çünkü Sevgili Peygamberimiz’in (sav):
“Kıyâmete yakın fitneler gecenin karanlığı gibi peş peşe gelecek. O gün kişi sabah mü’min akşam kâfir; akşam mü’min sabah kâfir olacak. Dinlerini basit bir dünyâ menfaati karşılığında satacaklar.” (Tirmizi, 3197) hadîs-i şerîfinin bütün çıplaklığıyla tezâhürünü yaşamaktayız.
Bu durum karşımıza üç çeşit insan tipi çıkarıyor: 1- Tamâmen yoldan çıkıp istikâmetten sapıp gidenler. İnhirâf edenler. 2- İki taraftan da kopamayanlar. Biraz Allâh’ı biraz da şeytânı, nefsini ve başkalarını memnun etmeye çalışanlar. Mütezebzib tâifesi. 3- Allâh’ın istediği gibi yaşamaya çalışan, durum ne olursa olsun Müslümanca ve mü’mince yaşamada sebât edenler. Zoru başaranlar. Eğilip bükülmeyenler. Sâbit olanlar, sâbit kalanlar.
Değişimin anlık yaşandığı günümüzde sâbit kalmak zordur. Zoru başarmak için Kur’ân’dan sunacağımız çârelerin bizâtihî yaşanması gerekir. Sâdece bilmek ya da sâdece dinlemek yetmez. O zaman bakalım Rabbimiz kimleri sâbit kadem kılıyor:
Kur’ân-ı Kerîm Okumak:
“İnkâr edenler, “Kur’ân ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz Kur’ân’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.” (Furkan, 32.) Kur’ân’ı çok okuyanların kalbine Rabbimiz sebat veriyor.
Sekînet indiriyor. Kalp huzûrunu bu vesîleyle yakalar ve Allâh’a yönelir. Bu sâyede, dünyânın geçici zevklerini gördüğü zaman mama görmüş çocuk gibi ona meyleden nefsinin meyline engel olur. Yoksa huzûru geçici şeylerde ararken onların arkasında derbeder olup zillete düşer.
Onun için her Müslüman her gün gücüne durumuna göre az ya da çok Kur’ân okumalı. Kur’ân’la irtibâtını hiç kesmemelidir. Okuması da yetmez, anlamaya çalışıp anladığını da yaşamalıdır.
“Ey Muhammed! De ki: “Kur’ân’ı, Rûhu’l-Kudüs (Cebrâil) inananların inançlarını sağlamlaştırmak, Müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara bir müjde olmak üzere hak olarak indirdi.” (Nahl, 102.)
Peygamberimiz’in (sav) ve Geçmiş Peygamberlerin Hayâtını ve Kıssalarını Okumak.
Allâh’ın kendilerine verdiği Dînin tebliğ görevini yerine getiren Peygamberler bu görevi yaparken zorluklarla karşılaşmışlardır. İstisnâsız bütün Peygamberler ve onlara inananlar işkenceler, hakâretler, fizikî ve psikolojik şiddet, sürgün ve ölümle karşı karşıya kalmışlardır.
Onun için Peygamberlerin dertlerini dert edinenler onların karşılaştıkları sıkıntılarla karşılaşabilirler. Bu sıkıntılar karşısında savrulmamaları için kendilerinden öncekilerin hayatlarını ve çektikleri sıkıntıları okumaları gerekir. Rabbimiz de Kur’ân’da bunları Sevgili Peygamberimiz’e ve bize bunun için haber vermektedir. “(Ey Muhammed!) Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.” (Hûd, 120.)
Bu konuda iki örnekle iktifâ edeceğiz:
Ashâb-ı Uhdud: Îmanlarından dolayı canlı canlı yakılan mü’minler. “Burçlara sâhip gökyüzüne, geleceği bildirilmiş olan güne, (o günde) tanıklık edene ve edilene andolsun ki, ateşle dolu hendeğe atılanlar (yakılarak) öldürüldü. Onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar, mü’minlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Onlardan, sırf, göklerin ve yerin mülkü kendisine âit olan, azîz ve hamîd olan Allâh’a îmân ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah her şeyi görür.” (Burûc, 1-8)
İşkencelerden bunalan Habbab b. Eret: Her türlü eziyet ve işkenceye rağmen Hz. Habbab, îmân ve İslâmiyet’inden zerre kadar ta’viz vermiyor, Allah ve Resûlüne sonsuz muhabbetini izhâr etmekten çekinmiyordu. O, bir köle idi. Müşriklerle başa çıkacak durumda değildi. Mâruz kaldığı ezâ ve cefâlardan dolayı Resûlullâh’a başvurmaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bir gün öyle yaptı.
Efendimizin huzûruna çıkarak,“Yâ Resûlallah! Çektiğimiz şu işkencelerden kurtulmamız için Allâh’a duâ etmez misin?” dedi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, hem ibret hem de müjde dolu şu cevâbı verdi:
“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir tarakla bütün derileri, etleri soyulup, kazınırdı da bu işkence yine onu dîninden döndüremezdi. Testere ile tepesinden ikiye bölünürlerdi de yine bu işkenceler onları dinlerinden geri çeviremezdi.”
“Allah, elbette bu işi (İslâmiyet’i) tamamlayacaktır ve bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka hiçbir endişe duymayacaktır.” “Fakat siz acele ediyorsunuz.” (Buhârî 6943)
Öğrendikleri Ve Dinledikleriyle Amel Etmek
Sâdece bilmek ya da ilim sâhibi olmak sâbit kalmak için yetmez. Eğer sâdece bilgi yetseydi şeytan bulunduğu hal ve makamda sâbit kalır savrulmazdı. İlim eyleme dönüşecek ve bizde hâle dönüşecek ki sâbit kalalım. Zâten Rabbimiz bize öyle emrediyor: “Eğer onlara, ‘kendinizi öldürün yâhud yurtlarınızdan çıkın’ diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesnâ, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (îmanlarını) daha pekiştirici olurdu. O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfât verirdik. Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.” (Nisâ, 66-68.)
Duâ Etmek
Allâh’ın istediği yaşamın en önemli çâresi duâdır. Duâ ile Rabbimizden yardım istemektir. Çünkü Rabbimiz yardım etmezse bizim sebâtımız çok zordur. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz bu konuda bize rehber olacak duâlar öğretmiştir:
“Ey kalpleri evirip çeviren, kalbimi Sen’in dînin üzere sâbit kıl.” (Tirmizî Deavat 89)
Sâlihlerle Arkadaş Olmak
İslâm cemâat dînidir. Yâni cemâatle yaşanan ve cemâate önem veren bir dindir. Cemâatle ibâdete daha fazla sevap vardır. Ayrıca “Allâh’ın yardımı cemâatle berâberdir” hadîsi bu gerçeği daha iyi vurgulamaktadır. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz’in “yolculukta üç kişi de olsanız birini emir tâyin edin” emri cemâat ruhunu ifâde eder. Bütün Müslümanlar bir cemâattir. Ancak ferdî planda da her Müslümanın ayağı kaydığı zaman onu toparlayacak, eğrildiği zaman onu doğrultacak, onlarla bir araya geldiği zaman kendisine ayna olacak, onlara bakıp eksiklerini tamamlayacak bir arkadaş çevresi olmalıdır. O zaman belki asrın fitnelerine karşı kendini daha iyi koruyabilir. “Sabah akşam Rabblerine, O’nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte ol. Dünyâ hayâtının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gâfil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.” (Kehf, 28.)
Allâh’ın Dînine Yardım Etmek
“Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a yardım ederseniz (emrini tutar, dînini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed, 6.) Allah kendi dîni için gayret edenlerin ayaklarını istikâmette sâbit kılar.
Yeter ki niyetlerimiz Allah için olsun. Onun için gayret edelim. Onun dînini dünyâ menfaatine âlet etmeyelim. O’nun dînine hasbî bir şekilde hizmet edenleri O, iki cihanda azîz eder. Aksi halde rezîl eder. Ayağını kaydırmakla kalmaz rezil rüsvâ eder, süründürür.
Kelime-i Tevhîd Zikrini Çokça Yapmak
“Allah, îmân edenleri hem dünyâ hayâtında hem de âhirette sâbit bir sözle sağlamlaştırır, zâlimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.” (İbrâhîm, 26.) “Sağlam söz” diye çevirdiğimiz el-kavlü’s-sâbit tamlaması 24. âyette geçen “güzel söz” ile eş anlamlı olarak “kelime-i tevhîd” veya “kelime-i şehâdet” mânâsında kullanılmıştır.
Nitekim Hz. Peygamber (as) da bu sözü “kelime-i şehâdet” olarak açıklamıştır. (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 14/2)
Allah Teâlâ, îmân edenlerin kalbine bu sağlam sözü sarsılmaz bir biçimde yerleştirir ve onları hem bu dünyâ hayâtında hem de âhirette îmân üzerinde kararlı ve sâbit kılar. Mü’minler îmânın verdiği şuurla dünyâda dengeli ve mutlu bir hayat yaşarlar, fitne, fesat ve kötülüklerden kendilerini korurlar; âhirette ise kurtuluşa erip bahtiyâr olurlar.