* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Fitne  (Okunma sayısı 233 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Fitne
« : Temmuz 27, 2022, 07:36:16 ÖÖ »
Fitne

Lügatte imtihan, deneme, karışıklık, belâ, musibet, şiddetli azâb, küfür, mazeret, azgınlık sapıklık, günah, delilik, rezillik, ayrılık, kavga, mihnet, sıkıntı, ayartma, azdırma, ara bozma, ihtilâl, dinsizlik, cezâ, canilik, yoldan çıkarıcı güzellik (fettânlık) ve benzeri manalarda kullanıldığına işaret edilmektedir.

 Dikkat edilirse kelime karşılığı olarak kullanılan anlamların hemen hepsinde bir ayırt edicilik ve bu ayırt edicilikte de bir kesinlik, nihâî kesinlik manası bulunmaktadır. İmtihan varılmayı umulan yere varılıp varılamayacağını belirleyen sonucu belirleyen işlemin adı olduğu gibi, karışıklık istikrarın tam tersi olarak ondan yana ya da karşı olunup olunmadığı hususunu açıkça ortaya koyan fiilin adıdır. Belâ, musibet azâb sabırlı olunup olunmadığını kesin olarak ortaya çıkarıcı ameliyelerden bazılarıdır. Küfür, imanda olunup olunmadığında kuşku bırakmayacak kesinlik kazandırıcı halin adıdır. Velhâsıl fitne karşılığı olarak kullanılan kelimelerin hangisine bakarsanız bakınız, zıddı ile muarefesi arasındaki kesin durumu ortaya çıkarıcı işler olarak karşınıza çıkacaktır.

Kur’ân’ın muhtelif âyetlerinde atmış kerre müştaklarıyla kullanılan fitne, kendisinin anlamına açıklık getirici açıklamalar verirken, diğer yandan ve bununla birlikte de nelerin fitne olduğu hususuna açık örnekler vermektedir. “Allah’a inandık diyenler vardır. Ama Allah uğrunda bir belâya uğratılınca, insanların ezâsını, ALlah’ın azâbı gibi tutarlar” (29 Ankebut 10) ifadesinde görüldüğü gibi. Burada bir mü’minin (Allah’a inandık diyenlerin) Allah uğrunda bir iş yaparken kullar tarafından başına getirilen herhangi bir musibetin, kullar tarafından değil, Allah’tan geldiğine inanmasının mü’min olmakla te’lif olunamayacağı belirtilmektedir. Bu suretle de gerçekten Allah’a inandık demelerine rağmen, inançlarının gereğine göre değerlendirme yapmamalarından (bunun ortaya çıkmasına sebep olan azab = fitne) onların gerçekten inanıp inanmadıkları ortaya çıkmaktadır. Burada başa gelen azab = fitne işte gerçek inanmışlıkla, inanılmamışlığın ortaya çıkarıcısı olarak musibet = fitne gösterilmektedir. Başa gelen olay inanmışlıkla inanmamışlığın ayırıcısı olmaktadır.

Harbe (Hendek) gidilirken ‘Evlerimiz düşmana açık kaldı’ diye mazeret uydurarak Peygamber’den izin isteyenlerin (33 Ahzap 13-14) gerçek böyle olmadığı halde yalan uydurdukları ve fitne çıkarıcılar oldukları örneklendirilmektedir. “İnsanın başına bir sıkıntı gelince bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman: ‘Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir’ der. Hayır o bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.”(39 Zümer 49) buyuran âyette de sıkıntının veya nimetin bir imtihan = fitne olduğu, yani kulun kulluğunu ölçmede bir deneme olduğuna işaret edilmektedir. Bu ve benzeri nice âyetlerle insanın ezcümle Allah’a karşı verdiği sözün gerçek olup olmadığı, inandık demesinin gerçekten inanmışlığına delâlet edip etmediğinin ortaya çıkarıcısı olarak örneklendirilen olayların hemen hepsi bir fitne niteliği taşımaktadır. Nitekim malların ve evlatların da insanları Allah’a kullukta bir imtihan vesilesi olarak verildiği, verilenin bunları değerlendiriş biçimi ile imtihanı kazanıp kazanamayacağının ortaya çıkmasına vesileler ittihaz edildikleri belirtilmektedir (8 Enfal 28).

Karışıklık (fitne) çıkarmanın adam öldürmekten beter olduğu (2 Bakara 191, 217) belirtilirken bu karışıklığın İslâm düzeninde çıkarılmış olmasının adının fitne olduğunu görmemek mümkün değildir. Zira mücerret anlamda karışıklık çıkarma fitne olsaydı ve fitne böyle anlaşılmış olsaydı bu takdirde Peygamber (s.a.)’in de kendisine risâlet geldikten itibaren yaptıklarının, kavmini getirdiği yeni dine davet etmenin de fitne olduğunu söylemek mümkün olurdu. Nitekim kendilerine davet ulaşan Kureyş’in müşrikleri, Resulullah’ı fitne çıkarmak ve nifakla suçlayarak dışlamak istemişlerdi. Sen bu davette bulunmazdan önce biz Kureyşliler her ne olursa olsun bir anlayış ve yaşayış tarzı teklif edince içimizden bir kısmının sana kulak vermesi sonucu aramızda ikilik çıktı. Bazılarımız sana tâbî oldu ve böylece sen ikilik çıkaran, fitne (karışıklık çıkaran) oldun, demişlerdi Peygambere. Müşriklerin Peygambere yaptıkları fitne ithâmı da, toplumda fitne çıkaranlara fitne ithamı da doğru olsa idi bu takdirde doğrunun hangisi olduğu belli olmazdı. Her halde yine de insanlar kendi bulundukları yere göre doğrular belirleyip, bu doğruları kıstas kullanarak değerlendirme yaptıklarına göre İslâm olmayanların gözünde Peygamber’in nifak çıkarıcı, fitne (karışıklık) çıkarıcı olması da onlara göre doğaldır. Ve elbette Allah’ın ortaya koyduğu ölçülere göre fitne tarifini esas kabul edenler için de yapılan değerlendirmeler Allah’ın gönderdiği dini kabul edenlere göre doğaldır. Lâkin insan bu konuda ne düşünürse düşünsün, neyi kabul ederse etsin bilinmelidir ki nihâî karar mercii kendisi değildir. Asıl takdir edicinin ölçüleri din gününde geçerli olacağına göre O’nun ölçüsü ile inanç ve amellerini ölçenlerin din gününün sahibine hesaplarını kolay verebileceği düşünülünce insana kimin ölçüsünün kabul edilmesi gerektiği konusunda ışık yanmakta ve doğru belirmektedir.

Her statüko kendisine karşı (karışıklık sayılacak) hareketleri fitne olarak nitelemektedir. Kendisine göre haklı da görünmektedir. Lâkin kendisinin üstünde bulunana göre ise kendisine göre doğru olan, her zaman, belki çoğu zaman doğru bulunmamaktadır. Nihaî olarak herkesin ve her şeyin üstünde olan Allah’a göre ölçülerin tutturulması, daha doğru bir ifade ile O’nun ölçülerinin doğru kabul olunmasıyla insanlar arasındaki ihtilaflar asgariye indirilebilmektedir. Zira mutlaka bir büyüğün ölçüsü ile hareket etmek gerekiyorsa -ki dünya kuruldu kurulalı böyle olmaktadır- bu takdirde en büyüğün ölçüsü ile hareket etmek gerçeği karşımıza çıkmakta, O’nun ölçülerinin kabulünde zaruret görünmektedir.

Konuya bazı açıklıklar getirici gördüğümüz örnekler vermekte yarar umuyoruz: Örneğin bugün Rusya’da rejimin ortaya koyduğu ölçülere ters hareket edenler rejim tarafından fitne (karışıklık) çıkarıcı olarak nitelendirilmektedir. Batı ülkelerinde kabul olunan ölçülere inanç ve tavırlarıyla ters düşenler de kezâ fitne çıkarmakla suçlanmakta ve karşılık olarak cezalandırılmaktadır. Bu örnek Türkiye için de Mısır içinde, İran’ın Şah zamanı ve devrim sonrası için de yaygınlaştırılabilir. Saddam ve onun düzenine karşı olanların da Baas yönetimi için bir fitne olduğu Baasçılar açısından doğru kabul edilebilir. Ne var ki misallerden de anlaşılacağı gibi insanların ölçüleri birbirlerinden hemen hemen hep ayrı olduğu gözlemlendiğine göre hangi ülkenin, hangi insanın koyduğu ölçüler doğruların ifadesidir de insan bunları kabul etmekle istikrara kavuşur, huzur bulur ve ihtilaflarını asgarî düzeye indirebilir? Bu sorunun cevabı alternatifsiz olarak ‘Allah’ın koyduğu ölçüleri kabullenmek’ olmalıdır. Zira insanların birinin diğerine üstünlüğü hep münakaşa konusu olmuş ve bir uyumluluğun sebebi olamamışken, Allah’ın tartışılmaz üstünlüğü insanların üzerinde bir gerçek olarak yine insan tarafından kabul görmektedir. Allah’ın varlığı veya yokluğu ile ilgili olarak gerek fert kendi dünyasında, gerekse başka fertler ve olaylar karşısında belki mütereddit olmuşlardır. Lâkin O’nun üstünlüğü, Varlığının kabulünün ayrılmaz bir parçası olarak hep birlikte buluna gelmiştir. Zira Allah varsa, üstün olmalıdır. O’nun varlığı kabul edildikten sonra üstünlüğü tartışma konusu olmamıştır. Belki tarihte ve günümüzde varlığı tartışma konusu olagelmiştir.

Allah’ın varlığını kabul edenler arasında O’nun üstünlüğü varlığının lâzım-ı gayr-ı müfârıkı olarak kabul görmüştür, görmemesi de mümkün olmamıştır. Zira Allah olmak, üstün olmayı, Kâdir olmayı gerektirir. Bu sıfatın yokluğu ile Allah’ın varlığı bir arada bulunmaz bir şeydir.

Doğruların açıklanması bir fitne olmadığı gibi nifak da değildir. Velev ki statükoya ters olsun açıklanan doğrular. Aksi halde insanoğlu hiçbir zaman doğrularla tanışamazdı. Hiçbir doğrucu da yaptıklarını fitne olsun için yapmamıştır bu sebeple. Nasıl yapılması gerekenler fitne değilse, insanlar hoşnûd olsunlar veya olmasınlar söylenen doğrular da işlenen salih ameller de fitne değildir. Bütün mes’ele doğruların kaynağında aranmalı, kaynak sahih bulunduğu takdirde o kaynaktan çıkan doğruların fitne olduğu kuşkusu terk edilmelidir. Başka türlü hiçbir şekil ve şartta istikrar teşekkül etmez, itminan hâsıl olmaz, insanlar arasında aslolan kararlılığa kavuşulamaz idi.

Fitnenin sarıcı bir genişliği, dağılıcı bir yaygınlığı, sirayet edici bir akıcılığı vardır. Bu sebepledir ki ‘adam öldürmekten beter olarak’ (2 Bakara 191, 217) tavsif edilmiştir. Zira adam öldürmek önüne geçilir, yayılmasına engel olunur bir fiil olduğu halde fitne daha sinsi tabiatlı, yayıldığı alanın belirlenmesi zor, aldığı yol kestirilemez bir olaydır. Adam öldürme ‘Kısas’ ile önüne geçilebilir iken, kısas’ta insanlar için hayat olduğunun belirtilmesine dayalı bir engeli önünde bulurken, fitne fâlinin tesbiti güç olduğu için, fiil olarak hemen her kılığa bürünme kabiliyeti taşıması onun teşhisini zorlaştırmakta, tedavisini ve ikâ ettiği zararları da bertaraf etmeyi büyük hasar meydana getirmeden hemen hemen imkânsız kılmaktadır. Zira tedbir alacakları da içine alıcı bir özellik taşıyan fitne halkı hasta ettiği gibi tabibi de hasta edebilmektedir. Kıtalde bu özellik, bu denli yaygınlık ve belirtilerinin tesbiti güçlüğü yoktur. İşte bu nedenledir ki fitne, adam öldürmekten gerçekten daha beterdir. Adam öldürmede ölen belli öldüren belli iken, fitne çıkması halinde çoğu kez ne fitne, ne fitneci ne de kimleri sardığının tesbiti, boyutlarının katettiği mesafe bilinememektedir. Ancak işin başında, yâni henüz fitne çıkmadan fitnenin ne olduğu iyice belirlenir ve tüm insanlar fitne olarak belirlenen inanç ve amellerden uzak tutulmaya yönelik olarak eğitilirler ise bu takdirde fitne çıkması, çıkma istidâdı gösterse bile derhal önüne geçecek sağlıklı güçlerin müdahalesi ile önlenebilmektedir. Toplum yapısının fitneye karşı en iyi eğitimi, fitnenin ne olduğu konusunda açık, belirgin tariflere ihtiyaç göstermektedir. Fitneyi tarif edene tâbi oluş, O’nun koyduğu fitne ölçüsü, fitne olarak örneklendirdiği olaylar ne denli iyi bilinir, kavranır ve gereğince amel olunursa kişiyi ve toplumu fitne âfetinden o denli korumak mümkün olur. Bu bir bakıma filan hastalıktan insanları korumak için o insana nasıl o hastalığın mikropları zerk ediliyor ve insan bünyesinin bu mikroplara karşı mukavemeti sağlanıyor ise, ferdi ve toplumu da fitneye karşı korumanın en geçerli yolu fitnenin insanlara standard olarak anlatılması, belirtilmesi, tanıtılmasıdır. Fitneyi iyi bilen, fitne diye bilinen işten doğal olarak uzak duracaktır, yani kendini ondan koruyacaktır, mukavemet gösterecektir. Bu eğitime rağmen bazı vücudlar fitne olarak öğrendiği işleri yapmaya kalkışırlarsa bu takdirde fitne iyi tanınan (belirtileri bilinen) bir iş olarak toplumla hemen karşısına dikilini verecek bir iş olacak ve etrafını sarmasına fırsat bırakılmadan çıktığı yerde boğulacaktır.

Konuya tealluk eden ve örnekleriyle açıklık getirici başka âyetler verelim ve iyice aydınlığa kavuşturmaya çalışalım konumuzu.

“Böylece :”Allah içimizden bunlara mı lütufda bulundu?” demeleri için onlardan bazısını ile denedik (Fitne). Allah şükredenleri daha iyi bilen değil mi?” (En’âm 6-53 ). “De ki: Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik. Samirî onları şaşırtıp, saptırdı.” (20 Tâhâ 85) “And olsun onlardan öncekileri deneme (fitne) den geçirdik; Allah gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (29 Ankebût 3). “And olsun biz Süleyman’ı deneme (fitne) den geçirdik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.” (38 Sâd 34). “And olsun, biz kendilerinden önce, Firav’ın kavmini de deneme (fitne) den geçirdik ve onlara kerîm bir peygamber gelmişti” (44 Duhân 14).

Musa(a.s.)’ın denemeden geçirilmesi (20 Tâhâ 40), Davud(a.s.)’un kendisinden denemeden geçirildiğini sanması ve bu sebeble Rabbinden bağışlanma dilemesi (38 Sâd 24), sıkıntı ve acılara maruz kalan Müslümanların münafıklara fitne içinde olduklarını söylemeleri (57 Hadîd 14), Mü’minlere (fitne) işkence uygulamayanların tevbe etmeyenlerine cehennem azâbı bulunduğu (85 Bürûc 10), Küfre sapanların bizâtihi fitne içinde bulunduklarını, buna rağmen Peygamber’e ‘Bana izin ver ve beni fitneye sokma’ talebinde bulunmaları (9 Tevbe 49) çok şeyler anlatmaktadır. Öyle görünmektedir ki çoğu kez bizzat fitne içinde bulunanlar, kendilerine doğruyu anlatan ve doğruya çağıranları fitnecilikle suçlamaktadırlar. Bu halleriyle belki bir süre de başarılı olmakta ve insanların kafalarını kurcalaya bilmektedirler. Gerçek eninde sonunda meydana çıkmakta ve çevrilen oyun, sahiplerinin ayağına dolaşmakta, bütün ayıpları (fitneleri) ortaya çıkmaktadır.

Fitne, ayetlerin getirdiği anlamlara bakıldığında küfrü, şirki, bozgunculuğu simgeleyen inanç ve ameler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki çoğu kez de bizzat küfrün, şirkin bozgunculuğun, insanların düzelmesini İslâmî gerçeklere dönmesini engelleyenlerin karşılarındakini itham ettiği bir iş olagelmiştir. Bu tür fitne ithâmı ile öncelikle ve en çok Peygamber muhatab olmuş, en çok onlar bu ithamlara maruz kalmışlardır. Statükocuların tabii savunma silahı olarak fitne çok rol oynamış, bir süre de olsa büyük gailer haline gelmiş, insanların doğru ile yanlış arasında mütereddid kalmalarında başarılı sonuçlar elde etmiştir.

Alışılagelmiş, doğruluğu araştırılmadan kabullenilmiş ve üzerinden asırlar geçmiş, halkın dini haline gelmiş nice itikad ve amel her ne zaman Kur’an ve Resulullah(s.a.)’ın sünnetine göre yanlışlığı ortaya konulmuş ise bu ilk karşı çıkışta FİTNE ithamına sığınılmış, doğruları gösterenlerin fitnecilikle suçlanması görülmüş ve çok güçlükler çekilmiştir. İnsanlara doğruları ulaştırmak için gönderilen Peygamberlerin en çok fitne çıkarıcılıkla suçlanması vakası karşısında yanlışlığın ilk ve en son âna kadar kullandığı bir silah olarak fitnenin görünmesi ve kullanılması hiçbir asırda değişmemiştir. Bu açıdan bakarak fitne’yi gerçeklere karşı kullanılan lâkin gerçek olmayan en etkin silah olarak görmek mümkündür.

İnsanların doğruları kabulüne, doğrulara ulaşmasına en büyük engel olarak kullanılan fitne bu anlamda bir tuzaktır. Tuzaklardan kurtulmak mümkün olduğu gibi içine düşenin onun tuzak (fitne) olduğunu farketmesi halinde ise yok olup ömrünü orda bitirmesiyle sonuçlanan bir dalâlet çukuru olarak da karşımızda bulunmaktadır. “Onlar nerede ise, seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman de seni dost edineceklerdi” (17 İsrâ 73) ayetinde görüldüğü gibi kâfirlerin, münafıkların peygamberi bile saptırmak için onu fitneye düşürmeye cür’et ettikleri, bu konuda hiçbir engel tanımadıkları sapıklıklarını hakkı tebliğe memur olanlara da kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu gibi hallerde ancak Allah’ın korunmasına sığınılabileceğine işaret eden ve O’nun koruması ile sapıkların sapıklıklarına meyletmekten korunabileceği (17 İsrâ 74), aksi halde Peygamber de olsa hayatın da, ölümün de kat kat acısının taddırılacağı ve kendisine karşı bir yardımcı da bulunamayacağı (17 İsrâ 74)’na değinilmektedir.

Fitneye düşünler için Peygamber olsun veya olmasın kimsenin Allah’ın azabından korunamayacağını belirten âyetler, yine fitneye düşmekten de ancak Allah’a sığınmakla, O’nun koruması ile kurtulabileceğini söylemektedir.

İnsanlar ‘iman ettik’ demeleriyle denemeye tabi tutuldukları gibi, denemenin yalnızca iman safhasında olmadığını, ondan sonrası için de ve her zaman yapılabildiğini anlatan âyetler vardır. “İnsanlar (yalnızca) imân ettik” diyerek, denemeden geçirilmeden bırakılıvereceklerini mi sandılar? And olsun, onlardan öncekileri denemeden geçirdik. Allah gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları bilmektedir. Yoksa kötülük yapanlar, bizi (aşıp) geçeceklerini mi sandı? Ne kötü hükmediyorlar?” (29 Ankebût 2-3-4). Velhâsıl deneme (fitne) insan hayatının her safhası için, her an ve zaman için, her hâl ve iş için devreye giriveren bir imtihan olarak karşımızdadır. Belki son nefese kadar da denemeden muafiyete dâir bir delil bulunmamaktadır. Bu itibarla insan deneme (fitne)’ye atlatmaya tedbirli olmalıdır. Tedbirinin sapasağlam yolu mutlaka fitne olmayan şeyin de Allah’ın gösterdiği yol olduğu tereddütsüz olarak bilinmelidir. Nasıl yeryüzünü kaymaktan dağlar alıkoyuyorsa, insanı da kayıp fitneye düşmekten Allah’ın ipine sımsıkı yapışmak koruyacaktır.

Fitne kötülüklerin tümünü kapsayan bir anlamda kullanılmakta ve ‘Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın’ (Bakara 2-193) buyurulmaktadır. Buna inzimamen ise yine aynı âyette ‘vazgeçerlerse’ tabiri kullanılmakta, ‘artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur’ denilmektedir. Fitnenin kalmaması demek tümüyle yok olması olmayıp, fitnenin ferdi ve toplumu ifsâd ediciliğinden vazgeçilmesi demektir. Bu halde ise başlangıçta fitne çıkaranların, bu fitnelerinden vazgeçmeleri karşısında kendilerine düşmanlık gösterilmemesi istenilmektedir. Bozgunculuk hareket halinde olmadığı, ferdi ve toplumu ifsâd edicilikten uzak durduğu sürece müeyyide uygulanması açısından yok sayılmakta, ancak harekete geçtiğinde önüne dikilinmesi istenilmektedir. İnsanların kalplerinden onu bütünüyle çıkarmak, yeryüzünden tümüyle onu yok etmek söz konusu değildir. Zira insanların kalbi ellerin uzanamayacağı bir mahaldir. Fitnenin bulunduğu yerde en son sığınağı buluduğu insanın kalbidir ki buraya girmek, orada da onu yok etmeye çalışmak başka yöntemlere, temliğe, iknaya, hakkı beliğ bir şekilde anlatmaya bağlıdır. Ki kesin sonuç alınmasının da ancak dinleyenin kulak vermesi ile mümkün olduğu bilinmektedir. Doğru sözü işittiği halde kulak vermeyenlerin bolca bulunduğu dünyamızda, olsa olsa hak sözlerden oluşan bir düzenin insanlara ve topluma hakimiyeti ile fitne en aşağı seviyelere çekilebilir. Kıpırdanmak istedikçe de derhal gereği yapılıp, üzerine usûlünce varılmak suretiyle gelişmesi, genişleyip yeryüzünü istilâ etmesinin önüne geçilebilir.

Kalplerdeki eğrilik kolayca dışarıdan görülebilecek şey değildir. Buna karşın o eğriliklerin tezahürleri dışarıya aksetmekte ve eğriliğin tanınmasını kolaylaştırmaktadır. Nitekim “… Ondan (Kitab’tan) Kitab’ın temeli olan bir kısım âyetler muhkemdir, diğerleri de müteşâbihlerdir. Kalplerinde bir kayma olanlar (bozukluk olanlar) fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşâbih olanlarına uyarlar. Oysa onun (müteşâbihlerin) yorumunu Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler (râsih olanlar) ise: “Biz ona inandık, Onun tümü Rabbimizin katındandır” dediler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez” (Âl-i İmrân 3-7) âyetinde açıklıkla anlatıldığı gibi örneğin muhkemât dururken müteşâbihâta sarılıp, onu olmadık şekilde yorumlamanın kalpteki eğrilikten olduğu belirtilmektedir. Bu şekilde davranmanın eğrilik alâmeti olduğu açıklanmakta, bu konuda doğruluğun ise bu tür âyetler için ‘Biz ona inandık, onun tümü Rabbimizin katındandır’ demek olduğu vurgulanmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında müteşâbihâta bulunduğu hâl üzere inanmayıp, yorumunu yalnızca Allah bildiği halde kendilerinin de bildiğini söyleyenlerin açıkça fitne içinde bulundukları ölçüsü verilmektedir.

Malların, çocukların, kadınların, kesâdından korkulan ticaretin ve içinde durmaktan hoşûd olunan evlerin insan için fitne olması, bunların zâtından kaynaklanmamakta; Allah’ı râzı etmekle bunlardan herhangi birinin tercihi söz konusu olması halinde Allah’ı râzı etmeyi bırakıp da bunlardan birini tercih etme halinde fitne vesilesi olmaları şeklinde anlaşılmalıdır. Bu sayılanlar insanlar için zâtları itibariyle birer nimettirler. Fitneye dönüşmeleri ise Allah’ı râzı etmeyi terk edip bunlardan birini tercih etmekle gerçekleşmektedir. Gazvelerden birine gidilirken, sahabeden birinin bağının gölgelikleri altında oturup serinlikte dinlenmeyi tercih etmesi Allah yolunda savaşa yapılan çağrıya kulak vermemesi onun için fitne olmuştur. Bilahare bu içine düştüğü fitnenin farkına varması ve ondan sıyrılarak, koşup arkadaşlarına yetişmesi ve kendini fitneden kurtarmasıyla onun yeşillikli bağı bir fitne olmaktan çıkmıştır.

Eşyanın esasta zâtı fitne değildir. Haram olduğu belirtilen eşya bunun dışındadır! Esasta mübah olmasına rağmen elde ediliş biçiminin Allah’ın razı olmadığı yoldan olması halinde eşya onu elde eden için bir fitne hâline gelmektedir. Elde ediliş biçimi mübah olmasına rağmen, sahibi olunan malın kişi üzerine farz olunan mükellefiyetinin yerine getirilmemesi (örneğin zekâtının verilmemesi, tedâvülden çekilip yığılması gibi) yine sahip olunan malı fitne unsuru haline dönüştürmektedir.

Fitne tabiatı itibariyle yukarıda da değindiğimiz gibi yayıldığı alanın belirlenmesi hemen hemen imkânsız olan bir belâ olduğundan, bu belâ sebebiyle insanlara gelecek azâb da yalnızca fitneye bizzat düşenlere erişmekle kalmayıp, zâlim olmayanlara da isabet edeceği belirtilmekte ve ondan korunulması (8 Enfâl 25) istenilmektedir.

Fitne’nin mü’minlerin aralarında dost olmamalarından çıkacağını (8 Enfal 73) belirten âyette ise özellikle günümüz Müslümanlarının alması gereken çok önemli ders vardır. Hem mü’min olduğunu söylemesi, hem de mü’min oldukları halde birbirlerini dost edinmemelerinin yeryüzünde büyük bir bozgun (fitne) çıkarıcı iş sayıldığı aynı âyette naklen görüldüğü gibi içinde yaşadığımız dünyada kendi hayatımızda da görülmekte değil midir? Mü’min olduklarını söyleyenlerin birbirleriyle ilişkilerinin dostluktan uzak bulunmaları içinde bulunduğumuz fitneyi gösterdiği gibi, yaşadığımız ortama küfrün hakimiyeti de mü’minlerin birbirlerine dost olmadıklarını göstermekte değil midir? Ayetlerin ışığında içinde bulunduğumuz olayların değerlendirilmesi rahatlıkla durumumuzu ortaya çıkarıcı değil midir? Bölük pörçük oluşumuz, birbirimizle dostluktan uzak bulunuşumuzun sonucu değil midir yeryüzünde fitnenin yayılması? Ne zaman ki mü’minim diyenler imân ettikleri İslâmi doğrular üzerinde birbirlerini dost edinirlerse elbette o zaman fitnenin yayılma alanı daralacak, en azından bulunduğumuz yerlerden fitne seli çekilip daha dar alanda kalacaktır.

Bu açıklamalar ışığında görülmektedir ki mü’minlerin birbirlerini dost edinmemeleri de bir fitnedir ve her mü’min kendisini bu fitneden korumalıdır.

İyiliğin ve kötülüğün bir imtihan (fitne) olarak insanlara verildiği (21 Enbiyâ 35) gözden uzak tutulmadığı takdirde hayatın anlamı daha açık olarak anlaşılacak, kötülüğe maruz kalanların yerinmesine gerek kalmayacağı gibi, kendisine bir iyilik erişenin de mağrur olmasına mahal olmayacaktır. Her iki tür taşkınlıktan da uzak kalan insan ise orta yolda olacak ve Rabbini râzı etmenin çizgisi üzerinde bulunacaktır.

RADYO DİNEME LİNKİMİZ.

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]