Çarpıtılan Cihat Anlayışımız
“Allah uğrunda hakkını vererek cihad edin.” (Hac, 22-78.)
Kur’an ve sünnetin önemli terimlerinden biri olan cihat, son yılların tartışmalı ve netameli kelimelerinden biri hâline gelmiştir. Bu durum, konunun anlaşılmaz, çetrefil, usul ilminin ifadeleriyle, mücmel ve müphem olmasından kaynaklanmıyor. Aksine terim, Kur’an’ın en açık konularından birini ele almaktadır.
Bugün bu terimi kullanmaktan Müslümanlar dahi çekinir olmuşlardır. Çünkü terimin etrafında olumsuz bir anlam dünyası oluşmuştur. Artık cihat kelimesi, bombaları, cesetleri, masum insanların vahşice öldürülmesini çağrıştırıyor. Ne yazık ki, böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Evet, Allah yolunda fedakârlığı ifade eden cihat kelimesinin parlak yüzü bugün kirletilmiştir. Cehaletin, bencilliğin, taassubun ve şiddetin çirkin dünyası bu kelimeye bulaştırılmıştır. Müslümanların birbirine karşı silahlı mücadeleleri bununla ifade edilir olmuştur. Bu, terimin İslami literatürdeki kullanımından tam bir sapmayı göstermektedir. Müslümanlar arasındaki şiddetten, ne yazık ki, bu terimin anlamı da nasibini almıştır.
Batılılar İslam’ı hep ‘kılıç dini’ olarak tanıtmışlardır. Asırlardır bu temayı işlemektedirler. Bugün de bunun bir devamı olarak islamofobi kavramını kullanmaktadırlar. Birtakım örgüt ve gruplar da, akıl almaz tutumlarıyla bunları destekler bir tavır içerisine girmişlerdir.
Oysa bu dini gönderen Allah Teala, kendisini sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olarak bizlere tanıtmaktadır. O’nun kelamı Kur’an’ın da en bariz özelliği, rahmet ve şifa kaynağı oluşudur. Doğal olarak onun elçisi de bu vasıftan yoksun olamazdı. Nitekim Allah Rasulü’nün de âlemlere rahmet olarak gönderildiği bizlere bildirilir. Dolayısıyla İslam’ın ‘korku’, ‘şiddet’ ve ‘terör’le anılması, bu dine yapılabilecek en büyük iftiradır.
Masum insanlara bomba yağdırmanın, onları hunharca öldürmenin cihatla ne alakası olabilir? Aslında cihat, İslam’ın rahmet ve güzelliği ile insanların tanışması değil mi? Ama yaşanan bu müessif hadiseler, insanların İslam’la tanışmaları şöyle dursun, ondan uzaklaşmalarına sebep olmaktadır.
Cihat, İslam’la insanlar arasında köprüler kurmanın metodudur. Ancak meydana gelen yürek yaralayıcı olaylar, bu köprüleri yakmakta ve yıkmaktadır. Cihat, hakikate susamış gönülleri rahmet dinine açma yöntemidir. Yine cihat, i’lay-ı kelimetullah yani Allah isminin yücelmesi, O’nun dininin yükselmesidir. Ama bu gelişmeler, insanlık nazarında İslam’ın itibar kaybetmesine sebep olmaktadır.
Cihat İslam’ın lokomotifi mesabesindedir. Bu din, çağlar sonrasına, kıtalar ötesine cihat sayesine ulaşmıştır. Bu sebeple onun geleceğe yürüyüşü dün olduğu gibi bugün de cihatla mümkün olacaktır.
Bizim gelecekte insanlığa söyleyecek bir sözümüz olacaksa, bu cihatla mümkün olacaktır. Dolayısıyla cihadı bir tarafa koymak İslam’ın kolunu, kanadını budamak demektir. Yine bu, Müslümanların bastıkları dalı kesmeleri, kendilerini var eden ruhu, dinamizmi yok etmeleri demektir.
Ashab-ı kiram, cihat ruhunu kavradığı için yollara revan oldu, ülke ülke, kıta kıta dolaştı. Sonraki Müslümanlar da onların yolundan gittiler. Böylece İslam Asya’ya, Afrika’ya, Uzak Doğu’ya ve diğer coğrafyalara ulaştı. Milyarlarca insan hidayete erdi, İslam’ın fazilet yolunu benimsedi.
Asırlarca İslam coğrafyasının dini tevhit oldu. Putlara tapılmadı, kula kulluk edilmedi. İnsanlar tiranların, zalimlerin boyunduruğundan kurtuldu. Hakkı, adaleti ve fazileti hayatın gayesi gördüler. İşte bütün bunlar cihat sayesinde olmuştur.
Cihadın gayesi, hakkı üstün tutmak ve hâkim kılmak için gayret göstermektir. Bunun çeşitli yolları vardır. Öncelikle cihadın sadece savaştan ibaret olmadığını belirtmek gerekir.
İlgili ayet ve hadisler birlikte değerlendirildiğinde, bu terimin, nefisle mücadele etmek, Allah’a kulluk yapmak, İslam’ı tebliğ etmek, onun uygulanması için çalışmak gibi geniş bir muhtevası vardır. Diğer bir anlatımla terim kalp, dil, el gibi beşeri aksiyonun ortaya konulduğu her vasıtayla Allah yolunda gayret göstermeyi ifade etmektedir. (Ahmet Özel, “Cihad”, DİA, VII, 528.)
İslam, hak ve hakikat davasını barış yoluyla gerçekleştirmek ister. (Buhari, Cihat, 112.) Sırf din farklılığı sebebiyle diğer milletlere savaş ilan etmez. Ancak yeryüzünden savaş da hiçbir zaman eksik olmamıştır. Hele hak ve hakikat mücadelesinin düşmanları daima var olmuştur. Dolayısıyla İslam, savaşı arızi, geçici bir durum olarak görmüştür. Müslümanlar fiilî bir savaşa, saldırıya maruz kalırlarsa bu söz konusu olur. Hatta bu durumda kendi dinlerini vatanlarını korumak onlar üzerine farz olur.
Cihadın gayesi, gayrimüslimlere İslam’ı ulaştırmak ve ondan haberdar olmalarını sağlamaktır. Ancak burada baskı söz konusu değildir. Tarihte de Müslümanlar dini böyle anlayıp uygulamamışlardır. Çünkü din, ancak insanın kendi irade ve tercihiyle kabul edilir. Baskıyla insanlar ancak dini kabul eder görünürler. Ancak Müslüman ve dindar olamazlar.
İslam savaşla ilgili oldukça önemli bir düzenleme getirmiştir. O da, savaş ahlakıdır.
Dolaysıyla savaş demek, düşmanla ilgili her şeyi mubah görmek, önüne geleni öldürmek, yakıp yıkmak asla değildir. Mesela savaşta aşırı gidilmez. (Bakara, 2/190.) Karşı taraf savaşı bıraktığında savaş sürdürülmez. (Enfal, 8/61.) Yine düşmanla yapılan anlaşmalara sadakatsizlik edilmez. (Tevbe, 9/7.)
Geçen asırlarda uluslararası ilişkilerde maddi kuvvet ve savaşta galibiyet, üstünlük sebebiydi. Ancak günümüzde ekonomi ve kültür alanlarında güçlü olmak da son derece önemli bir hâle gelmiştir.
Bilim, kültür, sanat, eğitim ve medya alanlarında önde giden topluluklar diğerlerine üstünlük sağlamaktadır. Toplumlar medya üzerinden birbirini vurmakta, kültürel yapılar ve manevi dinamikler bu yolla çökertilmektedir.
Şu hâlde günümüz cihadında, ilmî ve kültürel faaliyetler öncelikli bir hâle gelmiş bulunmaktadır. Nitekim henüz savaşa izin verilmeyen Mekke döneminde cihatla ilgili ayetlerin gelmiş olması yine Müslümanların Kur’an’a dayanarak inanmayanlara karşı büyük mücadeleye çağrılmaları bu tespiti doğrulamaktadır. (Furkan, 25/52.)
Geçen asırda Müslüman topluluklar topraklarını düşmanlardan temizleyebilmek için seferber olmuşlardır. Tarihlerinin en acı ve ıstıraplı dönemlerinden birini yaşamışlardır. Neticede, düşman istilasından topraklarını kurtarmayı başaran Müslümanların kültür istilası karşısında aynı başarıyı gösterdiklerini söylemek mümkün değildir.
Müslümanlar açısından kültürel istila, onların topraklarını istila etmek kadar tehlikelidir. Çünkü bağımsızlık, manevi kimliği devam ettirmekle esas anlamını kazanır. Dolayısıyla bugün Müslümanların kendi nesillerini günah batağına saplanmaktan korumaları, en önemli görevleri hâline gelmiştir. Bu açıdan günümüzde cihadı bu açıdan ele almak ve değerlendirmek gerekmektedir.