Hadisi Kabul Etmeyenlere İnanmayınız
Resul-i Mücteba Efendimiz şöyle buyuruyor, “İblis Irak’a girdi. Orada ihtiyacını gördü.” Yani oradakiler vesvesesini kabul etti. Hakikaten de o bölge hiç huzur göremedi hep karışık hep karışık. Hadis-i şerifin devamında Peygamber Efendimiz, “Sonra Şam’a uğradı.
Oradakiler onu kovdular. Bel Nesean denilen yere yöneldi. Sonra Mısır’a girdi şeytan. Orada yavruladı” diye buyuruyor. Başka bir hadiste Resulullah Efendimiz, “Mısır fetih olunacak. Oraya yerleşmeyin. Orada karışıklıklar olacak. Orda uzun yaşayan olmaz” diyor.
Peki, şimdi diyeceksiniz ki ‘Ömür mukadderdir değişmez.’ O zaman Peygamberimiz neden böyle söylüyor? Bunun sırrını ancak Peygamber Efendimiz bilir. “Sıla-ı rahim ömrü uzatır” diye hadisler de var ama sadaka verince şu kadar yaşar, akraba ziyaretini kesmezse şu kadar yaşayacak diye de kaydolabilir. Arif Bestâmî Hazretleri Mısır’a gelince, “Şaşılacak bir işi vardır Mısır’ın. Sırrı da gariptir. Halkı kalabalıktır, geçimi zordur” diyor. Nil Nehri tabi güzel oranın can damarıdır.
Bunları hep büyük zatlardan duyuyoruz. Kadınlarına güven olmaz diyorlar. Orada bulunmuş, ders görmüş üstatlarımızla konuştuğumuzda da bunları hep doğruluyorlar. Namus duyguları orada çok zayıf. Efendimiz de onu söylüyor. Hadisin devamı şöyle: “Mısır’a yavruladı ve sonra da yapacağını yaptı. Yalanını dolanını yaydı.” Tabii burada ne kast edildiğini en iyi Peygamber Efendimiz bilir.
“SAHABELER PEYGAMBER EFENDİMİZ UĞRUNA HER ŞEYLERİNİ FEDA ETTİ”
Resulullah Efendimiz vefat ettikten sonra Hz. Ebu Bekir Halife oldu. Hz. Ebu Bekir devrinde, yalancı peygamber zuhur etti. Çünkü sahabeler Peygamber Efendimiz uğruna her şeylerini feda ettiler. Hatta Mekke’de, Hudeybiye Antlaşması’nda gelen müşrik anlatıyor:
“Peygamber bu tarafa dönüyor, önündekiler de o tarafa sıçrıyordu. Öbür tarafa dönüyordu onlar da o tarafa sıçrıyordu.” Sahabeler, “Ya Resulullah denize atla desen, hiç çekinmeden atlarız. Ateşe gir desen, hiç düşünmeden ateşe gireriz” diyerek Peygamberimize olan bağlılıklarını anlatmışlar. Hırs peşinde, makam ve mevki peşinde olan bir sürü insan var dünyada. İşte bu insanlar peygamber olursam insanlar beni böyle sever inancına kapılmışlar. Herkes bende peygamberim demiş, 6 tane yalancı peygamber zuhur etmiş. Bunların arasından İslam Devleti’ni en çok uğraştıran, en azılısı, Hüseylemetü’l-Kezzab.
Diğerlerini Hz. Ebu Bekir ordusuyla birer birer yok etmiş. Hüseylemetü’l-Kezzab ile yapılan mücadelede de 70 tane Kur’an hafızı sahabe şehit olmuş. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’in eteğini yakalamış, “Bak büyük bir tehlike var. Kur’an’ın yok olmasından korkuyorum. Kur’an-ı Kerim’i topla” diyor. Çünkü hafızlar vefat edince o dönemde kimden öğrenecekler Kur’an’ı. Peygamber Efendimizin vahi kâtipleri vardı. Kur’an ayetleri nazil oldukça bu kâtipler derilere, tahtalara ve düz taşlara yazıyorlardı. Herkes de kendi yazdığını saklıyordu, muhafaza ediyordu. Hz. Ömer de bunların toplanmasını istiyor. Hz. Ebu Bekir ise, “Peygamberin yapmadığını ben yapmam ya Ömer” diyor. Hz. Ömer de kızıyor, “Yahu Peygamber Efendimizin vefatına kadar her an vahiy gelebilirdi. O yapamazdı bunu” diyor. Neticede Hz. Ömer dediğini Hz. Ebu Bekir’e kabul ettiriyor. Sonuç olarak ilan ediliyor, kimde Kur’an ayeti varsa, kim yazmışsa 2 tane şahit ile birlikte getirsin deniliyor. 2 tane şahidin ayet nazil olduğunda Peygamber Efendimizin dizinin dibinde yazdı diye şahitlik etmesi istendi. Bu şekilde Kur’an ayetleri bir araya toplanmış. Buna ‘Mushaf’ deniliyor.
“BAKIN, ‘KURAN’I BİZ İNDİRDİK, ONU DA KORUYACAK BİZİZ’ DİYOR ALLAH”
Kur’an-ı Kerim için 6666 ayet deniliyor, 6600 ayet deniliyor, 6 bin küsur deniliyor. Neden böyle? Çünkü her surenin başında, Bismillâhirrahmânirrahîm var. Hz. Şafi’ye göre, o surenin başındaki Bismillâhirrahmânirrahîm bir ayet olarak sayılıyor. Hanefi Mezhebi’nde ise bu yok. Hz. Süleyman’dan bahsedilen surede, Belkıs’tan bahsedilirken Hz. Süleyman’ın ona yazdığı mektuptan söz ediliyor. Ayetin içerisinde Bismillâhirrahmânirrahîm geçiyor. Burada ayetin bir parçasıdır, surelerin başındaki müstakil bir ayettir. Sureleri birbirinden ayırmak için müstakil bir ayet olarak indirilmiştir deniliyor. O yüzden biz Fatiha okurken Besmeleyi içimizden okuruz, Araplar dışından okuyor. Bundan dolayı 6 bin mi 6666 mı diye bir takım farklılıklar var. Yoksa Kur’an’da fazlalık ve ya eksiklik yok. Yazılmış tespit edilmiş, yazılanlarda, ‘Bir ayet mi iki ayet mi?’ diye bir ihtilaf var.
Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz zamanında yazılmış, Hz. Ebu Bekir zamanında toplanmış ve Hz. Osman zamanında da çoğaltılmıştır. Çünkü o dönemde İslam Devleti’nin sınırları genişlemiş. Azerbaycan, İran, Mısır, Habeşistan fetih olunmuş. Oraların insanları Müslüman olmuş, olmuş ama adetleriyle ve konuşma dilleriyle İslam’a girmişler. Mekke’nin Arapçası başka, Bağdat’ın Arapçası başka. Buranın âdeti başka, oranın âdeti başka. Biz mesela, Müslüman olmuşuz ama Şamanizm’den kalan bazı şeyleri halen daha atamamışız. Ağaçlara bez ve çaput bağlamak, mezarlara mum dikmek Müslümanlıkta yok. Şamanizm’den gelen bir âdettir, halen Anadolu’da bunu yapıyorlar. İşte İslam Devleti zamanında fethedilen yerler de öyle. Bir de okuyuş tarzları farklı. Gene ileri gelenler Hz. Osman’a demişler ki, ‘Böyle olmaz, herkes Kur’an’ı çeşit çeşit okumaya başladı.
Bu anlam farkına da götürür. Onun için bu Mushaf’tan çoğaltalım.’ Sonrasında 6 nüsha çoğaltılmış. O 6 nüshadan 1 tanesi bizim Topkapı Müzesi’nde. Olduğu gibi, indiği gibi kalan tek kitap Kur’an-ı Kerim. Tevrat değişmiş, İncil değişmiş, ilaveler yapılmış, unutulmuş, kaybolmuş. Hz. Musa ve Hz. İsa yazdırmadıkları için değiştirilmiş. Rivayetten toplandığı için yanlışlıklar olmuş. Ama Kur’an böyle değil, ayet indiği gibi vahiy kâtipleri tarafından yazılmış, günümüze kadar gelmiş ve kıyamete kadar da değişmeyecek. “Kuran’ı biz indirdik, onu da koruyacak biziz” diyor Allah.
6 hadis kitabı Müslümanlar tarafından muteber kabul ediliyor.
Peygamber Efendimiz Kur’an, İncil ve Tevrat’a benzemesin, insan sözü karışmasın diye sadece Kur’an ayetlerini yazdırmış. Kendi sözlerinin yazılmasını yasaklamış. “Benim sözlerimi kimse yazmayacak. Ben sadece söyleyeceğim ve siz ezberleyeceksiniz. Öğrendikten sonra başkasına konuşarak anlatacaksınız” demiş Peygamber Efendimiz. Ama kendisi Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra bütün dünyadaki devlet adamlarına mektuplar göndermiş, İslam’a davet etmiş. Bunlar da şimdi elimizde. Bir de Peygamber Efendimizin amcası Abbas’ın oğlu Abdullah 17 yaşındayken, “Ya Resulullah, sen sözlerinin yazılmasını yasakladın ama ben aklımda tutamıyorum, ezberleyemiyorum. Bana müsaade et yazayım” demiş. Peygamber Efendimiz de ona yazmasını söylemiş. Oda Peygamber Efendimizin dizinin dibinde bin hadis yazmış.
Ama kimseye de göstermemiş, çünkü başkalarına yasak. Peygamber Efendimizin amcası Abbas’ın oğlu Abdullah vefat ettiği zaman yastığının altından çıkmış bu bin hadis tomarı. Bu yazılı hadislerde son zamanlarda Oryantalistler tarafından bulundu ve şimdi de Amerika Kongre Kütüphanesi’nde duruyor. İlginç olan günümüzdeki ilahiyat profesörleri, ‘Hadis garantili değildir şüphelidir, Kur’an bize yeter’ diyerek hadisleri küçümsüyorlar ve hadisin şüpheli olduğunu söylüyorlar. Öyle bir şey yok. Peygamber Efendimizin hadisleri vefatından 200 sene sonra toplanmış. Buhari toplamış, Müslim toplamış, Tirmîzî toplamış, Ebu Davut toplamış, daha çok toplayan var da bu 6 hadis kitabı Müslümanlar tarafından muteber kabul ediliyor. Bunlara Kütüb-i Sitte deniliyor. Söylemek istediğim şey şu, Buhari’nin Peygamber Efendimizin dizinin dibinde yazılan bin hadisten haberi yok, saklanmış çünkü. E şimdi 200 sene sonra hadisleri toplayan Buhari’nin naklettiği hadislerle ortaya çıkan bin hadisi karşılaştırıyorsunuz, hiçbir fark yok. Yani Buhari’nin kitabı o derecede sağlam bir kitap. Onun için bunu söyleyenlerin hiçbirisine kulak asmayın. Ortalığı bulandırmak istiyorlar. Yalnız Kur’an’ı okumakla biz İslam’ı anlayamayız, yaşayamayız. Mesela, ‘Namazı ikame ediniz’ ayeti. Nasıl kılacağız? Peygamber Efendimiz de bu yüzden, “Ben nasıl kılıyorsam namazı, bakın ve öyle kılın” diyor. Yani Kur’an’ın demek istediğini açıklıyor. Fiilen açıklama yapmış, bazen de bu şöyledir diyerek açıklamış.
Prof. Dr. Cevat Akşit.