* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Sanat ve Santçı Ahlakı  (Okunma sayısı 425 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Sanat ve Santçı Ahlakı
« : Haziran 28, 2021, 06:21:10 ÖÖ »
Sanat ve Santçı Ahlakı

Sanat; izleyenlerin duyularının haz aldığı, duygularının huzur bulduğu, üreticisine karşı hayranlık duyduğu, birçok özelliği yanında bilhassa güzelliği ile dikkatleri üzerine çeken insan yapısı özgün ve değerli eserler ve etkinliklere denir. Dar anlamıyla, sadece insan yapısı güzel eserlere sanat denmekle birlikte geniş anlamıyla asıl sanat, ilahi sanatın muhteşem eseri olan kâinat, tabiat ve insandır; gerçek sanatkâr da her şeyin en güzel bir şekilde tasarımcısı ve yaratıcısı olan Cenab-ı Hak’tır. Zira O, kendisinin buyurduğu üzere: “Yarattığı her şeyi güzel yapmıştır.” (Secde, 32/7.) İnsanlar da en eski sanat kuramlarından biri olan mimesis/taklit kuramına göre, gerçek sanatçının eserlerini taklit ederek kendi taklidî sanat eserlerini üretmektedirler.

Ahlak; doğası itibarıyla iyiliğe olduğu kadar kötülüğe de açık olan, zira fıtratına hem fücur hem de takva ilham edilen (Şems, 91/8.) bir “eşref-i mahlûkat” olan insanın, kendi özgür çabasıyla kötülük yönünün arındırılması, iyilik/takva yönünün de geliştirilmesi için tanzim ve tavsiye edilmiş olan iyi huy ve davranışlar manzumesine denir. Toplumsal bir varlık olan insanın bir arada yaşarken birbirine zarar vermeyip aksine yardımlaşıp dayanışarak hayatı birbirine kolaylaştırmasının yolu da ahlaktan ve onun daha sistemli ve müeyyideli hâli olan hukuktan geçmektedir. İnsan hayatının bireysel ve ailevi yönleri gibi toplumsal ve mesleki yönleri de ahlaki öğütlerin ve ahlak bilincinin uygulama alanı içine girmektedir. Ahlakın, hayatın tüm alanlarına yönelik genel kuşatıcılığının bir parçasını da sanat alanı oluşturmaktadır. Hem ahlak hem de sanat, hayatın neredeyse tüm alanlarında var olabilen çok geniş kapsamlı kültürel gerçekliklerdir. Birisi daha ziyade iyilik, öbürü daha çok güzellik eksenli olmakla birlikte, insani hayat pratiği içinde bu ikisi doğal olarak sık sık karşılaşmakta ve insanın kişiliği ve yapıp etmeleri üzerinde etkili olmaktadır. Sanat ve ahlak ilişkisi İlk Çağ ve Orta Çağ’da, özellikle İslam medeniyetinin altın çağlarında, ilahi dinin genel çatısı altında el ele, gönül gönüle, huzur içinde beraberce insanın ahlaki ve manevi gelişimi için hizmet ederlerken modern dönemlerde ve Batı dünyasında bu huzurlu birliktelik yavaş yavaş eleştirilip bozulmaya, sanat ve ahlakın arası ısrarla açılmaya çalışılmıştır.

Günümüzde sanat ve ahlak ilişkisi ya da sanat ahlakı konusunda dört farklı yaklaşım vardır. Bunlar önce ikiye ayrılır: Aşırı özerkçilik ve aşırı ahlakçılık. Aşırı özerkçilik son yüzyıllarda Batı dünyasında savunucu bulan bir anlayıştır. Tipik temsilcisi Oscar Wilde’dır. Bunlara göre, sanat ile ahlak birbirinden ayrı işlerdir ve hep ayrı kalmalıdır. Ayrı hâlleriyle ikisi arasında daha üstün olan da sanattır. Sanatın tek kriteri de güzelliktir. Sanat eserinin değerlendirmesinde ahlaka uygun veya aykırı olmasının hiçbir önemi yoktur. Sanat, sanat içindir; sanatçının tek isteği özgürlük, tek çabası güzelliktir. Bu yaklaşımın, ahlaki açıdan yanlış olmak bir yana sanat ve sanat tarihi açısından bile gerçeklere aykırı olduğu aşikârdır. Sanat tarihine bakıldığında hiçbir büyük sanat eserinin (örn. Selimiye, Taç Mahal, Guernica, vb.) sadece sanat olsun diye yapılmamış olduğu açıkça görülür. İkinci yaklaşım, aşırı ahlakçılık denen anlayıştır. Bunun tipik temsilcisi de Tolstoy’dur. Fakat bu görüş, Platon (M.Ö. V. yy) zamanından beri var olan ve savunulan bir görüştür. Bunlara göre sanat; güzellik ve haz meselesi değil ahlaki değerlere dayalı yüce bir iştir. Sanat eserinin değerlendirmesinde başvurulması gereken asıl kriter de ahlaka uygunluk veya aykırılıktır. Sanatın amacı da görevi de ahlaklı bir insanlık toplumunun oluşumuna katkıdır. Ahlaka aykırı sanat mutlaka sansürlenmeli, sanatçısı da engellenmelidir. Bu yaklaşım, birinciye göre daha uygun ve ahlak adına daha tercihe şayandır. Ahlaka aykırı sanat eserleri veya gösterilerinin çocuklar ve gençlerden ve hele hele eğitim kurumlarından uzak tutulması gerektiği fikri de doğrudur. Ancak sanatsal özgünlük ve sanatçı özgürlüğü adına bakıldığında fazla kısıtlayıcı ve baskılayıcı olduğunu da söylemek mümkündür.

Bu iki uç yaklaşım arasında daha ölçülü yaklaşımlar da vardır. Bunlar ölçülü özerkçilik ve ölçülü ahlakçılıktır. Ölçülü özerkçiliğe göre, sanatta aslolan estetik ve güzelliktir; onun içinde bir ahlakilik varsa bile bu onun sanatsal yönünden ayrı tutulması gereken ikincil ve dışsal bir özelliktir. Sanat eserinin değerlendirmesi yapılırken asıl dikkate alınması gereken kriter de güzellik ve benzeri estetik kriterlerdir; ahlak ayrı bir kategoridir. Zaten onlara göre, sanat eserlerinin aslında ahlaka fazla bir katkıları da yoktur, olmamaktadır. Bu görüş, ölçülü bir tutum olması hasebiyle karşı çıkılacak fazla bir yön barındırmamaktadır. Bununla birlikte, sanat eseri gerçeğini pekiyi yansıtamadığını söylemek mümkündür. Zira aslında bir sanat eserinin estetik ve etik boyutlarını birbirinden ayırmak ve ahlaki yönünü inkâr etmemekle birlikte sanatsal değerlendirmenin dışında tutmak mümkün değildir. Örneğin, Sefiller romanından tövbekâr insanların gerçekten iyi birer insan olabilecekleri fikrini yahut Patates Yiyenler tablosundan helal kazanca dayalı sade yaşam huzuru izlemini yahut da Dinle Sana Bir Nasihat Edeyim türküsünden içindeki bilgece öğütleri çıkarıp ayrı bir kefeye koymak ne kadar mümkündür? Elbette değildir.

Sanat ahlakına ilişkin dördüncü yaklaşım, ölçülü ahlakçılık yaklaşımıdır. Aristoteles zamanından beri (M.Ö. IV. yy) var olduğu söylenebilecek bu yaklaşımın sanat ahlakı konusundaki en uygun görüş olduğu söylenebilir. Buna göre sanat, dar estetik sınırlar içine hapsedilemeyecek kadar geniş kapsamlı olup içinde ahlaki, manevi ve benzeri birçok yönü barındıran bir etkinlik alanıdır. Onun ahlakiliği veya ahlaka aykırılığı, sanatsal değeri ile iç içedir ve onun bütünsel değerini etkiler. Sanat eserinin değerlendirilmesi bir bütün olarak yapılmalı, bunlar arasında ahlakiliğe de önemli bir yer verilmelidir. Ahlaki değer veya kusur, sanat eserinin bütünsel değer veya kusurunu artırabilecek veya eksiltebilecek içsel bir unsurdur. Sanatın ahlaka, ahlakın da sanata olumlu ve önemli katkıları olmaktadır ve hep olmalıdır. (Dört yaklaşım konusunda geniş bilgi için bkz. Yaran, 2020; 85-127.)

Ölçülü ahlaka uygun düşen bir sanat anlayışı bağlamında Kur’an-ı Kerim, sanatlarını ahlaka aykırı yönde icra eden sanatçıları/şairleri eleştirirken onu iyilik yönünde kullananları hariç tutmakta ve övmektedir: “Görmez misin ki onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka.” (Şuara, 26/225-227.) Bu ayet, sanat ahlakına ışık tuttuğu gibi sanatçı ahlakının bazı temel özelliklerine de değinmektedir. Zaten biraz da teorik zeminde duran sanat ahlakının en somut yanlarının başında sanatçı ahlakı gelmektedir. Çünkü sanatın varlığının somut göstergesi sanat eseri; sanat eserinin varlık nedeni de sanatçıdır. Dolayısıyla sanat, esas itibarıyla sanatçı ile başlayan bir iştir. Bu durumda sanatçı, ahlakı önemseyen biriyse büyük bir ihtimalle ortaya koyduğu sanat da ahlaka uygun olacak ve hatta ahlaki gelişime katkıda bulunacaktır. Nitekim Aristoteles tam da bu anlamda şöyle demektedir: “Hafifmeşrep karakterli ozanlar bayağı yaratılıştaki insanların eylemlerini taklit ederlerken ağırbaşlı ve soylu karakterli ozanlar, ahlakça iyi ve soylu kişilerin iyi ve soylu eylemlerini taklit ederler.” (1987: 17.)

Ahlakın içindeki erdemler ve ilkelerin hepsi aynı bağlayıcılık gücüne sahip değildir. Bazı ahlaki ilke ve erdemler, herkes için bağlayıcı ve zorunlu iken diğer bazıları gönüllülüğe dayanır ve insanların ahlaki ve vicdani gelişmişlik durumuna göre onlara uyulup uyulmama durumu değişebilir. Sanatçı ahlakı söz konusu olduğunda ahlaki erdemleri üç gruba ayırarak konuya yaklaşabiliriz: Sanatçıyı da bağlayan erdemler, sanatçıyı da kapsayan erdemler ve sanatçıya daha da çok yakışan erdemler. Hiçbir ayrım gözetmeksizin herkesi bağlayan bazı erdemler, doğal olarak sanatçılar için de bağlayıcıdır. Bunlar, uyulması herkes için hem ahlaken hem de hukuken zorunlu olan erdemlerdir. Tüm bunların arasında en merkezî, en kuşatıcı olanı olarak hakkaniyet/adalet erdemi gelir. Aslında bu ikisi tek bir erdem de sayılabilir. Adalet erdeminin temeli hakkaniyet; hakkaniyetliliğin tecellisi ve tezahürü adalettir. İslam’a/Kur’an’a göre, herkes her durumda, her zaman, herkese karşı adaletli davranmak ve hiç kimseye, hiçbir zaman asla haksızlık ve zulüm yapmamak zorundadır. Bu konuda çok açık ve ayrıntılı olan ayetlerden biri şöyledir: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun…” (Nisa, 4/135.)

Adalet erdeminin ve haksızlık/zulüm yasağının bağlayıcılığının herkesle birlikte sanatçıları da bağladığını söylemeye bile gerek yoktur. Sanatçı olmak herhangi bir kişiye haksızlık etmenin haklı sebebi olamaz. Örneğin, sanat ahlakı konusunda sanat ve ahlakın birbirinden tamamen ayrı konular olduğunun en ünlü savunucusu olan Oscar Wilde’ın karısına karşı haksız davranışları, sanatçı oluşundan dolayı haklı görülebilecek, hoş görülebilecek bir tutum değildir. Nitekim hakkında yazılanlara bakılırsa o, “Kişisel ilişkilerinde olağanüstü nezaketi ve cömertliğiyle ünlüdür ama eşine karşı davranışlarında tek kelimeyle zalimdir.” Üstelik bu çelişkinin kendisi de farkındadır fakat bunun “bir yaratıcılık tarzı” olduğunu iddia eder. (Hollander, 2014:11.) Oysa onun bu gerekçesinin hiçbir ahlaki geçerliliğinin olmadığı, asla kabul edilemeyeceği ve hoş görülemeyeceği gün gibi ortadadır. Hiçbir kimse, kendisi sanatçı da olsa, karşısındaki eşi de olsa, hiç kimseye asla zulüm bir yana haksızlık dahi etme hakkına sahip değildir.

Tam olarak bağlayıcı olmamakla birlikte ahlaki gelişmişlik düzeyi yüksek herkesi kapsayan bazı erdemler, sanatçıları da genel olarak kapsar. Bu bağlamda değinilebilecek en merkezî erdem yahut ilke, mesuliyet/sorumluluk bilincidir. Herkesin içinde yaşadığı topluma karşı kendi gücü nispetinde bir sosyal sorumluluk bilinci ve ona uygun çabalarının olması gerekir. Tarihte bu bilinçle hareket eden pek çok büyük sanatçı vardır. Onlar, toplumdaki ahlaki yozlaşmaları, sosyal adaletsizlikleri, gelir dağılımı dengesizliklerini, yoksulluğu, yolsuzluğu, bencilliği, çıkarcılığı ve benzeri kötülükleri sanatlarıyla eleştirmiş ve düzeltmeye çalışmışlardır. Bunların da ötesinde, hiçbir zorunluluğu olmamakla birlikte sanatçılara daha da çok yakışan erdemler vardır. Bunlar da şefkat, merhamet, sevgi, aşk, hoşgörü, nezaket, zarafet gibi adap ile de ilişkili üst düzey erdemlerdir. Sanatçıların bu gibi ahlaki erdemlerde toplumlarına örnekliği toplum için bambaşka bir değere sahiptir; böyle sanatçılara sahip olmak da bir toplum için büyük bir şanstır.
[/b]