* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Günah Psikolojisi ve Tevbeye Duyulan İhtiyaç  (Okunma sayısı 112 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 813
    • www.fanidunya.net
Günah Psikolojisi ve Tevbeye Duyulan İhtiyaç
« : Aralık 08, 2024, 08:43:36 ÖÖ »


Günah Psikolojisi ve Tevbeye Duyulan İhtiyaç

Günah: Allah'ın buyruklarına aykırı düşen, dinen suç sayılan davranışlar İslâm şerîatının ve temiz insan fıtratının yapılmamasını emrettiği hususlar. Arapça'da günâh'ın karşılığında; İsm, zenb, isyan, cürm kelimeleri kullanılır. İsm, günâhın tam karşılık anlamıdır. Zenb (cürm), insanın Allah'ın rızasını kazanmasını engelleyen; isyan, Allah'a itaat etmemek-demektir (Cürcânî, et-Ta'rifât, s. 9, 107, I51).

İslâm, insanın günâh işlemesiyle sonuna kadar kötü kalacağını kabul etmez. İnsanın günâhının affedilmesini başkalarının tasarrufuna bırakmaz. Günahlar sahibine zarar verdiği gibi topluma da zarar veren; yasaklanan ya da ya da sorumluluklarını yerine getirmemesinden dolayı işlenen söz ve eylemlerdir. Günahlar kişiyi Allah'tan uzaklaştırır, cehenneme yaklaştırır.

Günahlar, Gönül Dünyamızı Kirleten Davranış ve Eylemlerdir

Hz. Peygamber (a.s.):

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صعلم)  قَالَ ‏"‏ إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا أَخْطَأَ خَطِيئَةً نُكِتَتْ فِي قَلْبِهِ نُكْتَةٌ سَوْدَاءُ فَإِذَا هُوَ نَزَعَ وَاسْتَغْفَرَ وَتَابَ سُقِلَ قَلْبُهُ وَإِنْ عَادَ زِيدَ فِيهَا حَتَّى تَعْلُوَ قَلْبَهُ وَهُوَ الرَّانُ الَّذِي ذَكَرَ اللَّهُ ‏: ‏(‏ كلاَّ بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ‏)‏ ‏"‏ ‏.‏

"Kul, bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şayet el çeker, mağfiret diler ve tevbe ederse kalbi cilalanır. Eğer (bunu yapmayarak) dönerse siyah nokta artırılır ve neticede bütün kalbini istila eder. İşte Allah (c.c) nun, " gerçek şu ki onların kazanmış oldukları günahlar, kalplerini örtmüştür." (Mutaffifin, 83/14) diye zikrettiği örtü budur." (Tirmizi, Tefsir, 74/3654) hadisiyle bu duruma işaret etmektedir.

İmam Gazali'nin teşbihi bu bağlamda zikre değerdir. O şöyle diyor: Cilalı aynanın karşısında duran insanın aynaya yansıyan nefesi, aynayı kararttığı gibi, kişinin uyduğu şehvet ve işlediği günahlardan oluşan karanlıklar da kalp üzerinde birikerek onu paslandırır, karartır. Aynanın yüzünde biriken pas zamanla madenin içine işleyip maddesini bozduğu gibi, kalbin üzerinde biriken pas da tab'ı (tabiat) olur. Kalbin üzerini kapatır. (Gazali, İhya, IV, l0) Gazali'nin bu benzetmesi, Hz. Peygamber'in yukarıda naklettiğimiz hadisinin açılımı niteliğindedir. Günahlarla kirlenen kararan gönül dünyamız tevbe ile gerçek hüviyetine yeniden kavuşmaktadır.

Allah Teala yarattığı, akıl gibi üstün yetenek vererek diğer yaratıkları¬na üstün kıldığı kullarına sonsuz şefkat ve rah¬meti vardır.
Kulun Allah'a Tevbe Etmesi, Her Yerde, Her Zaman Mümkündür

وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

Kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri affeden ve sizin yaptıklarınızı bilen O'dur. (Şûrâ, 42/25).

Hz. Peygamber (s.a.s.) de insanları tövbe etmeye teşvik etmiştir:

وعن أنس )رع(  قال: إنَّ رسولَ اللّه (صعلم) قالَ: كُلُّ بَنِى آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ.

(956)- Hz.Enes (r.a) anlatıyor: Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Bütün insanlar hatalıdır; hatalı insanların Allah katında en makbul olanları tövbe edenleridir". (Tirmizî, Kıyâmet 50, (2501); İbnu Mâce, Zühd 30, (4251)).

Tevbe, Allah Teala'nın, günah işleyen insanla¬rın, işledikleri günahlardan kurtulmaları için onla¬ra tanıdığı bir imkandır. İnsan ne kadar çok günah işlerse işlesin ümitsizliğe düşmemeli, Allah Teala'nın ona tanıdığı bu imkandan yararlanmalıdır. İnanan insan Allah 'tan ümit kesmez. Allah'ın rah¬metinden ancak inanmayanlar ümit keserler. Su¬yun kiri temizlediği gibi, samimi tevbe de günah¬ları temizler. Bakınız Allah ne buyuruyor:

تُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعاً أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

"Ey müminler, hep birden Allah'a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz." (Nur, 24/31)

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللَّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا اللَّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ(*)  أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ

Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.

İşte onların mükafatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükafatı ne güzeldir!  (Al-i İmran, 3/135-136)

1. Tevbenin Mana ve Mahiyeti:

Tevbe, dönmek, vazgeçmek ve pişman olmak manalarına gelir.   

Tevbe, kişinin o zamana kadar yapmış olduğu kötü¬lüklerden vazgeçmesi, onlara son vermesi, onları işlediğine üzülmesi ve bir daha işlememeye kesin karar vermesidir.

Tevbe, insanın nefis ve şeytanın şerrinden ve aldatma¬sından kaçıp, Yüce Allah'ın himayesine girmesidir.

Tevbe İslam rükünlerinden birisi olup, Allah'ın azabın¬dan kaçmayı, ama yine Allah'ın rahmetine sığınmayı ifade eder.

Tevbe, insanın maddi-manevi kirlerden, yani günah¬lardan tiksinip rahatsız olması ve onlardan temizlenme ça¬relerini araştırması demektir.
Tevbe, mü'minin bütün insanlığın akıbetini düşünüp cemiyetin istikbalini tehlikeye atacak işlerden vazgeçmesi ve akıbeti müsbet manada ve huzura medar olacak bir şekilde onu teminat altına alacak olan iyi işlere ve salih amellere koyulması demektir…

2. Tevbenin Kabul Şartları

Yapılan bir tevbenin kabul edilmesi için işlenen günah kul hakkına taalluk etmiyorsa üç şart vardır.

a. Yapılan kötülüğü bırakıp ondan vazgeçmek.

b. İşlediği kötülüğe karşı üzülerek pişman olmak.

c. O kötülüğü bir daha işlememeye azmedip kat'i kara¬rını vermektir.

d. Eğer işlenen günah kul hakkına taalluk ediyorsa; o zaman bir dördüncü şart daha vardır ki, o da tecavüz edi¬len hakkın, mümkünse sahibine iadesi ile birlikte hak sahi¬biyle helalleşmektir.

3. Tevbeyle İlgili Bazı Edepler

Yaptığımız tevbenin makbul olması için ulemânın koyduğu şartları yukarıda zikrettik. Burada şunu da ilave etmemiz gerekmektedir: Tevbe, duanın bir çeşididir. Öyleyse dua bahsinde belirtilen şartlara da tevbe sırasında riayet etmek, tevbemizin makbul olma şansını artıracaktır.

* Önce maddi sadaka vermek.

* Mübarek mekanlarda (Ravza-i Mutahhara, Kabe, Mescid-i Aksa, camiler, ön saf... gibi) yapmak.

* Mübarek zamanlarda (Ramazanda, Kadir gecesinde, diğer mübarek gün ve gecelerde, cuma gününde, saat-ı icabe'de, her gün seher vaktinde, ilk vaktinde kılınacak farz namazların arkasında, abdest alınca  kılınacak iki rekat nafilenin peşinde.. vs.) yapmak.

* Tevbeye salavatla başlamak, salavatla bitirmek.

* Kur'an ve hadiste gelen (me'sur) tevbelerle tevbe etmek.

* Abdestli olarak tevbe etmek... vs.

4. Hangi Tevbe Makbul Olur?

Allah'ın kabul edeceği tevbe ile ilgili olarak şöyle buyuruluyor:

إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَىاللّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِن قَرِيبٍ فَأُوْلَـئِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَلِيماًحَكِيماً {} وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَاحَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَـئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً

"Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra te¬z elden tevbe edenlerin tevbeleridir, İşte Allah bunların tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelince, 'Ben şimdi tevbe ettim', diyen ve kafir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. On¬lar için acı bir azap hazırlanmıştır." (Nisa, 4/17-18)

Ayet-i kerime'de cehaletle kötülük etmekten söz ediliyor. Ancak buradaki "cehalet" bir şeyin günah olduğunu bilmeden onu yapmak anlamında değildir. Buradaki cehaletten maksat akılsızlıktır. Yani yaptığı işin sonucunun kişiyi nereye götüre¬ceğini düşünmeden nefsinin arzu ve isteklerine kapılarak Allah'ın yasakladığı bir şeyi, yasak ol¬duğunu bile bile yapmasıdır.

İşte nefsin isteklerine uyarak her nasılsa gü¬nah işlemiş olan kimseler yaptıklarına pişmanlık duyar, bir daha yapmamaya karar vererek Al¬lah'tan af dilerlerse Allah tevbelerini kabul eder ve onları bağışlar, ayet-i kerime bu müjdeyi veriyor.

Ancak yeis haline gelinceye kadar yani yaşa¬maktan ümidi kesinceye kadar tevbeyi geciktir¬memeye de dikkatimiz çekilmektedir. Bu noktaya geldikten yani yaşama ümidini kaybettikten sonra yapılan tevbe kabul olmaz.

Bir defasında Hz. Ali bir bedevinin:

- Ey Allahım! senin beni bağışlamanı diliyor ve sana (günahlarımdan dolayı) tevbe ediyorum dediğini işitmişti de ona,

- Ey kişi, tevbede dil çabukluğu yalancıların tevbesidir demişti.

Adam: O halde tevbe nedir? diye sorunca.

Hz. Ali (r.a.):

- O tevbenin altı özelliği vardır: Geçmiş gü¬nahlara pişmanlık duymak, (vaktinde ve zama¬nında yapılmayan) farzları (kılınmayan namazlar ile tutulmayan oruçları) iade etmek, haksızlık yaptığı kimsenin hakkını vermek, düşmanlarla helalleşmek, bir daha o günaha dönmemeye az¬metmek ve nefsi günahla büyüttüğün gibi Allah'a itaatte eritmek ve ona günahların tadım tattırdı¬ğın gibi itaatin hazzını tattırmaktır dedi. (Kenzü’l-Ummal, 2/3808)

İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: Müşriklerden bazı kimseler adam öldürmüşler bir çok cinayet işle¬mişler, zina edip bunda da çok ileri gitmişlerdi. Bunlar bu kusurları ile Peygamberimize gelerek:

- Ey Muhammed, senin tebliğ ettiğin ve kendisine çağırdığın İslam dini kuşkusuz çok güzel¬dir. Eğer bize vaktiyle işlediğimiz bunca cinayet ve meşru olmayan ilişkilerin arınma yolu bulun¬duğunu bildirirseniz (iyi olur) demişlerdi. Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu:

وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهاً آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَاماً {} يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَاناً {} إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُوراً رَّحِيماً

"Onlar ki Allah ile beraber başka bir tan¬rıya yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı ca¬na haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur. Kıyamet günü azabı kat kat artırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak de¬vamlı kalır, Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibir." (Furkan, 25/68-70)

5. Nasuh Tevbe

Tevbeden tevbeye fark vardır. Tevbenin en yüce mertebesi nasuh olanıdır. Yani pak, tertemiz ve halis olan tevbedir ki onun şartı üçtür:
a. Yapılan tevbenin bütün günahları içine almasıdır, yani bütün günahlardan vazgeçmek.

b. En küçük bir tereddüt kalmaksızın günah işlememeye kesin karar vermek.

c. Tevbeyi ihlası zedeleyici herhangi bir şaibeden veya herhangi bir illetten uzak olarak sadece Allah için yap¬mak.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ ءَامَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nurları aydınlatıp gider de, "Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin" derler. (Tahrim, 66/8)

Ayet-i kerime'de "nasuh", tevbe ile tevbe et¬memiz isteniyor. Nasuh, nush kökünden mübala¬ğa kipidir ve çok öğüt veren demektir. Çok öğüt verici olarak nitelenen tevbe sahibine günahı bı¬rakmasını öğütleyen, onu günahtan kurtaran sadık ve samimi bir tevbe demektir. Günahı bırakmadan yapılan tevbe tevbe değildir. Hz. Ömer, nasuh tevbesini şöyle tanımlamıştır: "Nasuh tevbe, gü¬nahtan tevbe edip o günaha bir daha dönmemek veya dönmek istememektir.'' (Alusi, 157) (Diy. Ay. Der, 131/35-36)

Kur'an-ı Kerim, Yaptığına Pişman Olup Allah’a Sığınan ve O'ndan Af ve Bağış Dileyenle¬ri Allah'ın Affettiğine Dair Örnekler Verir. İşte bir örnek:

وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُواْ حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنفُسُهُمْ وَظَنُّواْ أَن لاَّ مَلْجَأَ مِنَ اللّهِ إِلاَّ إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbelerini kabul etti. Çün¬kü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirge¬yendir. (Tevbe, 9/118)

Ayet-i kerime'de seferden geri kaldığı bildiri¬len üç kişi Ka'b b. Malik, Hilal b.Ümeyye ve Me¬mare b. Rabi idi. Bunlar Tebük seferine -maze¬retleri olmadığı halde- katılmama suçu işlemiş¬lerdi. Peygamberimiz Tebük seferinden dönü¬şünde bunları sorgulamış, mazeretsiz sefere ka¬tılmadıklarını anlayınca, haklarında Allah'ın hüküm vermesine kadar beklemelerini emretmişti. Bunlar bu bekleme süresi içinde çok bunalmışlar, tevbe ederek Allah'a sığınmışlardı. Allah Teala tevbelerini kabul buyurduğunu bu ayet-i keri¬me'yi indirmekle bildirmişti.  (bkz. Buhari, Meğazi, 79)

Allah Teala O Kadar Engin Merhamet Sahibidir ki, Günahkar Olanların O'na Yönelmesinden, O'ndan Af Dilemesinden Büyük Sevinç Duyar
Bakınız Peygamberimiz bu¬nu çok çarpıcı bir örnekle bildiriyor. Şöyle buyuruyor:

عَنِ الْحَارِثِ بْنِ سُوَيْدٍ، حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدِيثَيْنِ أَحَدُهُمَا عَنِ النَّبِيِّ (صعلم)  وَالآخَرُ عَنْ نَفْسِهِ، قَالَ ‏"‏ إِنَّ الْمُؤْمِنَ يَرَى ذُنُوبَهُ كَأَنَّهُ قَاعِدٌ تَحْتَ جَبَلٍ يَخَافُ أَنْ يَقَعَ عَلَيْهِ، وَإِنَّ الْفَاجِرَ يَرَى ذُنُوبَهُ كَذُبَابٍ مَرَّ عَلَى أَنْفِهِ ‏"‏‏.‏ فَقَالَ بِهِ هَكَذَا قَالَ أَبُو شِهَابٍ بِيَدِهِ فَوْقَ أَنْفِهِ‏.‏ ثُمَّ قَالَ ‏"‏ لَلَّهُ أَفْرَحُ بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ مِنْ رَجُلٍ نَزَلَ مَنْزِلاً، وَبِهِ مَهْلَكَةٌ، وَمَعَهُ رَاحِلَتُهُ عَلَيْهَا طَعَامُهُ وَشَرَابُهُ، فَوَضَعَ رَأْسَهُ فَنَامَ نَوْمَةً، فَاسْتَيْقَظَ وَقَدْ ذَهَبَتْ رَاحِلَتُهُ، حَتَّى اشْتَدَّ عَلَيْهِ الْحَرُّ وَالْعَطَشُ أَوْ مَا شَاءَ اللَّهُ، قَالَ أَرْجِعُ إِلَى مَكَانِي‏.‏ فَرَجَعَ فَنَامَ نَوْمَةً، ثُمَّ رَفَعَ رَأْسَهُ، فَإِذَا رَاحِلَتُهُ عِنْدَهُ ‏"‏‏.‏

Hâris İbnu Süveyd anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ud (r.a) bize iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri Hz. Peygamber (a.s) dendi, diğeri de kendisinden. Dedi ki:

"Mü'min günahını şöyle görür: "O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür". 

Ebu Şihab bunu söyledikten sonra eliyle, Şöyle diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır. Sonra dedi ki:

"Ben Rasulullah (a.s)'ın şöyle söylediğini duydum:

"Allah, mü'min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: "Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir.

Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp:

"Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım" der.

Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri.

İşte Allah'ın, mü'min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır. " (Buharî, Daavât 4/6381; Müslim, Tevbe, 1 (7131); Tirmizî, Kıyâmet 50, (2499, 2500)).

Tevbe ve İstiğfar

İnsan nefsine itimat etmemelidir. Zira, Peygamberler (a.s) Allah'ın himayesinde oldukları halde nefislerine itimat etmemiş ve nefislerini tezkiye etmemişlerdir. Kaldı ki istiğ¬far sadece işlenen günahları affettirme değildir. İstiğfar, hem hataları affettirme yollarını hem de Allah katında yüce mertebe ve dereceleri elde etme çarelerini araştırma halidir.

Maddi-manevi binlerce duygularına her bir hücre¬sine Allah'ın varlığını birliğini hissettirme, yaşadığı zama¬nın her bir saniyesine ve her bir kare parçasına Allah'ın var-lığını ve birliğini nakşetme halidir.

Nitekim Rasulullah (s.a.v), geçmiş ve gelecek bütün günahları mağfiret olunmuş ve mukaddes ruhu mübarek cismi ile birlikte pak ve temiz k¬lınmış olduğu halde günde bazen yetmiş, bazen yüz defa tevbe ve istiğfar ederdi.

Nitekim Müslim'de yer alan bir hadis-i şeriflerinde:

‏"‏ يَا أَيُّهَا النَّاسُ تُوبُوا إِلَى اللَّهِ فَإِنِّي أَتُوبُ فِي الْيَوْمِ إِلَيْهِ مِائَةَ مَرَّةٍ ‏"‏ ‏.‏

"Ey insanlar Allah'a tevbe (ve O'na istiğfar) edin. Ben günde yüz defa tevbe ediyorum." (Müslim, Zikir, 12/7034) buyurarak, tevbe istiğfarın önemini açık bir şekilde beyan etmişlerdir.

Bu hadis-i şerif, insanın nefsine itimat etmemesi ve is¬tiğfarın sadece işlenen kusurlara münhasır olmaması gerektiğini ifade ettiği gibi, insanın bazı ulvi latifelerinin mübah olan bazı şeylerden bile etkilenip söndüğünü, bun¬dan dolayı insanın her hal ü karda hadiselere karşı titiz ve uyanık olması lazım geldiğini de ifade etmektedir.

Evet in¬san ölümün ne zaman geleceğini bilmediğinden her an ö¬lüme hazır bulunmalı ve böylece Allah'tan geldiği gibi ter¬temiz haliyle, hatta, duygularını istikamet çizgisinde inkişaf ettirerek tekrar O'na mükemmel bir kul hüviyetiyle dön-meye ve O'nun Yüce rıdvanına kavuşmaya çalışmalıdır.

Yüce Allah Yalnız Şirki Bağışlamaz

Çünkü şirk, Yüce Allah'a karşı büyük bir iftira, korkunç bir sapıklık ve gayet çirkin bir zulümdür. Şirk günahından başka, sair günahlara karşı Yüce Allah, o kadar şefkatli ve merhametlidir ki O'nun bağışlamayacağı bir günah yoktur.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْماً عَظِيماً

Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Ondan başkasını (diğer günahları) ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah'a şirk koşarsa gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur. (Nisa, 4/48)

Hadis-i Şeriflerde Günahkarlar İçin Umutsuzluk Yoktur

وعن زِرِّ بنِ حُبَيْش قال: حَدثنا صَفْوَانُ بن عَسَّالٍ المُرَادِى )رع( قال: قال رسولُ اللّه(صعلم): بَابٌ مِنْ قِبَلِ الْمَغْرِبِ مَسِيرَةُ عَرْضِهِ أوْ يَسِيرُ الرَّاكِبُ في عَرْضِهِ أرْبَعِينَ أوْ سَبْعِينَ سَنَةً، خَلَقَهُ اللّهُ تَعالى يَوْمَ خَلَقَ السَّمَواتِ وَالارْضَ، مَفْتُوحٌ لِلتَّوْبَةِ لاَ يُغْلَقُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا.

(950)- Zirrü'bnü Hubeyş anlatıyor: "Safvân İbnu Assâl el-Murâdî (r.a) bize, Resûlullah (a.s)'ın şöyle söylediğini rivayet etti:

"Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği -veya bunun genişliği binekli bir kimsenin yürüyüşüyle- kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve semaları yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe için açıktır." (Tirmizî, Daavât, 102, (3529))

عن أبى هريرة )رع(  أنَّ النَّبىَّ (صعلم) قالَ: مَنْ تَابَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ مِنْ مَغْرِبِهَا تَاب اللّهُ عَلَيْهِ

(951)- Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Kim güneş batıdan doğmazdan evvel tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder." (Müslim, Zikr 43, (2703))

وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما أنَّ رسولَ اللّه (صعلم) قال: إنَّ اللّهَ يَقْبَلُ تَوبَةَ الْعَبْدِ مَا لَمْ يُغَرْغِرْ.

(952)- İbnu Ömer (r. anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbesini kabul eder." (Tirmizî, Daavât 103, (3531); İbnu Mâce, Zühd 30, (4253))

وعن أبى موسى )رع(. أنَّ رسولَ اللّه (صعلم) قال: إنَّ اللّهَ عَزَّ وَجلّ يَبْسُطَ يَدَهُ بِاللَّيْلِ لِيَتُوبَ مُسِئُ النَّهَارِ، وَيَبْسُطُ يَدَهُ بِالنَّهَارِ لِيَتُوبَ مُسِئُ اللَّيْلِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا.

(953)- Ebû  Musa (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s) buyurdular ki: "Aziz ve Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için de gündüz elini açar, bu hal, güneş batıdan doğuncaya kadar devam edecektir."

Burada "el", Allah'ın ihsan ve fazlından kinayedir. (Müslim, Tevbe, 32/2760))

وعن أنس )رع(  قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ(صعلم): يَقُولُ اللّهُ تَعالى: يَا ابنَ آدَمَ، إنَّكَ مَا دَعَوْتَنِي وَرَجَوْتَنِي غَفَرْتُ لَكَ عَلى مَا كَانَ مِنْكَ وَلاَ أُبَالِي، يَا ابنَ آدَمَ لَوْ بَلَغَتْ ذُنُوبُكَ عَنَانَ السَّمَاءِ ثُمَّ اسْتَغْفَرْتَنِي غَفَرْتُ لَكَ وَلاَ أُبَالِي يَاابْنَ آدَمَ إنَّكَ لَوْ أتَيْتَنِي بِقُرَابِ ا لارْضِ خَطَايَا ثُمَّ لَقَيْتَنِي لاَ تُشْرِكُ بِي شَيْئاً لاَتَيْتُكَ بِقُرَابِهَا مَغْفِرَةً.

(4144)- Hz. Enes (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki: "Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım." (Tirmizî, Daavât, 106/3534)

Evet, her türlü günahtan tevbe ve istiğfar edip Yüce Mevla'ya teveccüh etmek, O'nun rahmetine ve mağfiretine sığınmak ve göz yaşlarıyla günah kirlerini yıkamak çaresi, hem ümitsizliğe düşmekten hem kendini tahrip etmekten hem de bunalıma düşmekten ve perişan olmaktan kurtul¬manın yegane çaresidir.

Hz. Ali (k.v.) de günahlarının çokluğundan ötürü ümit¬sizliğe düşen ve bunun derdini çeken ve bir kurtuluş çare¬sini arayan birine hep "tevbe ve istiğfar et" diye öğüt ve¬rirmiş. O kimse de:

- "Sen bana durmadan tevbe ve istiğfar et diyorsun. Bu tevbe ve istiğfar ne zamana kadar sürecek?" diye sormuş. Hz Ali (k.v.) şöyle cevap vermiş:

- "İşlediğin günahlarını tümüyle terk edinceye kadar."   

Evet işlediğimiz günahları tümüyle terk edinceye ve her halimizle istikamet çizgisinde oluncaya kadar tevbe ve istiğfar etmek ve Yüce Mevla'mızın engin rahmetinden hiçbir zaman ümitsizliğe düşmemek, perişanlıktan kurtulmanın yegane çaresidir.   

Yakub gibi ağlasan, sular gibi çağlasan,

Ciğergahı dağlasan; Mevla halini sormaz mı?

عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ)رع(، أَنَّهُ قَالَ قَدِمَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ (صعلم)  بِسَبْىٍ فَإِذَا امْرَأَةٌ مِنَ السَّبْىِ تَبْتَغِي إِذَا وَجَدَتْ صَبِيًّا فِي السَّبْىِ أَخَذَتْهُ فَأَلْصَقَتْهُ بِبَطْنِهَا وَأَرْضَعَتْهُ فَقَالَ لَنَا رَسُولُ اللَّهِ (صعلم)  ‏"‏ أَتَرَوْنَ هَذِهِ الْمَرْأَةَ طَارِحَةً وَلَدَهَا فِي النَّارِ ‏"‏ ‏.‏ قُلْنَا لاَ وَاللَّهِ وَهِيَ تَقْدِرُ عَلَى أَنْ لاَ تَطْرَحَهُ ‏.‏ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) ‏"‏ لَلَّهُ أَرْحَمُ بِعِبَادِهِ مِنْ هَذِهِ بِوَلَدِهَا ‏"‏


Hz. Ömer anlatıyor: Peygamberimizin huzur¬larına (Havazin Kabilesi'nden) bazı esirler gel¬mişti. Esirler arasında emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O kadın göğsüne biriken sütü sağıyor, çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bunu görünce Peygamberi¬miz bize:

- Şu kadının çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız? buyurdu. Biz:

- Hayır, atmaya gücü yettiği sürece atmaz, dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz:

"İşte Allah Teala kullarına, bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir." buyur¬du. (Müslim, Tevbe, 4/7154) (Diyanet Dergi, 145.sayı)
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, tevbe kapısının açık olması doğası gereği hayır ve şer işlemeye yatkın ve elverişli olan insan için bir fırsattır. Her insan, nitelik ve niceliği değişse de günah işler ve hata eder. Ama erdem ve gerçekten iman sahibi mü'min işlediği günah veya yaptığı hatadan, pişmanlık duyarak hemen Yüce Rabbine sığınır ve O'ndan af dileyerek tevbe eder. O günah ve hatada, bile bile ısrar etmez. Tevbeleri kabul merciinin sadece Allah olduğunu bilir ve O'na yönelir.

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) ‏"‏ مَنْ جَلَسَ فِي مَجْلِسٍ فَكَثُرَ فِيهِ لَغَطُهُ فَقَالَ قَبْلَ أَنْ يَقُومَ مِنْ مَجْلِسِهِ ذَلِكَ سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ ‏.‏ إِلاَّ غُفِرَ لَهُ مَا كَانَ فِي مَجْلِسِهِ ذَلِكَ ‏"‏ ‏      

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) hazretleri buyurdular ki: "Kim, malâyâni konuşmaların çok olduğu bir yere oturur da, oradan kalkmazdan önce şu duayı okursa bu yerde oturmaktan hasıl olan günahından arınmış olur:

Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şehâdet ederim. Senden mağfiret diliyorum, Sana tevbe ediyor (af taleb ediyorum)". (Tirmizi, Daavât, 39/3762). 

Tevbe İle İlgili Ayetler

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

De ki: "Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." (Zümer, 39/53)

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. (Bakara, 2/128)

إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ

Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. (Bakara, 2/222)

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاءُ وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيداً

Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah'a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür. (Nisa, 4/116)

إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللَّهِ وَأَخْلَصُوا دِينَهُمْ لِلَّهِ فَأُولَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا

Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılıp dinlerini (ibadetlerini) yalnız onun için yapanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük mükafat verecektir. (Nisa, 4/146)

وَإِذَا جَاءَكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (En'am, 6/54)

وَالَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَءَامَنُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ

Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de iman edenlere gelince, şüphesiz ki o tevbe ve imandan sonra, Rabbin elbette bağışlayan ve esirgeyendir. (Araf, 7/153)

أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ 

Allah'ın, kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hala bilmezler mi? (Tevbe, 9/104)

وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ

Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin.  (Hud, 11/52)

وَلاَ تَيْأَسُواْ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. (Yusuf, 12/87)

وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهاً آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ

Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur. (Furkan, 25/68)

إِلَّا مَنْ تَابَ وَءَامَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُولَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah’ı onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. (Furkan, 25/70)

وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir. (Şura, 42/25)

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ

"Rabbimiz Allah'tır" deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen cennetle sevinin." (Fussilet, 41/30)

Tevbe Hadisleri

فَمَازَالَ يُحَدِّثُنَا حَتَّى ذَكَرَ بَابًا مِنْ قِبَلِ الْمَغْرِبِ مَسِيرَةُ عَرْضِهِ أَوْ يَسِيرُ الرَّاكِبُ فِي عَرْضِهِ أَرْبَعِينَ أَوْ سَبْعِينَ عَامًا قَالَ سُفْيَانُ قِبَلَ الشَّامِ خَلَقَهُ اللَّهُ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضَ مَفْتُوحًا يَعْنِي لِلتَّوْبَةِ لاَ يُغْلَقُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْهُ ‏"‏ ‏.‏

Zirrü'bnü Hubeyş anlatıyor: "Saffân İbnu Assâl el-Murâdî (r.a) bize, Rasulullah (a.s)'ın şöyle söylediğ'ini rivayet etti:

"Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği -veya bunun genişliği binekli bir kimsenin yürüyüşüyle- kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve semaları yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe için açıktır. "

(Tirmizî, Da'avât, 105/3878).

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) ‏"‏ مَنْ تَابَ قَبْلَ أَنْ تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ ‏"‏ ‏.‏

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resulullah (a.s) buyurdular ki: "Kim güneş batıdan doğmazdan evvel tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder."
(Müslim, Zikr, 12/7036)

عَنِ ابْنِ عُمَرَ، عَنِ النَّبِيِّ (صعلم)  قَالَ ‏"‏ إِنَّ اللَّهَ يَقْبَلُ تَوْبَةَ الْعَبْدِ مَا لَمْ يُغَرْغِرْ ‏"‏ ‏.‏

929 - İbnu Ömer (r. anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (a.s) buyurdular ki: "Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbesini kabul eder. "
(Tirmizî, Daavât,  106/3880)

عَنْ اَبِي مُوسَى، عَنِ النَّبِيِّ (صعلم)  قَالَ ‏"‏ اِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَبْسُطُ يَدَهُ بِاللَّيْلِ لِيَتُوبَ مُسِيءُ النَّهَارِ وَيَبْسُطُ يَدَهُ بِالنَّهَارِ لِيَتُوبَ مُسِيءُ اللَّيْلِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا ‏"‏ ‏.

930 - Ebü Musa (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s) buyurdular ki: "Aziz ve Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için geceleyin elini açar.

Gece günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için de gündüz elini açar, bu hal, güneş batıdan doğuncaya kadar devam edecektir. Burada "el", Allah'ın ihsan ve fazlından kinayedir. (Müslim, Tevbe, 5/7165)

931 - Ebu Said (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir râhib tarif edildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânının olup olmadığını sordu. Râhib: "Hayır yoktur!" dedi. Herif onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.

Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine âlim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânı olup olmadığını sordu. Âlim: "Evet, vardır, seninle tevben arasına kim perde olabilir?" dedi. Ve ilâve etti:

" Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zîra orada Allah'a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer. "

Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler. Rahmet melekleri: "Bu adam tevbekâr olarak geldi. Kalben Allah’a yönelmişti" dediler. Azab melekleri de: "Bu adam hiçbir hayır işlemedi" dediler.

Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara: "Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin" dedi. Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar."

Bir rivayette şu ziyade var: "Bir miktar yol gidince, ölüm gelip çattı. Adamcağız yönünü sâlih köye doğru çevirdi. Böylece o köy ehlinden sayıldı."
(Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 46, (2766); İbnu Mâce, Diyât 2, (2621)).

عَنْ أَنَسٍ، أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏"‏ كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ ‏"‏ ‏.‏ قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ لاَ نَعْرِفُهُ إِلاَّ مِنْ حَدِيثِ عَلِيِّ بْنِ مَسْعَدَةَ عَنْ قَتَادَةَ ‏.‏

Hz.Enes (r.a) anlatıyor: Resulullah (a.s) buyurdular ki: "İnsanoğlunun her biri hatakârdır. Ancak hatakârların en hayırlısı tövbekâr olanlarıdır."
(Tirmizî, Kıyâmet 50, (2687); İbnu Mâce, Zühd 30, (4251)).

عَنْ أَبِي عُبَيْدَةَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) ‏:‏‏"‏ التَّائِبُ مِنَ الذَّنْبِ كَمَنْ لاَ ذَنْبَ لَهُ ‏"‏

Ubeyde b. Abdullah babasından naklederek diyor ki: Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

Günahından tevbe eden o günahı işlememiş kimse gibidir. (İbn Mace, Zühd, 30/4391)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]