Kalbi Esir Alan En Kötü Hastalık - Haset ve Kin
Zübeyir b. Avvam’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle dedi:
“Geçmiş toplumların hastalığı size de bulaştı: Haset ve kin beslemek! İşte bunlar, kökten yok edicidir. Saçı tıraş eder demiyorum, aksine dini kökünden kazıyıp yok eder. Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de mümin olamazsınız. Birbirinizi sevmenizi sağlayacak şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın.”
(Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 56.)
Kalbi esir alan en kötü hastalıklardan biriydi. İblisi Rabbine isyan ettirip kıyamete kadar lanetlenmeye mahkûm eden de, Kâbil’e yeryüzündeki ilk cinayeti işleten de, Yusuf’un kardeşlerine babayla oğlu yıllarca birbirine hasret bırakacak tuzağı hazırlatan da hep aynı duyguydu. Uzun lafın kısası çok eskilerden beri vardı bu hastalık.
Allah Rasulü ashabını uyarmadan edemiyordu: “Geçmiş toplumların hastalığı size de bulaştı: Haset ve kin beslemek! İşte bunlar, kökten yok edicidir. Saçı tıraş eder demiyorum, aksine dini kökünden kazıyıp yok eder. Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de mümin olamazsınız. Birbirinizi sevmenizi sağlayacak şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın.” (Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 56.)
Birlik ve beraberliğe engel olan haset ve kin duyguları ne kadar da tehlikeliydi. Sevgi, muhabbet, ülfet ve samimiyet gibi bütün güzel duyguları bıçakla kesmişçesine yok ediyordu. Lakin bu saçın tıraş edilmesi gibi basit bir kesme eylemi ve maddi bir kayıp değildi. Haset ve kin Hz. Peygamber’in ifadesiyle “dini kökünden kazıyıp yok ediyor” yani kişiye hem dünyada hem de ahirette ciddi zararlar veriyor, iyi olan ne varsa hepsini ortadan kaldırıyordu. Bu ise telafisi imkânsız bir kayıptı.
Ümmetine çok düşkün olan Rasulüllah’ın bütün çabası onların selameti içindi. Dünya ve ahiret mutluluğuna giden yolda Allah’a ve Rasulü’ne iman edenlere rehberlik ederek Rablerinin rızasına birlikte nail olmak en büyük arzusuydu. Göz göre göre ateşe düşmelerine müsaade edemezdi. Özellikle de haset, kin, nefret, düşmanlık ve bozgunculuk gibi müminlerin birliktelik ruhuna darbe vuracak ve hiçbir şekilde imanla beraber zikredilmesi mümkün olmayan kötü hastalıkların pençesine düşmeleri söz konusuysa. Hâlbuki müminin kalbinde bu kötü duygular barınmamalıydı. Müminin kalbi “mahmum” olmalıydı. Allah’tan korkan, tertemiz bir kalp… Onda günaha, zulme, kine ve hasede yer yoktu asla. (İbn Mace, Zühd, 24.) Rasulüllah tarafından cennetlik diye övülen Medineli bir sahabiyi, Abdullah b. Amr’ın “İşte seni yücelten bu! Bizim yapamadığımız da bu.” diyerek takdir ettiği gibi. Nitekim bir gün Hz. Peygamber ashabıyla birlikte otururken, “Şimdi cennetlik bir adam geliyor.” demiş, o esnada sakalından abdest suyu damlayan, nalınları elinde bir sahabi çıkagelmişti. Bu olay iki gün daha tekrar etmiş, gelen yine aynı kişi olmuştu. Abdullah b. Amr onu cennetlik yapan özelliğin ne olduğunu merak etmiş, sahabinin peşine düşmüştü. Babasıyla tartıştığı ve üç gün eve gitmeyeceğine yemin ettiği bahanesiyle cennetlik sahabiden evinde kalmak için izin istemişti. Böylece onu yakından gözlemleme imkânı bulacaktı. Üç gün boyunca gece gündüz ne yaptığını izlemiş, ibadet yönünden pek de farklı bir yönünü görmemiş hatta küçümseyecek olmuştu. Bununla birlikte konuşurken hep güzel şeyler söylediğini işitmişti. Sonunda ona babasıyla tartışmadığını, sırf cennetlik diye nitelenmesinin sebebini öğrenmek ve aynısını yapmak istediği için yanında kaldığını söyledi. “Seni Rasulüllah’ın söylediği mertebeye ulaştıran şey nedir?” diye sordu. Cennetlik sahabi “Yalnızca gördüklerin.” dedi. Abdullah b. Amr yanından ayrılacağı esnada ise tekrar çağırdı ve şöyle dedi: “Ancak bir şey daha var. Ben kalbimde hiçbir Müslüman’a karşı kin ve nefret beslemem. Allah’ın kendisine ihsanda bulunduklarından dolayı hiç kimseye haset etmem.” (Ahmed b. Hanbel, III, 166.)
Allah’a yeminle sesleniyordu Hz. Peygamber, “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de mümin olamazsınız.” diye. Zira müminler kardeşti. (Hucurat, 49/10.) Müminler birbirlerinin dostuydu. (Tevbe, 9/71.) Nasıl vücudun bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle aynı acıyı paylaşıyorsa, müminler de birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede tek bir vücut gibiydiler. (Müslim, Birr, 66.) Birbirine haset etmek, birbirine kin beslemek, birbirine sırt çevirmek kardeşliğe asla sığmazdı. (Müslim, Birr, 28.)
Aksi takdirde müminin çevresindekilere güven veren vasfından nasıl söz edilebilirdi? Mümine yakışan kardeşliğe yaraşır davranmak, kendisi için istediğini kardeşi için de isteme erdemini göstermekti. (Buhari, İman, 7.)
Ashabını haset ve kin besleme hususunda uyaran, birbirini sevmeden gerçek imandan bahsedilemeyeceğini vurgulayan Allah Rasulü’nün söyleyecekleri henüz bitmemişti. Birbirini sevmenin, birbirinin iyiliğini istemenin en güzel yolu neydi öyleyse? “Birbirinizi sevmenizi sağlayacak şeyi size haber vereyim mi?” diye soran Hz. Peygamber, sorunun cevabını vermekte de gecikmiyordu: “Aranızda selamı yayın.” Selam imanın, barışın ve iyi niyetin en somut göstergesiydi çünkü. Karşılaştığı kimseye Allah’ın selamıyla esenlik dileyen, dua eden kişi Müslümanlığını beyan etmekte, dolayısıyla güvenilir olduğunu kendisinden ona herhangi bir zarar gelmeyeceğini bildirmekteydi.
Selam ilk bakışta insanların birbirini sevmesini sağlayan oldukça kolay bir yöntem gibi görünse de, içinde barındırdığı derin mana ve mesajları düşününce bugün karşımızdaki bir insana selam verirken ona vaat ettiğimiz üzere gerçekten kendisini güvende hissettirebiliyor muyuz? İyi niyetimizi ne kadar yansıtıyoruz? Birbirimize güven sorunu yaşadığımız böyle bir zamanda özeleştiri yapmaya, Allah Rasulü’nün bu hadisini hakkıyla anlayıp toplumsal ilişkilerimizde uygulamaya oldukça ihtiyacımız var. Kalplerimizi ancak bu şekilde bütün kötü duygulardan arındırabilir ve birbirimizle iyi ilişkiler geliştirebiliriz. Bu doğrultuda Rabbimizden niyazımız şudur:
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma!” (Haşr, 59/10.) “Allah’ım! Kalplerimizi birleştir. Aramızı düzelt ve bize kurtuluş yollarını göster.” (Ebu Davud, Salat, 177, 178.)
Hale Şahin