GÜNAHA DÜŞMEMENİN ÇARELERİ
Günahlar Manen Hasta Ediyo
Allah-u Zülcelal, ayet-i kerime’de şöyle buyuruyor: “Bunun üzerine sana isyan ederlerse, ben sizin yaptıklarınızdan uzağım de.” (Şu’ara, 216)
Burada bize bir işaret vardır. Şöyle ki; insanlar hakkında Allah-u Zülcelal, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e şöyle emrediyor:
“Onlara benim emir ve nehiylerimi anlattıktan sonra, o emir ve nehiylere uymazlar, sana isyan ederlerse, sen onlara ‘Ben sizin bu yaptıklarınızdan beriyim, sizden ayrıyım’ de ve onlardan ayrıl.”
İnsan, kiminle oturup kalkarsa, mutlaka onun ahlakından kendisine bir pay düşecektir. Nefis, istese de istemese de daima iyi kişilerle beraber oturup kalkmalı, camilere, dini sohbetlere gitmelidir. Çok mikroplu bir yerde, insana hemen mikrop bulaşır, hasta olur. Ondan sonra da doktora koşar, doktor da ona ilaç verir. Tedaviden sonra şifa bulur.
Zamanımızda, devamlı olarak mikroplar içindeyiz, hemen hasta oluyoruz. Bu manevi hastalıklar bizim yürümemizi, içmemizi engellemiyor. Fakat, insanın içinden namaz kılmak, zikir yapmak gelmiyor, yani nefsi ibadet etmek istemiyor. İşte, bu manevi hastalıktır. Kişi aylarca böyle manevi hasta olarak devam ediyor, ibadet edemiyor.
Bu zamanda, manevi mikroplar, günahlardır. Günah çok yaygınlaştığı için insan kısa zamanda manen hasta oluyor. Bu yüzden, ibadetin tatlılığı üzerinden gidiyor, bir haz alamıyor. Bu hastalık nereye kadar gidecektir? Ayet-i celilede buyurduğu gibi -Allah korusun- kalpler mühürleninceye kadar gidecektir!
İnsanın kalbi mühürlenince de; ona ne Kur’an, ne va’zu nasihat, ne de Mürşit menfaat vermez. Böyle bir hale gelmeden önce, tedavi olmamız lazımdır. İnsan, hiçbir şeyin kendisine menfaat vermediği o hale gelmeye fırsat vermemelidir.
İnsanın günahlardan uzak kalabilmesi için bazı çarelere baş vurması gerekir:
1- Allah’a Yönelmeli
Allah-u Zülcelal bir hadis-i kutside, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e şöyle buyuruyor: “Kim bana bir adım gelirse, ben ona üç adım giderim. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.”
Nasıl bir insanın başına bir bela-musibet gelip perişan olduğunda, kendini anne veya babasının kucağına, kendine şefkat ve merhamet etmeleri için atıyor ise; biz de o şekilde, bir günah işlediğimizde, hemen kendimizi Allah-u Zülcelal’in merhametine atmamız, O’na sığınmamız lazımdır. Allah-u Zülcelal cömerttir, affı çoktur.
Biz de, manevi bir hastalık; mesela, namaz kılmamak gibi bir şey olduğu zaman, Hz. Peygamber (sav) ve Sadat-ı Kiram’ı kendimize rehber yapmak suretiyle, Allah’a sığınalım. (Ya Rabbi! Onların hürmetine beni affeyle!... Diyerek, Allah’a yalvaralım.) O, hemen istediğimizi verecektir.
Allah-u Zülcelal, kullarına karşı çok şefkatli ve merhametlidir. Ama biz samimi olmazsak, sanki ondan istemiyor, ona ihtiyacımız yok gibi davranırsak, Allah bize vermez. Biz Allah’a muhtacız; Allah bize muhtaç değildir!
2- Usûlünce İstemeli
Kişinin yalnızca ‘istiyorum’ demesi de yeterli değildir. İstemenin de bir icabı, usulü vardır. Kişi, biraz rahatını bozmalı ve gayret göstermelidir.
İnsandan; bir hareket, bir gayret, bir namaz kılma, ibadet ve zikir yapma gayreti gelmelidir.
Böyle olduğu zaman -Sâdât’ın himmetiyle- Allah-u Zülcelal de bize merhamet, rahmet, feyz ve nisbetini gönderecektir. Buna çok iyi ve samimi olarak inanmalıyız ki, hangi kötü duruma girersek girelim; bir musibet olsun, bir muhabbetsizlik olsun, zikir yapma gücünü kendinde bulamama olsun, ne olursa olsun, böyle bir duruma girdiğimiz zaman, hemen Allah-u Zülcelal’in rahmetine sığınmamız lazımdır.
Bilateşbih, nasıl bir çocuk kendisini anne ve babasının kucağına atıyor, ‘Bana şefkat et, merhamet et, yardım et!’ diye onlardan yardım istiyorsa, biz de bu şekilde Allah’a yalvarırsak, Allah-u Zülcelal bize o muhabbeti, o zikir yapma kuvvetini, velhasıl her şeyi verecektir.
İmam-ı Şafii (rahmetullahi aleyh) tasavvuf ehline çok meyilliydi. Şeybani Rai (kuddise sırruhu) bir çoban olduğu halde, çok zamanlar onunla beraber oturup kalkıyor, onun maneviyatından istifade ediyordu. İmam-ı Şafi müçtehiddir, mezhep kurucusudur.
Onun bir çobanın yanına gidip ondan istifade etmesi, diğer insanları, talebelerini hayrete düşürüyor ve bu durum onlara ağır geliyordu. Ona:
-Sen bunların yanına gidiyorsun, bu tasavvuf ehlinden ne anlıyorsun? Diye sordular. Şöyle dedi:
-Ben onlardan iki şey öğrendim.
-Nedir? Dediler.
-Birincisi; Onlar: ‘Sen zamanı kesmezsen, zaman seni kesecektir.’
İkincisi: ‘İnsan hayırlarla meşgul olmadığı zaman, nefsi kötü şeylerle meşgul olacaktır’ diyorlar, dedi.
Bu iki şeyin, İslam Dini’nde çok büyük ve çok mühim bir yeri vardır. İnsan derin olarak düşünürse, her ikisinde de insanın kurtulması, saadet-i ebediyeyi kazanması, kıyamet gününde peygamberlerle, şehitlerle, salihlerle beraber Cennet-i Ala’ya müstahak olması vardır.
3- Zamanı Boşa Geçirmemeli
“Sen zamanı kesmezsen, o seni kesecektir” Sözünün manası şöyledir; Bizim dakikalarımız, saniyelerimiz hep geçmektedir. Biz onu, ibadetle zikirle değerlendirmeliyiz. Zaman bize sayıyla verilmiştir.
Burada, bizim için öyle büyük bir işaret vardır ki! Zamanımızı değerlendirmemiz, boş geçirmememiz lazımdır. Ama maalesef öyle bir aldanma içindeyiz ki, sanki her şeyimiz dört dörtlük, öldüğümüz zaman cennete giriyoruz gibi bir emniyet içindeyiz.
Biz; Allah-u Zülcelal’in ayetlerini, Hz. Peygamber (sav)in hadis-i şeriflerini, Sadat-ı Kiram’ın hallerini okuduğumuz zaman, bu bilgileri iyi değerlendirmezsek, çok büyük bir zarar içinde olduğumuzu göreceğiz.
Yarım yada bir saatimizi boşa sarf ettiğimizde, yahut vaktimizi günahlarla geçirdiğimizde, başımıza vurup ‘Eyvah!’ demeli, ‘Ben ne yapıyorum, ne kadar zarar içindeyim! Ebedi hayatımı, ahiretimi tehlikeye attım!..’ Diye düşünmeliyiz. Bu şekilde, hemen kendi nefsimizi itap ederek, azarlayarak kendimizi yola getirmeliyiz.
Bir köşeye gidip: “Ya Rabbi! Beni bu halden kurtar, bana yardımcı ol!” Diye, Allah’a yalvarmalı, ona sığınmalıyız. Yalnız dilimizle değil; ruhen, kalben Allah’a yalvarmalıyız. Allah (cc) insanın kalbine, ruhuna bakar. Allah (cc) en fazla kalbimize önem vermektedir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Allah sizin suretinize, elbiselerinize, yüzünüze bakmaz; Allah’ın nazargahı, sizin kalbinizdir.”
Kalbimizi, ruhumuzu Allah’a bağladığımız zaman, merakımız daima O’nun yanındaki ecir ve sevaplar, O’nun rızası olduğunda, Allah (cc) bizi muhafaza edecektir. İbadetini yapmayı bize nasip edecek, her şeyi bize verecektir. Yeter ki, samimi olalım.
4- Kendimizi Hayırla Meşgul Edersek Günaha Düşmeyiz
İmamı Şafi’nin söylediği ikinci şey şudur: “İnsan, hayırlarla meşgul olmadığı zaman, nefsi onu kötü şeylerle meşgul edecektir.”
Hakikaten, dikkat edersek insan başıboş gezdiğinde, gidip ona-buna vuracak, hırsızlık yapacak, gıybet edecek, ille de kötü şeylerle meşgul olacaktır. Demek ki, insan daima hayırlı şeylerle meşgul olmalıdır.
İnsan, ya dünya işiyle yada ahiret sevaplarıyla meşgul olmalıdır. O zaman nefis, yoldan çıkmayacaktır. Çünkü, bir şeyle meşguldür.
Nefis, boş bırakıldığında ise kötü şeylerle meşgul olacaktır. Ona kötülüğe gitmek için fırsat vermememiz lazımdır.
Baktın ki; bir kişi, arkadaşıyla konuştu, arkadaşının lafı hoşuna gitmedi. O da arkadaşına bir laf söyledi ve boş yere kavga ettiler. Ortada hiçbir şey yokken, boşta kaldığı için hayırla meşgul olmadığı için şeytan onunla meşgul oldu. O kimsenin nefsini kendisine siper yaparak, nefsinin gölgesinden ona geldi ve ‘Bak, sana ne diyor!’ dedi. Öbürüne de: ‘Bak sana ne diyor!’ dedi. Bu şekilde, her ikisine de ‘Sen o kadar şerefli bir insansın, sana ne diyor!’ diye, aralarını bozmak için çaba gösterdi.
Fakat, onlar Kur’an’la, zikirle, sohbetle meşgul olsaydılar: ‘Allah şöyle diyor, Hz. Peygamber (sav) şöyle diyor, ahiret ebed’ül ebeddir, kendi yerimizi temin etmek için bir şeyler yapalım’ diye, bu şekilde birbirlerine hayırlı şeylerle nasihatte bulunsalardı, o kötü şeylere yer ve zaman kalmayacaktı.
5- Sıkı Sık Nefis Muhasebesi Yapmalı
Evet, kötülüğe gitmemek için devamlı olarak hayırlarla meşgul olmamız lazımdır. Zamanımızı değerlendirmeli, daima hayırlarla meşgul olmalıyız. Böyle olduğu zaman insan kendini kurtarır. İşte bunun için Şah-ı Nakşibend (kuddise sırruhu) şöyle buyurmuştur: “İnsanın üzerinden üç saat geçmeden, kendi (nefsiyle olan) hesabını görmesi lazımdır.”
‘Bu kadar Kur’an okudum, zikir yaptım, arkadaşlarla sohbet ettim, ilimle meşgul oldum. Üç saatim, bu şekilde geçti, elhamdülillah’ diye, Allah’a şükretmeli, ‘Sen bana bunu nasip ettin; ben zayıf bir kulum, bunu yapamazdım ama bana kuvvet verdiğin için yaptım. Sana hamd-ü senalar, şükürler olsun, bana daha fazla yapmam, daha halis olmam için kuvvet ver, ya Rabbi!’ demeliyiz.
Bu şekilde, geçen zamanımızın hesabını gördüğümüzde, iyi şeyler yapmışsak, Allah-u Zülcelal’e hamd-ü sena etmeliyiz. Eğer üç saati düşündüğümüzde; ‘Falan saatte boşu boşuna konuştum, filan yere gittim, kadınlar vardı onlara baktım, filan yere gittim, gıybet yaptım...’ gibi bir durum çıkıyorsa karşımıza; bu şekilde vaktimizi günahlarla, boşu boşuna geçirmişsek, hemen oturup: ‘Ya Rabbi! Ben pişmanım, keşke bunu yapmasaydım, beni affet!’ diye, Allah’a yalvarmalıyız.
6- Tövbe Edip Allah’a Yalvarmalı
Yalnız, bu itiraf ve pişmanlığımızda, af talebimizde, samimi olmalıyız. Hakikaten, insan: ‘Ya Rabbi! Bir daha yapmamaya söz veriyorum!’ diye, kesin olarak, tam bir kararlılıkla derse, Allah o hataları affeder. Ve: ‘Ya Rabbi! Bana ibadet yapmam için kuvvet ver!’ derse, Allah-u Zülcelal hem ona hata yaptırmaz, hem de ibadet için kuvvet verir.
Tövbe, Allah-u Zülcelal’in çok büyük bir merhamet kapısıdır. Bu fırsatı çok iyi değerlendirmek lazımdır. Daima dediğimiz gibi, yalnız dille değil; kalben, ruhen tövbe etmemiz lazımdır. Yalnız günahlardan değil; gafletimizden, fazla ibadet yapamayışımızdan, Allah’a layık şekilde muhabbet edemememizden de tövbe etmemiz lazımdır. Allah Rauf’tur; O’na aşık olmamız lazımdır. O’na karşı kusurluyuz. ‘Ya Rabbi! Bizi affet!’ dememiz lazımdır.
Bu şekilde, bütün hatalarımızdan, günahlarımızdan, noksanlarımızdan, Allah (cc) neye layık ise bu yapmadığımız şeylerden de O’na tövbe etmeliyiz. Tövbe ettikten sonra da: ‘Ya Rabbi! Senin rızanı ve muhabbetini istiyorum; beni günahlardan muhafaza et!’ diye, Allah’a yalvarmamız lazımdır.
İnsan, kendisini Allah-u Zülcelal’e karşı çok taksirat sahibi, çok hatalı ve suçlu görmelidir. Kendisinin Allah’tan çok haya ettiğini, O’na göstermelidir.
7- Allah’ın (cc) Şefkat ve Merhametine Sığınalım
Adem (aleyhisselam) cennetten çıkarılmasına sebep olan hatasından dolayı, çok uzun süre şiddetle ağladı. Nihayet, Allah (cc) onu affedince; Cebrail, İsrafil ve Mikail (asm) onun yanına geldiler. Onu tebrik ettiler:
- Ya Adem! Seni tebrik ediyoruz, Allah seni aff-u mağfiret etti, dediler.
- Evet, beni tebrik ediyorsunuz fakat, Allah kıyamet gününde, bu hatayı benim yüzüme vuracak mı; yüzüme vurursa benim halim ne olacak? Dedi.
Allah’tan o kadar haya etti. Biz de bu günahlarımızla, peygamberlerin meclislerinden; denizden bir damla kadar da olsa, Allah-u Zülcelal’e karşı haya etmeliyiz. Adem (as) böyle deyince, Allah (cc) vahiy nazil ederek şöyle buyurdu: “Ya Adem! Sen ve zürriyetin, ne kadar günah yapsanız da; bana doğru gelirseniz, ben size ‘Geliniz’ diyeceğim. Size karşı şefkatli ve merhametli davranacağım.”
İşte, Allah-u Zülcelal kullarına karşı böyle merhamet ve şefkat sahibidir. Biz de, O’nun bu nimetini değerlendirmemiz lazımdır. Elimizdeki bu fırsatı kaçırmayalım. Dünya bir taraftan, nefis bir taraftan, şeytan bir taraftan, insanlar bir taraftan, insanı mahvediyor, helak ediyor. Babalarımızın, ecdatlarımızın, akrabalarımızın, komşularımızın öldüğünü gözümüzle görüyoruz, cenazelerine gidiyoruz. Onları kefenleyip kaldırıyorlar, toprak altına koyuyorlar.
8- Nefsimizi Ayıplayıp Üzülmeli
Biz de bir gün onlar gibi olacağız. Aklımızla; onlar gibi olduktan sonra, nasıl bir pişmanlık içine gireceğimizi idrak etmemiz lazımdır. Ahiretteki geçimimize zarar verecek bir hata, bir davranış içine girdiğimiz zaman, hemen kendimize şöyle söylemeliyiz: ‘Ey Nefsim! Sen ne yapıyorsun? Vaktini hep boşa geçiriyorsun, bu nedir böyle? Bu benim için büyük bir hatadır!’ diye, kendi kendimize söylemek ve bundan dolayı da mahzun ve üzüntülü olmak lazımdır.
Nasıl bir insanın başına bir musibet, bir bela gelince, sanki bütün dünya onun başına çökmüş gibi düşünüyor, dünya için böyle üzülüyorsa; ahiret için de bundan milyonlarca derece daha fazla üzülmemiz lazımdır. Böyle yapmadığımız zaman ise en azından daima böyle yapmak gayretinde olmalıyız. Yapmadığımız zaman, kendi nefsimizi ikrah etmemiz, onu zorlamamız lazımdır.
Çünkü, Hz. Peygamber (sav) bir hadisinde: “Amellerin en efdali; insanın nefsine, amel konusunda ikrah etmesidir (zorlamasıdır).” Buyurmaktadır.
Nefsim zikretmek istemiyor; ona zorla yaptıracaksın; sabahleyin uykusuzsun, namaz kılmak istemiyor, kalkıp kılacaksın; dini sohbete gitmek istemiyor, oysa orada Allah’ın rahmeti gelecek. Hasta olmuş gidemiyor, götüreceksin onu zorla! Bu şekilde amel yapmak, Allah katında en hayırlı, en efdal ameldir.
Allah-u Zülcelal, hepimize istediği şekilde salih amel nasip etsin.
AMİN.