İslâm’a Yönelen Yıkıcı Hareketler
Münâfıklar
Sözlükte “(tarla fâresi) yuvasına girmek; (bir kimse) olduğundan başka türlü görünmek” anlamındaki nifâk masdarından türemiş bir sıfat olan münâfık kelimesi, “inanmadığı halde kendisini mü’min gösteren kimse” demektir.
Nifak kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de kök halinde üç, çekimli fiil olarak iki ve ‘münâfık’ şeklinde yirmi yedi âyette geçmekte olup beş yerde münâfık erkeklerin yanında münâfık kadınlar da zikredilmiştir.1
Ayrıca Kur’an, diğer birçok âyette mü’minler ve kâfirlerden başka üç temel inanç grubundan biri olarak münâfıklardan da bahsetmektedir. Münâfikûn adlı müstakil bir sûre de mevcuttur. Bu âyetlerde münâfıkların îtikâdî durumları, psikolojik yapıları ve ahlâkî bozuklukları, toplumsal hayattaki yerleri, Hz. Peygamber’e (sav) ve mü’minlere karşı tutumları, âhiretteki konumları ayrıntılı biçimde anlatılır.
Kelâm ilminde nifak konusu, büyük günah (kebîre) meselesinin ortaya çıkmasına paralel olarak gündeme gelmiştir. Îmânın târifi, amelin îmandan bir cüz olup olmadığı, dolayısıyla mürtekib-i kebîrenin dünyevî ve uhrevî durumu gibi konuların tartışıldığı sırada nifak zaman zaman îmanla küfür yanında üçüncü bir kavram olarak dile getirilmiştir. Ancak münâfığın bu konumunun sâdece dünyâ ile sınırlı kalacağı, âhirette ise nifak üzere ölen herkesin kâfirlerle aynı muâmeleye tâbî tutulacağı husûsunda âlimler arasında görüş birliği vardır.2
Nifak hareketinin insanlık târihi kadar eski olduğunu söylemek mümkündür. İslâm târihinde ise bu yapının ilk emâreleri, müslümanların organize bir yapıya sâhip olmaya doğru yol aldığı ve teşkîlatlanma sürecine girdiği Medîne döneminde görülmektedir. Hicretin II. yılında yapılan Bedir gazvesinde müşrikler zâhiren Müslüman gibi görünmek zorunda kalmışlardır. İslâmî literatürde münâfık diye adlandırılan bu muhalif gruplar, kısa zamanda kendi oluşumlarını başlatarak devleti içten çökertme eylemlerine girişmişlerdir. Medîne’deki eğitimi ele geçirmekle işe başlayan münâfıklar, Kuba Mescidi civârındaki ev oturmaları ile ilk faâliyetlerini başlatmışlardı. Bu anlamda münâfık başı Übey b. Selûl’ün yeğeni Ebû ‘Âmir adındaki kişinin evini seçmişlerdir. İlerleyen zaman içerisinde bu oturmalarını meşrû bir zemin üzerine kurmak isteyen münâfıklar Ebû ‘Âmir’in tâlîmâtıyla mescid adını verdikleri bir binâ inşâ ederek faâliyetlerini burada sürdürmüşlerdir. Böylece barış zamânında toplumsal huzûru bozma adına bölücü faâliyetlerde bulunma; Hz. Muhammed’e gelen vahyi küçümseyip, taraftarlarını Kur’ân’dan uzak tutmaya çalışma; peygamberin şahsını ve âilesini hedef alan şantaj hareketlerinde bulunma; savaş ortamlarında ordunun cesâretini kırma, dış bağlantılarla düşmana avantaj sağlayan yollara başvurma, Peygambere karşı suikast girişimleri ve devleti içten çökertmeye çalışarak paralel bir devlet yapılanması şeklinde terör faâliyetleri içinde olmuşlardır. Gizli bir örgüt olan münâfıkların bu davranışları karşısında, bir taraftan Kur’ân âyetleri bu kimselerin örgütsel faâliyetlerini deşifre ederek engellerken, diğer taraftan Hz. Peygamber de üstün siyâsî dehâsıyla, kurdukları hîle ve entrikaları bertarâf etmeye çalışmıştır.3
Tebuk Savaşı ve Münâfıklar
Sefer tâlîmâtının verilmesinden îtibâren münâfıklar savaş hazırlıklarını engellemek amacıyla harekete geçtiler. Çeşitli bahaneler uydurarak bozgunculuk yapıyorlar, havanın sıcaklığını öne sürüp, savaşa gitmek isteyenleri caydırmaya uğraşıyorlardı.4
Bu arada bâzı münâfıkların faâliyetlerini Süveylim adındaki bir yahûdînin evinden yürüttüğü öğrenilince bu ev Hz. Peygamber’in emriyle yakıldı. Yalan beyanda bulunarak izin isteyen seksen civârında münâfığa izin verildi. Kur’ân-ı Kerîm’de bu münâfıkların fitne çıkarıp müslümanlara zarar verecekleri ve Allâh’ın onların sefere çıkmasını istemediği bildirilmektedir.5
Bedevî Araplar’dan da bir bahane ile savaşa katılmamak için izin talep edenler olduysa da Rasûlullah onlara izin vermedi.6
Bunun yanında bâzı müslümanlarda sefere karşı bir isteksizlik ve durgunluk görüldüğünden Allah Teâlâ mü’minleri uyarmıştır:
“Ey îmân edenler! Size ne oldu ki ‘Allah yolunda seferber olunuz’ denilince yerinize yığılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip dünyâ hayâtına mı râzı oldunuz? Fakat dünyâ hayâtının nîmetleri âhiret saâdetinin yanında pek az bir şeydir. Eğer seferber olmazsanız Allah sizi acıklı bir azapla cezâlandırır ve yerinize başka bir kavim getirir de siz Peygamber’e hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Allah her şeye kâdirdir.”7
Adamlarıyla birlikte oraya kadar gelen ve Zübâb tepesi civârında ayrı bir ordugâha yerleşen münâfıkların reisi Abdullah b. Übey, “Muhammed Rumlar’la savaşmayı oyuncak sanıyor. Ben O’nun ve arkadaşlarının iplere bağlandığını görür gibiyim” diyerek yetmiş-seksen taraftârıyla Medîne’ye döndü. Bununla birlikte çok sayıda münâfık ganîmet beklentisiyle sefere katıldı. Bu arada birkaç sahâbî geçerli bir mâzeretleri olmadığı halde orduya katılmamıştı; bunların üçü hâriç diğerleri daha sonra orduya yetişti. Sefere iştirâk etmeyen sahâbîlerden Ebû Hayseme el-Ensârî de ordunun hareketinden birkaç gün sonra atına binerek Tebük’e doğru yola çıktı.
Tebük dönüşünde bir grup münâfık Rasûl-i Ekrem’e suikast düzenlemek için hazırlık yaptı. Bunu farkeden Hz. Peygamber, Huzeyfe b. Yemân’ı onların üzerine gönderdi. Huzeyfe’nin geldiğini gören münâfıklar tuzaklarının Allah tarafından Hz. Muhammed’e haber verildiğini anlayıp kaçtılar ve askerin içine karıştılar. Rasûlullah’ın, isimlerini Huzeyfe’ye açıkladığı on iki münâfığın suikast teşebbüsüne Kur’ân’da işâret edilir.8
Ebû Âmir ve Mescid-i Dırar
Yesrib’deki (Medîne) Hazrec kabîlesinin ileri gelenlerinden Ebû Âmir isimli bir şahıs Hristiyanlığı benimsemiş ve bu alanda bilgilerini ilerletip papaz olmuştu. Rasûlullâh’ın Medîne’ye göçmesi bu ve benzerlerinin çıkarına ters düşüyordu. Bu yüzden Ebû Âmir, Medîne’ye geldiği günden îtibâren Hz. Peygamber’e muhâlefet etti ve onun düşmanları olan Mekkeli müşriklerle ittifak içine girdi. Bu muhâlefeti sürdürebilmek için bâzı adamlarıyla birlikte Mekke’ye gitti ve Bedir savaşında Müslümanlara karşı savaştı. Bedir yenilgisine müşriklerden daha fazla üzüldü ve onların intikam duygularını harekete geçirdi. Ayrıca gerek Uhud gerekse Hendek savaşlarında hazır bulunup Medîneli hemşehrilerini Rasûlullah ve Müslümanlar aleyhine tahrik etmeye çalıştı. Bunda başarılı olmayınca Mekke’ye yerleşti.. Mekke Müslümanlar tarafından fethedilince Tâif’e geçti. Huneyn Savaşı’nda Havazin kabîlesi yenilgiye uğrayınca da Şam’a kaçarken münâfıklara, “Olabildiğince hazırlık yapın, ben Bizans imparatoruna gidip kuvvet getireceğim, Muhammed’i ve arkadaşlarını Medîne’den çıkaracağım” diye haber gönderdi. Ebû Âmir’in Medîneli münâfıklarla yaptığı işbirliği çerçevesinde hazırlanan ordulardan biri, mescid süsü verilen bir toplanma yeri inşâ edilmesiydi. Münâfıklar gerçekte kötü niyetle, fakat Mescid-i Kuba ve Mescid-i Nebî’ye uzakta oturan yaşlıların cemâate yetişmemediklerini, diğer insanların da soğuk ve yağmurlu gecelerde anılan mescidlere ulaşamadıklarını bahane ederek Sâlim b. Avf kabîlesinin bulunduğu yerde bir mescid inşâ ettiler. Rasûlullâh’ın onayını alıp bu yapıya meşrûiyet kazandırmak üzere kendisinden (sav) mescidi ibâdete açmasını ve duâ etmesini istediler. Hz. Peygamber o sırada Tebuk seferinin hazırlıklarıyla meşgûl olduğunu belirtti ve “İnşâallah döndüğümde orada namaz kılarız” buyurdu. Tebuk seferi dönüşünde münâfıklar tekrar aynı taleple mürâcaatta bulundular. İşte Rasûlullah gerçekte fesad ve nifak yuvası olarak inşâ edilen bu mescidde namaz kılmak üzere oraya geçmeye hazırlanırken (Tevbe 9/107.108.109.110) uyarısı üzerine bu mescidi yıktırdı.9
İfk Hâdisesi
Hz. Peygamber, Benî Mustalik gazvesi için Medîne’den ayrılırken yanına hanımı Hz. Âişe’yi de almıştı. Gazve dönüşü konakladıkları bir yerde sabaha karşı hareket hazırlıklarına başlandığı sırada ihtiyâcını gidermek için ordugâhtan uzaklaşan Âişe geri dönerken ablasından veya annesinden hâtıra olan Yemen (Zafâr) akiği gerdanlığını düşürdüğünü fark ederek aramaya koyuldu. Ancak karanlıkta onu bulup el yordamıyla tânelerini toplayıncaya kadar vakit kaybetmiş oldu. Konak yerine gelince kâfilenin hareket ettiğini gördü ve yokluğunu anlayınca aramaya çıkacakları inancıyla orada beklemeye başladı. Ordunun ardçılarından Safvân b. Muattal es-Sülemî, görevi gereği kamp yerini kontrol edince orada bekleyen Hz. Âişe ile karşılaştı ve onu devesine bindirip orduya yetiştirdi. Fakat kendisi yaya olduğu için, hızlı yürümekle birlikte kâfileye ancak kuşluk vakti ulaşabildi. Başlangıçta kimsenin dikkatini çekmeyen bu sıradan olay, münâfıkların reisi Abdullah b. Übey ve adamlarının dedikodusu yüzünden huzursuzluklara yol açan önemli bir mesele hâlini aldı ve dedikodu şehirde kulaktan kulağa yayıldı. Öyle ki, bâzı Müslümanlar da bu fitne tuzağına düştüler. Sefer dönüşü rahatsızlandığı için bir ay kadar yatan Hz. Âişe, aleyhindeki konuşmaları sonradan öğrenmiş ve üzüntüsünden tekrar hastalanınca Hz. Peygamber’in kendisine önceki hastalıklarında olduğu kadar ilgi göstermediğini de dikkate alarak O’ndan izin alıp babası Hz. Ebû Bekir’in yanına gitmişti. Hz. Âişe ile birlikte başta Rasûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir olmak üzere âilesi çok üzüntülü ve sıkıntılı günler geçirdi.
Bir süre sonra nâzil olan ve Nûr sûresinin 11. âyetinden îtibâren başlayıp devâm eden ilâhî beyan bu dedikoduların çirkin bir iftirâdan (ifk) ibâret olduğunu, bu iftirâyı ortaya atanların büyük bir azâba mâruz bırakılacağını haber vermiş ve Müslümanların bu tür konularda basîretli davranıp dedikodulara âlet olmamaları gerektiğini vurgulamıştır (en-Nûr 24/11-19). Hz. Âişe’nin mâsum olduğunu îlân edip onu aklayan Nûr sûresinin ilgili âyetlerini Hz. Peygamber Mescid-i Nebevî’de Müslümanlara okudu.
Hz. Âişe kendisini fazlasıyla üzüp günlerce ağlatan iftirâ hâdisesinin sonuç îtibâriyle hakkında hayırlı olduğunu anlamış ve şahsı vesîlesiyle on âyetin birden inmesini ömrünün sonuna kadar hayâtının en şerefli hâdisesi olarak kabûl etmiştir.10
Uhud Savaşı ve Münâfıklar (M. 625)
Rasûlullah, Medîne’de âmâ sahâbî Abdullah b. Ümmü Mektûm’u vekil bırakarak ikisi atlı, 100’ü zırhlı 1000 kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Seniyye tepesine gelindiğinde münâfıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün müttefiki olan 600 kişilik bir yahudi birliği orduya katılmak istediyse de Hz. Peygamber bunu kabûl etmedi. Ensardan bâzıları müttefikleri diğer yahudilerden yardım talep etmeyi teklif edince de, “Bizim onlara ihtiyâcımız yoktur” dedi. Şeyhayn mevkiinde orduyu teftîş etti.
İslâm ordusu 7 Şevval 3 (23 Mart 625) târihinde Cumartesi sabahı Uhud dağına vardı. Sabah namazı burada kılındı. Ordu arkasını Uhud dağına verip Ayneyn tepesini soluna, güneşi de arkasına alıp Medîne’ye doğru saf tuttu. Abdullah b. Übey, “Ben meydan savaşına taraftar değildim. Muhammed çoluk çocuğun sözüne uydu, bizim sözümüze îtibâr etmedi” diyerek 300 kişilik taraftârıyla birlikte ordudan ayrılıp Medîne’ye döndü. Onun ve taraftarlarının Uhud’a varmadan önce Şavt mevkiinde ordudan ayrıldığı da nakledilir. Ordunun asker sayısı 700’e düştü.11
------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar
1 (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “nfḳ” md.).
2 (İA), “Münâfık” md.
3 (Geçmişten Günümüze Münâfıkların Değişmeyen Faâliyetleri (Asr-ı Saadet ve Nifâk Eylemleri) İbrahim Halil Erdoğan*) Kabul Târihi: 10.12.2018 (TEZ). Akademik Târih ve Düşünce Dergisi 2018, 5 (18), ss.232-268 (Akademik Tez).
4 (et-Tevbe 9/81).
5 (et-Tevbe 9/42-47).
6 (Vâkıdî, I, 995; İbn Sa‘d, II, 165).
7 (İA, Tebuk Seferi)
8 (et-Tevbe 9/74).
9 Taberî, XI/23, 26; Hüseyin Algül, “Mescid-i Dırâr”, İFAV/Ans.,III/206 – 207; Kur’an Yolu,III/60-61. DİB. Yayınları.
10 Kur’an Yolu, IV/ 60-61, DİB Yayınları. 2017
11 İA, “Uhud” md.