Faiz Toplumları Katgaşaya Sürükler
Faiz kavramı, Kur’an ve Hadisler’de “Riba” kelimesi ile ifade edilmektedir. Riba sözlükte “ziyadelenmek/katlanmak, fazlalaşmak” anlamına gelirken, terim olarak ise “karşılıklı bir alış veriş anlaşmasında, karşılıksız kalan herhangi bir fazla” demektir.
Öncelikle faiz, cahiliye toplumunda yerleşmiş bir adetti. Mekke’nin ulularının en önemli gelir kaynağıydı. Mekke müşrikleri, Bakara Sûresi 275. ayetinde belirtildiği üzere faizi bir nevi alış verişe benzetiyorlar, borç alan kimse vadeyi uzatmak istediğinde anaparanın üzerine artırma yapması karşılığında bu işlemi gerçekleştiriyorlardı. Ve bu uygulamayı alış verişteki kâr fikrine dayandırıyorlardı.
Faiz’in haram kılınması tıpkı içkinin haram kılınmasında olduğu gibi tedricen gerçekleşmiştir.
Bir toplumda yerleşen anlayışların aniden ortadan kaldırılması zor olan hususlardandır. İnsanların ruhi hallerini en iyi bilen Rabbimiz, faizin kaldırılmasını aşama aşama gerçekleştirmiştir. Dört aşamada gerçekleşen faiz yasağında ilk inen ayet Rum Sûresi 39. ayettir ve bu ayette “verilen faizin malı artırmayacağı ama zekâtın Allah katında ziyadeleşeceği” bildirilmiştir. Bu ayet Mekke’de nazil olmuş, her ne kadar haram kılma söz konusu olmasa da kerahet ifade etmektedir. Daha sonra Nisa Sûresi 64. ayet ile de önceki milletlerden Yahudiler için faizin haram kılındığı haber verilmekte ve toplum faiz yasağına hazırlanmaktadır. Bir sonraki aşamada daha hicretin üçüncü yılı Uhud Savaşı sonrası inen Âl-i İmran Sûresi 130. ayet ile de cahiliye döneminde yaygın olan fahiş faiz uygulanması yasaklanmış, “kat kat artırılmış ribayı yemeyin” buyruğu ile ilk yasak emri gelmiş oldu. Ve en son olarak da Hayber Fethi sırasında Bakara Sûresi 275. ayetindeki “Allah alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır” hükmü zahir-i ile kesin yasağı getirmiştir.
Faiz, Kitap, Sünnet ve İcma ile haramlığı sabit olan bir konudur. Belki de en ağır tehdit faiz yasağı üzerine inmiş, Bakara Sûresi’nin ilgili ayetlerinde faiz yiyenlere “Allah ve Resulü’nün savaş açtığı” bildirilmiştir. Hadis-i şeriflerde helak edici yedi büyük günahtan biri olarak ifade buyurulmuş; “yiyene, yedirene, yazana, şahitlik edene” Allah Resulü’nün lanet ettiği bildirilmiştir. Ahir zamanda faize bulaşmayacak kimsenin kalmayacağı bildirilmiş ve “Veda Hutbesi” olarak bildiğimiz konuşmasında Efendimiz, ümmetine veda eden bir elçi olarak en son tavsiyelerinden biri de “tüm çeşitleri ile faizin kaldırıldığı” olmuş, faize bulaşarak ne haksızlık edilmesi ne de haksızlığa uğranılmamasını tavsiye etmiştir. Ve buradan da apaçık anlaşılıyor ki yasağın asıl sebebi “faizin bir zulüm olduğu”dur.
Böyle uzunca bir giriş yaptıktan sonra faizin haram kılındığı ayetin kısaca bir incelenmesi, daha sonra faizin haram kılınma sebepleri, alış veriş ile farkı ve toplumsal etkilerine değinerek yazımızı nihayete erdireceğiz.
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alış veriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış verişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara: 275)
Bu ayete gelinceye kadar 260 ayetten başlanılarak Allah için infaktan ve onun faziletlerinden, gösteriş için yapılan ve yapıldıktan sonra da başa kakılan bir yardımın çirkinliğinden, malların en güzellerini vermekten, kişinin kendisinin almayacağı şeyi vermemesi gerektiğinden, gizli-açık sürekli Allah yolunda harcama teşvik edildikten sonra faizin yasaklandığı bu ayete geçiliyor.
Ayeti kerimede faiz yiyenlerin durumu şeytan çarpması ile kalkan kişinin durumuna benzetilmiş.
Bunun nasıl olduğu hakkında müşahede âleminde bir tecrübemiz yok. Ancak yapılan yorumlar ve ilgili hadisler ışığında bu kimselerin kabirlerinden kalkacakları zaman “sara nöbeti”ne tutulmuş kimseler gibi olacakları anlaşılmaktadır. Faiz yeme gerekçeleri ise faiz ile kâr arasında kurdukları batıl teşbih anlayışıdır. Ayrıca bu ifadede müfessirlerin işaret ettikleri bir incelik yer almaktadır. Onlar, faizi alış verişe benzetecekleri yerde, alış verişi faize benzetmişlerdir. Faizi asıl, alış verişi fer kabul etmişlerdir. Belki de bu daha dünyada iken bu insanların teraziyi nasılda şaşırdıklarına bir işarettir. Daha sonraki kısımda ve sonraki ayetlerde ise daha önce faiz muamelesinden doğan anaparaların alınması ve faiz kısmının bırakılması ve tekrar bu pis işe girişilmemesi istenilmiştir. Ama bu uyarıları dikkate almayan kimseler için İslami hükümlerin uygulanması halinde Devlet tarafından gerçekleştirilecek bir takım cezai müeyyidelerin olacağı bildirilmiştir. Bu konu ile ilgili ilk uygulamaları Hz. Peygamber’in liderliğindeki İslam Devleti’nde görmek mümkündür. Açık emir ve uyarılara rağmen bu işe devam eden kimselerin üzerinden devletin zimmet elinin kalktığını haber vermiş ve valilerine onlar üzerine savaş için yürümeleri emri vermiştir.
Faiz ile alış veriş arasında benzerlik bulma arayışlarına tam bir nokta koyarcasına Rabbimiz, “Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır” şeklinde açık beyanda bulunmuştur. Şimdi daha ayrıntılı olarak neden faiz’le kârın aynı şey olmadığına bakalım:
Alış verişte taraflar eşit konumdadır. Alıcının bir şey satın alırken verdiği karşılık, aldığı ürüne, onun için harcanan iş gücüne, harcanan sermayeye ve bir de üzerine konulan kâr’a karşılık gelir. Oysaki faiz de alıcı satıcıdan bir borç alır karşılığında verdiği şey, aldığı borcun daha fazlasıdır. Ve ortada da satıcının bir iş gücü, harcadığı bir sermaye yoktur. Borç alan kişi, aldığı para ile yaptığı yatırıma göre ya iyi bir kâr elde edebilir, ya eşit miktara ulaşır veya zarar edebilir. Ama faizle borç veren kişinin net bir kâr oranına sahip olacağı daha akdin başından bellidir. Sonuç itibariyle faiz de taraflar arasında bir adaletsizlik vardır.
Alış verişte akîd yapıldıktan sonra alıcı, satıcıya herhangi bir şey vermek zorunda kalmaz. Alınan alınmış, verilen verilmiştir. Ama faizde ise alıcının, hem anaparayı elde etmesi hem de onun üzerine konulan faiz miktarını ödemek için çalışması gerekecektir.
Kredi veren kişi veya kurumlar belli bir oranda artı para talep eder. Ve verdiği parayı ve artısını alıncaya kadar geçen süre zarfında sürekli artırmaya devam edebilir. İki taraf arasında anlaşmaya da dayansa bu netice de borçlunun çok ciddi oranda kar etmesine bağlı olarak sona erebilir. Aksi halde ya iflas bayrağını çekecek ve elinde avucunda ne varsa onlardan da olacak, ya da kendisi de başka uygunsuz işlere bulaşacak demektir.
Faizin zararları ve toplumda açtığı derin ahlak bulanımlar:
İslam’ın çalışmayı ve infakı teşvik etmesi ve faizi yasaklaması toplumun maslahatı içindir. Eğer bu ilahi buyruğa uyulmazsa karşı karşıya kalacağımız bir takım sorunlar olacaktır. Bunlara kısaca şu şekilde işaret edebiliriz.
Faiz, birbirlerinin elinden tutarak, birbirlerine göz kulak olarak yaşaması istenilen bireyleri, kendi elinde bulunanlara ihtiyaç halinde olanların sırtından servetlerine servet katma yarışına giren varlıklara dönüştürür.
Faizin yerleştiği toplumlarda fakirin fakir olarak kalması aslolandır. Ancak infakın asıl olduğu toplumlarda ise zengin ve fakir dayanışması vardır.
Yardımlaşma ve fakirin durumunu yükseltmeye çalışma esastır.
Zenginin fakire muhtaç olduğu yani bununla şunu kastediyorum “Elindeki servetin elini yakan –uhrevi hayatta da azaba dönüşebilecek- bir ateşmiş gibi bir an önce bir fakire ulaştırma bilinci”ne sahip toplumlardan, “İnsan insanın kurdudur” veya “Ancak güçlü olanlar hayatta kalabilir” anlayışlarına sahip toplumlara dönüştürür.
Faizin hâkim olduğu toplumlarda servet dağılımı orantısızlaşır, toplum katmanları arasında uçurum derinleşir, sosyal travmalar ve toplumsal isyan hareketleri baş gösterir.
Faiz, alan kimseler için alın teri ve emeğe olan saygının, bilincin ayaklar altına alınması demek olurken, faiz verecek olan kimseler için ise daha çok çalışma, iş yoğunluğu altında ezilme demektir.
Son olarak da “Rabbimiz toplumlarımızı içinde bulunmuş oldukları şaşkınlıklardan çıkarsın, hak ve hakikati görüp tabi olmayı nasip etsin” duası ile bitirelim.
--------------------------------------------------------
İstifade Edilen Kaynaklar:
Hamdi Döndüren, Ticaret ve İktisat İlmihali.
Ebu’l A’la el-Mevdudi, Tefhimu’l-Kuran
Vehbe Zuhayli, Tefsirü’l-Münir
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri